Hece Yayınları seçki dizisi arasında okurla buluşan Günümüz Yunan Öyküsü’nde yer alan öyküleri Esma D. Hasan seçip çevirmiş. Öyküler, hattâ genel olarak edebiyat, kötülüğü anlatırken bile iyiliğin değerini, yüceliğini ve güzelliğini derinden hissettiriyor.
Günümüz Yunan Öyküsü, Hece Yayınları seçki dizisinden çıktı. Ali Ulvi Temel’in editörlüğünü üstlendiği çalışmada on beş yazardan birer öykü bulunuyor. Öyküleri Esma D. Hasan seçmiş ve çevirmiş, bir de her öykünün sonuna yazarın kısa biyografisiyle fotoğrafını koymuş.
Yunanistan’ın Rodop ilinde Satıköy’de doğan Esma Deli Hasan, Trakya Üniversitesi Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra Gümülcine’de Dimokritos Üniversitesi Karadeniz Dilleri Kültürleri ve Edebiyatları Bölümünde Karadeniz Bölgesi Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yüksek lisansını tamamlamış. Doğrusu, ülkemizde ve bölgemizde böyle üniversite, fakülte, bölüm ve alanların bulunması sevindirici bir durum. Çünkü halklar, uluslar ve ülkeler arasında barış, dayanışma ve işbirliği birbirlerinin dillerini, edebiyatlarını ve kültürlerini tanımakla kolaylaşır, beslenir ve gelişir.
NOBEL ALAN İKİ ŞAİR
Esma Delihasan (böyle yazmak daha doğru göründü), öykü seçkisinin başına “Çağdaş Yunan Edebiyatı” başlıklı özet bir değerlendirme metni koymuş. Siyasal istikrarsızlıkların yanı sıra küresel ideolojik kamplaşmalardan da etkilenmiş olan Yunan Edebiyatından iki şaire Nobel Edebiyat Ödülü verilmiş: 1963 yılında Yorgo Seferis, 1979 yılında Odisseus Elitis. Kuşkusuz, bu iki şairden önce Nobel’e aday gösterilen ve fakat erişemeyen Nikos Kazancakis ülkemizde daha çok tanınıyor ve seviliyor.
Günümüz Yunan Öyküsü’nün ilk öyküsü “Öğretmenin Evi”ni 1868 doğumlu Kostandinos Hatzopoulos kaleme almış. Önce köyde yaşayan sonra kente göçen orta alt sınıftan bir geniş ailenin hayat şartlarına ve insan ilişkilerine ışık tutan öyküde insanların ihtiyaçların zorlamasıyla ahlaki olandan nasıl uzaklaşabildikleri, devlet zorunun sorgulanmaz yasallığı, yoksulluğun ve varsıllığın insan davranışları üzerindeki etkisi vb. zihnimizi yokluyor.
Stratis Tsirkas’ın “Küçük Bir Çocuğun ‘Kalanda’ları” adlı öyküsü, bana Konya’daki “şivlilik” geleneğini hatırlattı. Konya’da Recep ayının ilk Perşembe sabahı çocuklar, komşuların kapılarını çalar ve âdeta şarkı söyleyerek şivlilik toplarlar. Fakat Noel arifesinde kalanda söyleyip çerez veya bahşiş toplama işi akşamları yapılıyormuş, üstelik zengin semtlerinde çocuklardan birini seçip onu dinlemek ve ona bahşiş vermek ve “arkadaşlarını kapıda bırakmak” (s. 24) hayli tuhaf bir olgu. Berber Stefanos’un oğlu Takis iki arkadaşıyla eve dönerken “Kötü kalpli Spiros” ve iki arkadaşının saldırısıyla karşılaşırlar, paralarını ve trampetlerini kaybetmiş olurlar. Kahramanımız “adaletsizlik ve şiddet”i kabul etmekte zorlanır.
Dimosthenis Vutiras’ın öyküsü “Pararlama” seçkinin ilginç öykülerinden biri. 1872’de İstanbul’da doğan, önce İskenderiye’de, 1920’den sonra Atina’da tanınmaya başlayan yazar, bu öyküsünde Farmas adlı bir kahramanı karşımıza çıkarıyor: onun “Fes ve kırmızı kuşak takan babası, yüzünü unuttuğu çember takan bir annesi” vardır (s. 27), içi nefret doludur, işinden ve içkiden başka ilgisi yok gibidir. Bir gün Kutsal Kitap’tan nakledilen bir öyküde geçen “Mene, mene, u farsin” sözlerini ve anlamının bilinmediğini işiten Farmas, dükkânın duvarına kimseye görünmeden “Pararlama” yazar. Bu tuhaf kelimeyi silme görevini ustabaşı Farmas’a verir. Siler ama geceleyin yine gizlice ve bu kez kırmızı boya ile yeniden yazar. Bu işi yapanın “hayalet” olduğu söylentisi yayılır. Herkes tedirginlik ve korku içindedir, ağlayanlar bile çıkar. Farmas “Çarkın kolunu tutmuş gülüyordu, bunca yıl sonra, sessiz bir kahkaha!..” (s. 30)
Kostas Tahtsis, “Para Üstü” adlı öyküsünde pek az yazarın kullandığı ikinci kişi (sen) anlatımını yeğlemiş. “Tükürdüm! Yolda oyalanırsan vay haline.” Hiçbir zaman gerçekten tükürmezdi sadece lafta, fakat tehdidinin ne anlama geldiği gayet açıktı. Tükürük kurumadan geri dönmeliydin.” (s. 31)
Kocasından boşanmak üzere olan bir kadın ile oğlu arasındaki gergin, gerilimli, sevgi ile şiddetin birbirine karıştığı dokunaklı sahneler, yazarın kendi hayatından izler taşıyor olmalı. Selanik’te doğan yazar, anne babası boşandıktan sonra yedi yaşında büyükannesiyle Atina’ya gitmiş. Papadopoulos döneminde zulme ve işkenceye maruz kalan yazar, Ağustos 1988’de evinde öldürülmüş. Faili meçhul! Öyküsünün son cümleleri şöyle: “On dakika geç kaldığımda, ya da tuzu almayı unuttuğumda görmezden gelemez miydin? Ve eğer hatırlarsan, yukarı mahallenin çocuklarının çaldığı para üstü, Allah aşkına be anne, beş ya da altı kuruştu!” (s. 35)
ANADOLU’YA UZANAN HİKAYELER
Seçkinin beş kadın yazarından biri olan Litsa Psarafti’nin öyküsü: Kostandis.
Bu on iki yaşlarında bir Arnavut çocuğunun adıdır. Bayan Despina onu trafik ışıklarında görmüştür. Çocuk duran araçlardakilere bir şeyler satmaya çalışmaktadır. Akşam olmuş, çocuk mallarını toplamış, şiddetli yağmurdan korunmak için apartman girişine sığınmıştır. Onu orada gören Despina, torunu Andonis’e benzetir ama bu çocuğun “yüzü güçsüz ve kederli”dir (s. 38). Onu eve çağırır. Çocuk tereddüt etmekle birlikte kabul eder. Annesiyle babasını “polis arabalarına doldurup Arnavutluğa geri gönder”mişlerdir. Despina, torununun valizine sığmadığı için her tatile gelişinde bıraktığı giysilerden Andonis’e verir, masaya da ekmek, helva, zeytin, salata ve meyve getirir. Karnını doyuran çocuk, televizyonun önündeki kanepede uyuyakalır. Biraz sonra kilisenin çanları çalacak, Despina ayine katılacak ve fakat ilk defa ayinin sonuna kadar beklemeyecektir: “Eve dönmek, kırmızı yumurtaları Kostandis ile birlikte tokuşturmak ve mayiriça çorbasını beraber içmek için sabırsızlanıyordu…” (s. 39)
Ayvalık’ta doğmuş olan İlias Venezis, “Martılar” adlı öyküsünde yaşlı Barba Dimitri’nin ad koyacak kadar benimsediği iki martının başına gelenleri anlatır (s. 41-49).
Antonis Samarfakis, “Umut Aranıyor”, adlı öyküsünde “artık hiçbir ideolojiden umut” kalmadığı bir zamanda gazeteye “Umut ARANIYOR” ilanı vermeyi çare sanan birini / kendini anlatır (s. 51-54).
Günümüz Yunan Öyküsü’nde Dido Sotiriyu’nun öyküsüyle karşılaşmak benim için sürpriz oldu (s. 73-76).
Öyküler, hattâ genel olarak edebiyat, kötülüğü anlatırken bile iyiliğin değerini, yüceliğini ve güzelliğini derinden hissettiriyor.