Şener Türkmenoğlu tam anlamıyla Eyüp’e gönül vermiş bir araştırmacı-yazar. Biz, “Son Yüzyılın Hikâyesi: Yaşayanların Dilinden Eyüp” kitabının macerasını konuşmak için kapısını çalmıştık ama iş bu kadarla kalmadı. Türkmenoğlu’nun Eyüp için bir müze projesi olduğunu da öğrendik. Bundan sonra sohbetimiz hatıraları ve eşyalarıyla Eyüp’ü yaşatmaya çalışan bir şehir kahramanının ilginç hikâyesine dönüştü.
Babamla. O 1962’ten itibaren Eyüp’ü fotoğraflayan biri. O fotoğraflara bakıp Eyüp’ün yaşayamadığım güzelliklerini düşününce 1995’te, benim hala çözemediğim bir şekilde, kendimi bir Eyüp sevdasının içinde buldum. İlk olarak babamın fotoğraf arşivini kurtarmakla başladım işe. Orada bir tarihin günbegün yok olduğunu görüyordum çünkü.
Hayır, maalesef. Ama bu biraz da şartlarla ilgili. Hem böyle bir bilinç yoktu o zamanlar, hem de dükkânı bu işler için elverişsizdi. Babamın arşivinin de ancak yüzde otuzunu kurtarabildim. Ayrıca Eyüplülerin kapılarını çalıp albümlerinden eski Eyüp fotoğraflarını toplamaya başladım.
Soruyorlardı tabii. Ben de 2002’de bu fotoğraflarla Eyüp’ü ve eski insanlarını tanıtmak için ilk sergimi açtım. Eyüp Spor Kulübü’nün neredeyse yüzyıllık tarihini anlatan bir sergiydi bu. İlgi görünce Eyüp’ün geneline de dair ikinci fotoğraf sergisini açtım. Bu sergilerden sonra elimdeki malzemeyi kitaplaştırmak fikri aklıma düştü. 2004’te “Bir Semte Gönül Vermek” adıyla ilk kitabımı yayınladım.
Bir yere kadar tek başımaydım. Ama bireysel olarak bir şeyler yapmak bir zaman sonra çok yorucu oluyor, bilirsiniz. Tam böyle bir zamanda “Eski Eyüplüler Buluşuyor” diye bir toplantı yapıldığını duydum. 60 yaş üstü Eyüp’te yaşamış, şimdi başka yerlerde yaşayan 40-50 kişilik bir grup her sene bir araya gelip hatıralarını konuşuyormuş. Hemen soluğu orada aldım tabii.
2008’de. Bir Eyüplü genç olarak koşa koşa gittim tabii bu toplantıya. Sağolsunlar, beni aralarına kabul ettiler. General, vali, işadamı, bürokrat, öğretmen gibi çeşitli meslek gruplarından oluşan bu değerli topluluğun her sene sayıları daha da artarak buluşmalarını sağladım. Sonra düşündüm, bu insanlar sene de bir defa buluşuyor, sohbet edip ayrılıyorlar. Onları bir araya getiren güç Eyüp. Bu gücü başka bir şeye dönüştürmeliyiz diye düşündüm ve kurumsallaşmayı teklif ettim. 2010 yılında da Eyüp’te doğmuş insanlar olarak tarihine, kültürüne sahip çıkma hedefiyle çalışan Eyüp Dostları Vakfı’nı kurduk. Şu anda da başkan yardımcısı olarak görev yapıyorum.
Tabii. İnsanlarla sürekli temas halinde olunca da pek çok hatıra ile iç içe oluyorsunuz. Fakat anlatılanları o anda dinliyorsunuz, sonra siz de unutuyorsunuz, anlatanlar da zamanla göç ediyorlar dünyadan. Bu hatıraları kayıt altına almak gerekir diye düşündüm. 2000’de babamın kamerasıyla bunları kaydetmeye başladım. İlk olarak en eski Eyüplülerden 1909 doğumlu Neşet Güriş Bey’le başladım. Neşet Bey gibi dolu dolu insanlar o kadar çoktu ki… Ve hepsinde farklı farklı bilgiler vardı eski Eyüp’e dair. Ben ufak ufak kendi çabalarımla 40 kişiyle görüşüp kayıt altına aldım. En başta bir kitap projesi yoktu doğrusu aklımda. 2010’da Eyüplü büyüklerimiz arasında çok büyük bir yaprak dökümü oldu. O bilgiler ve hatıralar da onlarla beraber gitti. Ondan sonra bu işi hızlandırmaya ve sistematik bir hale getirerek profesyonelce yapmaya başladım. Böylece “Eyüp’ün Sözlü Tarihi” projesi kapsamında 120 Eyüplüyle yaptığım görüşmeleri kitaplaştırdım. İlk anlatıcımız 20. asrın başını, son anlatıcımız ise 2000’li yılların başını anlattığından dolayı kitabın adını da “Son Yüzyılın Hikâyesi: Yaşayanların Dilinden Eyüp” koydum.
Tabii hepsi ayrı ayrı değerli… Mesela hem kadı hem de şeyhülislam çıkaran Sökmen Ailesi’nin üyelerinin anlattıkları hem yakın dönem siyasî tarihimiz hem de konak hayatına dair önemli bilgiler ihtiva ediyor. Yine 1909 doğumlu istihbarat teşkilatından emekli Neşet Güriş, Eyüp’ten Milli Mücadele’ye nasıl katkıda bulunduklarını bütün ayrıntılarıyla anlattı. Kendisini 2010’da kaybettik. Kitabın en önemli isimlerinden biri de, Allah uzun ömürler versin, 102 yaşındaki Hafız Ahmet Arslanlar. Uzun yıllar Eyüp Camii’nin baş imamlığını yapan reisülkurra Hafız Amcamız canlı bir Eyüp tarihi adeta. Klasik Türk müziğinin son büyük isimlerinden Zekâi Dede’nin Eyüp’teki 3 katlı ahşap evinde doğan Bilgin Turnalı da Münir Nurettin Selçuk’un evlerine gelip meşk yaptığını anlattı. Böyle onlarca isim var kitapta…
Eyüp Spor Kulübü 1919 yılında Milli Mücadele’ye katkı olarak kurulmuştur. Buranın ilk futbolcularından eski bir Eyüplü olan Neşet Bey’in eski buranın fotoğrafları ve eşyalarını vakfımıza bıraktı, onlar sergilenecek.
Çanakkale Savaşı’na ve Milli Mücadele’ye katılmış Eyüplülere ait çeşitli eşyalar da burada. Sinema açısından da çok önemli bir yer Eyüp. Türkiye’nin ilk film stüdyosu 1922’de Fesane’de kuruluyor. Aynı anda 14-15 sinema vardı burada ve 1980’li yıllara kadar da çalışıyordu, ben yetiştim. Bunlardan biri olan ve 1985’te kapanan meşhur Melek Sineması’nın makinası, koltukları, biletleri ve programları var.
Türk sanat müziğinin yaşayan en önemli seslerinden Mediha Şen Hanım’ın sahne kıyafetleri yine burada.
Atatürk’ün arkadaşı, kurucu mecliste milletvekili aynı zamanda 530 yıllık bir aile geçmişi olan Eyüp’teki Ümmisinan Tekkesi’nin şeyhi Yahya Galip Kargı’nın şeyhlik kıyafeti, udu ve çeşitli şahsi eşyaları da burada.
1974’te jilet yapılan tarihî Yavuz zırhlısının yedekleme fenerleri ve seyir defteri orada görev yapan Eyüplü bir astsubaydan bize intikal etti.
Albümlerden Eyüp fotoğrafları toplarken düşündüm: Bu insanlarda Eyüp tarihi adına kalan sadece fotoğraf mı? Hayır. Gittiğim eve bakıyorum, her köşesinde Eyüp tarihine dair bir şeyler var. Büyükler vefat edince genellikle evdeki eşyalar ya eskiciye veriliyor ya da bir şekilde dağılıp gidiyordu. O kadar çok dinledim ki bu hikâyeleri... Demek ki sadece fotoğrafları toplamak yetmez, bu objeler ve eşyalar da Eyüp’ün bir değeri olarak bir araya getirilmeli diye düşündüm. Tabii bu arada müzayedelerden, sahaflardan, antikacılardan Eyüp’le ilgili fotoğraf, obje, eşya, resim falan da topluyorum bir yandan.
2013 yılında eldeki malzemeyi bir müze çatısı altında toplamak üzere projeyi vakfa sundum ve kabul edildi. “Giden gidiyor, kurtaralım” düsturuyla yola çıktık ve Eyüp’ün kaybolmaya yüz tutan 3 bin parçasını şu an bir araya getirdik. 2014’de kendi çabamızla vakfın merkezinde mini bir müze oluşturduk.
Tabii ki. Bunun farkındayız. Bizim en büyük sıkıntımız da şu anda müze için bir mekânımızın olmaması. Çünkü bir bu kadar eşya da müzeye dahil olmak üzere evlerde bekliyor. Belediye başkanımız ve vakfımızın üyesi Remzi Aydın ilk günden itibaren büyük bir ilgi gösterdi projemize, desteğini esirgemedi. Ancak müze mekânı için pek çok yerle irtibata geçmemize rağmen bir netice alamadık. Gelinen nokta itibariyle de kan kaybetme başladık. Çünkü bize çeşitli eşyalarını bağışlayanlar “Yoksa müze olmayacak mı?” “Hadi açın artık şu müzeyi!” demeye başladılar. Mesela çok az da olsa insanların bir kısmı vermekten vazgeçti maalesef bu yüzden. Bu bizi üzüyor. Çünkü asıl zor olan toplama ve bir araya getirme işini biz zaten hallettik, sadece müze için uygun bir mekân bekliyoruz. Müzenin konsept projesi dahi hazır. Çeşitli işbirliklerine de açığız."