Dil ve İşgal kitabının yazarı Taha Kılınç, “Başlangıçta dünyanın diğer milletleri ve onlar kadar kök salan Yahudiler, Osmanlı dağıldıktan sonra, işgali artık sistematik hale getirdiler” diyor. Özellikle 1920’lerin ikinci yarısından itibaren Siyonist paramiliter terör örgütleri, bir yandan Filistinli sivil halka katliam ve tehcir uygularken, diğer yandan İbranice vesilesiyle Yahudiler arasında ortak bir duygu ve kültür birliği tesis edildi.
Tevrat’ın ve İsrailoğulları’nın dili İbranice, geçtiğimiz yüzyılın başına kadar arkaik bir ibadet ve yazı dili konumundaydı. 1800’lü yılların sonunda Belarus’ta doğan Yahudi bir dil bilimci olan Eliezer Ben-Yehuda, İbranicenin Yahudiler arasında konuşma ve günlük iletişim diline dönüşmesi için gayret ve ısrarla çalıştı. Çıkardığı gazeteler, açtığı eğitim kurumları ve yazdığı 22 ciltlik dev sözlük ile 1881’de yerleştiği Kudüs’te başladığı çalışmalarını, 1922’deki ölümüne kadar yoğun biçimde sürdürdü. Son kitabı Dil ve İşgal ile Ben-Yehuda’nın hayat hikâyesine ve İbraniceyi yeniden konuşma dili hâline getirme sürecindeki öncü rolüne odaklanan Yazar Taha Kılınç, bir yandan da İbranicenin modern hayatta tekrar sahneye çıkmasının Filistin topraklarının Siyonistler tarafından işgalinde hayati etkisini dikkat çekiyor. Yahudilerin ortak bir iletişim diline kavuşmasının işgali sistematik hâle getirdiğini ve hızlandırdığını anlatan Taha Kılınç, “Eliezer’e gözünü çeviren okurun, akabinde, bizdeki örneklere de bakmasını ve içinde yaşadığımız çağda o örnekleri nasıl yeniden üretebileceğimize kafa yormasını istiyorum” diyor. Taha Kılınç ile Eliezer Ben-Yehuda’dan yola çıkarak modern İbranicenin doğuşunu ve günümüzde İslâm dünyasını adeta kilitleyen Filistin meselesinin çözümü için nasıl bir ciddiyet ve disiplinle çalışılması gerektiğini konuştuk.
Günlük hayatta kullanmak İbraniceyi sıradanlaştırmaktı
Bu durumun iki ana sebebinden söz edilebilir: Yahudiler, dünyanın farklı bölgelerinde adeta “sığıntı” gibi yaşayan azınlıklar olduğundan dolayı, bulundukları ülkelerin dillerini konuşmaya alışmışlardı. Hal böyle olunca, İbranice zaman içinde sadece mabetlerde kullanılan antik bir din diline dönüşmüştü. Yahudiler, M.S. 70’de Romalılar tarafından Kudüs ve Filistin topraklarından sürülüp çıkarıldıktan sonra, özellikle dindar Yahudiler, İbraniceyi kendilerini bir arada tutan ve kimliklerinin kaybolmasını engelleyen ilahî bir bağlantı vesilesi olarak görmeye başlamışlardı. Öyle ki, İbraniceyi günlük hayatta kullanmak ve onu bu şekilde “sıradanlaştırmak” bir günah şeklinde algılanır oldu.
Belarus doğumlu Yahudi bir dil bilimci olan Eliezer Ben-Yehuda (1858-1922), genç yaşlarından itibaren, İbranicenin günlük hayatta kullanılmasının ve iletişim diline dönüşmesinin, Yahudilerin aynı hedefe kilitlenmiş bir “millet” haline gelmesinin ana şartı olduğunu fark etmişti. 1881’de Filistin’e yerleşti, ardından ölümüne kadarki bütün hayatını İbranicenin diriltilmesine vakfetti. Kitaplar yazdı, gazeteler çıkardı, 22 cildi bulan dev bir İbranice sözlük hazırladı…
Osmanlı dağılınca işgali sistematik hale getirdiler
Filistin topraklarına Yahudi yerleşimleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren çoktan başlamıştı. Başlangıçta dünyanın diğer milletleri gibi ve onlar kadar kök salan Yahudiler, Osmanlı dağıldıktan sonra, işgali artık sistematik hale getirdiler. İşte bu süreçte, İbranice çok kritik bir rol oynadı: İbranice eğitim veren okullar açıldı, anaokulları ve kreşler kuruldu, üniversiteler ve akademiler faaliyete geçirildi. Özellikle 1920’lerin ikinci yarısından itibaren Siyonist paramiliter terör örgütleri bir yandan Filistinli sivil halka katliam ve tehcir uygularken, diğer yandan İbranice vesilesiyle Yahudiler arasında ortak bir duygu ve kültür birliği tesis edildi. İsrail kurulmadan uzun yıllar önce, devletin dili, kültürü, okulları ve eğitim altyapısı hazırlanmıştı. Bu süreçte, İbranice, ana çerçeveyi oluşturdu.
Modern dönemde herhangi bir şekilde toplumsal, kültürel ve siyasî alanlarda iz bırakmış kişilere bakınız, hemen hepsinin de yolunun bir şekilde gazetecilikle, basınla ve yayın dünyasıyla kesiştiğini göreceksiniz. Çünkü toplumla ve sosyolojinin farklı katmanlarıyla doğrudan teması ancak bu yolla kurabilirsiniz. Eliezer Ben-Yehuda da aynı yöntemi kullandı: Ömrünün sonuna kadar “gazeteci” kimliğinden hiç sıyrılmadı. İbranicenin halk tabanına yayılmasında basının oynayacağı kritik rolü fark ettiği için, gazeteciliği de kendi hedefleri için ustalıkla kullandı. Üretilen yeni kelimeler, halka en kısa ve çabuk şekilde gazeteler aracılığıyla iletilebilirdi. Bilginin, yeni trendlerin, alışkanlıkların ve ideolojilerin yayılmasında bugün sosyal medya hangi işlevi görüyorsa, gazetelerin de o dönemdeki rolü aynıydı.
Eliezer Ben-Yehuda, ilk gençlik yıllarından itibaren, şu üç prensibi uygulamaktan hiç vazgeçmedi: 1) Kendisine tarih huzurunda bir ödev belirleyerek ona odaklanmak 2) Bu uğurda çalışırken, olumsuzluklardan ve engellemelerden etkilenmemek 3) Son nefesine kadar, davasından şaşmadan, çalışmayı hiç bırakmamak. Burada elbette örnek alınması gereken bir gayret ve odaklanma var. Ben-Yehuda’nın öyküsünden alınacak bir diğer önemli ders de bence şu: Adam yetiştirmek konusunda, Yahudiler çok ciddi para harcıyor ve insana yatırım yapıyorlar. Eliezer’in hayatının her adımında sponsorlar devreye giriyor ve birçok proje, Yahudi zenginlerin katkısıyla tamamlanıyor. Müslüman zenginlerin, “Dil ve İşgal”i bu pencereden de okumasını çok arzu ediyorum doğrusu. Fon ayırmadan, para harcamadan ve geniş ufuklu düşünmeden, insan yetişmiyor.
Eliezer Ben-Yehuda, Amerika’yı yeniden keşfetmiyor, aslında “sünnetullah” dediğimiz ilahî kaideleri uyguluyordu. Dünyada neticeye ulaşmak için ne yapılması gerekiyorsa onları yapmıştı. Kitabın son bölümünde, sorduğunuz isimleri zikretmemin sebebi şu: Eliezer’in yöntemi, tarih boyunca Müslüman âlimlerimizin, müçtehit imamlarımızın, mütefekkirlerimizin ve dava adamlarımızın yaptığıyla aynıydı. Hepsi de benzer gayret ve ısrarlarla çalışmışlar, arkalarında parlak izler bırakmışlardı. Eliezer’e gözünü çeviren okurun, akabinde, bizdeki örneklere de bakmasını ve içinde yaşadığımız çağda o örnekleri nasıl yeniden üretebileceğimize kafa yormasını istiyorum. Kitapta da vurguladığım gibi, Dil ve İşgal’i sadece bu mesaj için yazdığımı bile söyleyebilirim.
Yahudilerin en rahat yaşayabilecekleri topraklar Osmanlı’nındı
Siyonizm, Filistin topraklarının işgali için örgütlenmiş siyasî bir proje olarak taban buluncaya kadar, Yahudilerin ciddi bir bölümünün Filistin’le ilgili hedefleri sadece dinî ve duygusaldı. Osmanlı tebaası olan Yahudiler de, kendi istikballerini bu güçlü devletin çatısı altında görüyorlardı. Eliezer Ben-Yehuda’nın 1881’de Kudüs’e yerleşir yerleşmez hemen Osmanlı vatandaşlığına geçmesi bu sebepledir. Yahudilere “Osmanlı vatandaşı olun!” çağrısında bulunurken de, bir Yahudi’nin o dönemin şartlarında dünyada en rahat yaşayacağı ülkenin Osmanlı beldeleri olduğunu açıkça ikrar ediyordu.
Seküler ve dindar Yahudilerin ortak bir paydası yok
İbranice “yişuv” kelimesi, “yerleşke” anlamına gelir ve Filistin topraklarına farklı zamanlarda yerleşen Yahudi cemaatlerini tanımlar. Tanımlamalar konusunda bazı nüanslar olmakla birlikte, “Eski Yişuv” dediğimizde 1800’ler öncesinde gelen Yahudileri anlarız. “Yeni Yişuv” ise, çoğunluğu Avrupalı olmak üzere, modern dönemde Filistin’e göç eden Yahudilerdir. Bunlar arasında dinî hassasiyet, kültür, Araplara ve Ortadoğu’ya yaklaşım ve Filistin topraklarının geleceği başta olmak üzere, çok keskin görüş ayrılıkları mevcuttur. Ancak yine de bugün İsrail’i şiddetle sarsan iç çatışmaların temelinde, sadece yişuvlar arasındaki çekişmeler yok. İsrail’deki toplumsal çatlakları üç ana noktada mütalaa edebiliriz: Yahudilerin kendi aralarındaki coğrafî ve kültürel ayrımlar. Aşkenazi, Sefarad, Mizrahî, Teymanim, Falaşa… gibi çeşitli grupların uyumsuzlukları. Seküler ve dindar Yahudilerin, ortak bir paydada neredeyse hiç buluşamayacak derecede birbirinden uzaklaşması. Yahudi yerleşimci teröristlerin meydana getirdiği gerilim ve bunun siyasî, sosyal, dinî, ekonomik ve uluslararası sonuçları. Bizde genelde İsrail ve Siyonist cephe “yekpare” olarak tasavvur edildiğinden, İsrail’e içeriden ve kendi çatışma noktaları zaviyesinden bakmak çok öğreticidir.