Mesut Uçakan yeni filmi Suveyda ile beyaz perdeye döndü. Filminde bir dönemin zorlu şartlarını anlatan Uçakan, “Adalet ve merhamet üzerine kurulu medeniyetimiz bugün tarumar vaziyette. Aşkı meşki bile hangi hafıza üzerine oturtacağım? Mühim olan bu. Bu yüzden hafıza önemli. Ben de hafızamı arıyorum” dedi.
Sinemamızın kriz dönemlerinde varlık gösteren ve özellikle mütedeyyin kesimin sorunlarını filmlerinde konu edinen Mesut Uçakan, uzun bir aranın ardından yeni filmi Suveyda ile beyaz perdeye döndü. Uçakan ile filmini, sinema serüvenini ve dahasını konuştuk.
Suveydâ, Harf Devrimi sonrası hafız olmakta zorlanan 11 yaşındaki ergen bir çocuğun çabaları üzerine kurulu. Yaşanmış bir öyküydü. Hoşuma gitti. İşin içinde hem hafızlık, hem de yakın tarih olması çok ilgimi çekti. Yakın tarihe olan merakımı bilirsiniz. Öteden beri zaten harf devrimi üzerine de bir film çalışması yapma düşüncelerim vardı.
Suveydâ malum, kalpteki siyah nokta anlamında ama bizim literatürümüzde günah, pişmanlık ve tövbe kapısı, vicdan, metafiziğe açılan kapı, hatta kalp gözü gibi anlamlara uzanıyor. Filmde de çeşitli metaforlarla bu anlamlarda derinleşmeye çalışıyoruz.
On küsur yıldır sinema filmi yapamamıştım. Kültür Bakanlığı’ndan destek almaya karar verdiğimde o günün şartları içerisinde ekonomik olarak dişime dokunacak hazır bir senaryo lazımdı. Kendim hazırlamaya vakit bulamamıştım. Önüme pek çok senaryo geldi ama bu senaryo benim koordinatlarımla daha iyi örtüştü. Ankara’da memurluk yapan Hasan Yılmaz isimli bir arkadaşımız bakanlıktan destek alarak babasının yaşadıklarından hareketle bu öyküyü senaryo olarak yazıp bakanlığa teslim etmiş. Önce Nazif Tunç arkadaşımızın elindeydi bu senaryo. Sağ olsun kendisi “Karınca” filminin hazırlıkları içindeydi, bana verme lütfunu gösterdi. İsmi önce Hâdim’di ama biz sonra bunu Suveydâ yaptık. Çünkü, Hadim isminde bir süpermarket ve bir korku filmi vardı. Filmimizde Suveydâ isimli sevgilisini arayan bir ermiş tipimizin olması, ana karakterimizin, kendisiyle gizemle bir iletişim kuran beyaz bir güvercine Suveydâ ismini vermesi filme bu ismi koymamız için yeterli gerekçeleri vermişti bize zaten.
HAFIZAMI ARIYORUM
Klişe bir cümle olacak ama tarih bir toplumun yaşayan hafızasıdır. Bin küsur yıllık bir medeniyetin çocuklarıyız. Adalet ve merhamet üzerine kurulu medeniyetimiz bugün tarumar vaziyette. Oysa bugün sürekli kaos üreten bir dünya için kurtarıcı bir iksirin sırrını taşıyor içinde. Nedir bu sır? Nasıl aldılar elimizden bu iksiri? Nereden yıktılar bizi? Ve nasıl yıktılar? Tarih diye bize sahte olayları, sahte kahramanları nasıl dayattılar? Sorular, sorular… Bu sorular orta yerde cevaplanmamış halde dururken günümüz seküler aşklarla, meşklerle uğraşmak bana yavan geliyor. Bu yavanlığı bile anlatmaya kalkışsam, aşkı meşki bile hangi hafıza üzerinde oturtacağım? Mühim olan bu, benim için. Bu yüzden hafıza önemli. Her sorumlu ülke vatandaşı gibi ben de hafızamı arıyorum.
DİJİTAL TEKNOLOJİ SİNEMA DİLİNİ ETKİLEDİ
Görünürde çok değişmedi gibi duruyor. Ekipler kuruluyor, mekanlar belirleniyor ve çekimler yapılıyor. Ama çok şey değişti. İş disiplini eskisi gibi değil. Dizi çekimlerinin getirdiği teknik ekibi canından bezdiren uygulamalar var. Dijital teknoloji çekimleri bambaşka atmosferlere taşıdı. Sinema dilini doğrudan etkiledi.
Festival ve gişe sektörü birbirinden ayrıldı. Sanat filmi mi, gişe filmi mi tartışmaları kapladı ortalığı. Pazarlama yöntemleri şekil değiştirdi. Önceleri alaylılar baskındı, şimdi mektepliler daha baskın. Gibi, gibi...
HAMDIK, HALA PİŞİYORUZ
İlk filmimi yüksek okulda son sınıfta iken çektim. Sinema konusunda çok yetersiz bir tedrisat vardı o dönemler. Tek tük de sinema kitabı. Sette dolu dolu öğrenmek gerekiyordu, yönetmenliğin ve senaryonun püf noktalarını. Ama acele ettik, öyle dolu dolu pişecek kadar setlerde çalışmadık. Binbir imkansızlıklar içerisinde yönetmenlik ve yapımcılık yapmaya başladık. Yeşilçam dilini konuşmaya çalıştık. Başardıklarımız da oldu, başaramadıklarımız da. Hele başlangıçta ister istemez acemiliklerimiz oldu tabii. Ama giderek her şey yerli yerine daha bir oturmaya başladı. Hasılı kendi çabalarımızla öğrendik, ne öğrendiysek. Hatalarımızdan sevaplarımızdan dersler alarak fikir ve estetikte kendi dilimizi yakalamaya çalıştık. Hamdık piştik elhamdülillah diyeceğim de keşke o kemale erebilsek, hala pişiyoruz.
50 YIL ÖNCEKİ UÇAKAN’I DÖVERDİM
“Acele etme” derdim. “Bütün dünyayı tek başına kurtaramazsın” derdim. “İngilizce’yi iyi öğren, Hollywood’a git, staj gör, ihtisas yap, öyle gel”, derdim. “Bu yönde önüne çıkan fırsatları niye teptin bre bedbaht”, derdim. “Yapımcılık senin neyine; nasıl para bulacağım, filmimi nasıl vizyona sokacağım diye uğraşma anan ağlar”, derdim. “Yönetmenliğini yapmaya bile doğru dürüst fırsat bulamazsın”, derdim. “Şiir yazmayı niye bıraktın”, diyerek, üstüne üstlük bir de döverdim.
RUHTA NE VARSA YÜZE YANSIR
Bizim gençliğimizde her Türk genci şairdi. Bugün bakıyorum da gözler yönetmenlikte. Bu yüzden belediyeler, çeşitli kurumlar dernekler, vakıflar habire kısa film yarışmaları düzenliyorlar. İşin biraz suyu çıktıysa da o suda nice uluslararası yönetmenler yetişecek inşallah. Gördüklerim bana umut veriyor. Tabii bu işin teknik ve estetik tarafında bakılınca böyle. Fikir tarafından bakılınca umutlanabilmek için suyun rengini değiştirmek lazım. Her şey renk meselesi. Ruhta ne varsa yüze yansır bütün rengiyle. Görebilenler için. Ama yine de olana şükür.
ÖNCE SENARYO DEĞİL FİNANS BULMA NOKTASINDAYIM
Hem günümüzde geçen, hem de Ahmet Yesevi’yi anlatan ilginç bir senaryom var. Ayrıca güncel bir senaryo çalışması ve çok sayıda çarpıcı öykü ve fikir.
Ancak, her gün yeni rüzgarlarla savruluyoruz. Önce senaryo değil, önce finansın bulunması noktasındayım. Bu denklemi kurabilen yönetmeninin, eğer varsa bir kerameti, zaten o dokunduğu fikri, öyküyü, senaryoyu altına çevirmesini bilir.