Batı medeniyetinin hakimiyeti her geçen gün solarken, tarih bir kez daha kadim coğrafyasına geri dönüyor. Gazeteci yazar İbrahim Karagül, 21. Yüzyılı kazanmak için verilecek “acımasız direnişi” yılların gazetecilik deneyimiyle tarih ve siyaset üzerinden okuyarak “Tanklar Kabe’ye Dayanmadan” adlı yeni kitabında okura aktarıyor.
Batı dünyası gerilerken, doğu yani kadim dünya yeniden diriliyor. Bu dirilişin emareleri artık saklanamayacak kadar fazla. Her ne kadar Amerikalılar ve Avrupalılar bu yükselişte sadece Çin ve Hindistan’a odaklamışsa-ki aslında bu da bir tarih hırsızlığıdır- İslam coğrafyasında da yeniden dirilişin muştuları hissediliyor. Batı Dünyası egemen olduğu tarih yazımında da İslam medeniyetini es geçmiştir. Batı’nın bu tarih hırsızlığı, kendi sunduğu, kan ve barutla yazılan ve gözyaşları üzerine inşa ettiği sözde medeniyete güçlü itirazın gerçekte Pekin ve Yeni Delhi’den değil İstanbul, Bağdat, Kahire ve Mekke’den yükseleceğini bilmenin getirdiği asırlık korkudan. Batılı paradigma için İslam’ın can verdiği her nokta potansiyel tehdittir ve ilk fırsatta yok edilmelidir. O nedenle ki yüzyıllardır amansızca, topraklarımıza saldırıyor, kadın ve çocuk demeden katletmeye devam ediyorlar.
30 YILLIK KAOS VE YIKIMIN TAHLİLİ
Ne var ki İslamin doğduğu ve dünyaya yayıldığı bereketli toprakların mensupları direnmeye devam ediyor ve umudun diri kalmasını sağlıyorlar. İslam medeniyeti yeniden dünyaya ruhunu nakş edecekse -ki edecek- bu yükselişin merkezi de Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasından başka bir yerde olmayacaktır. Yeni Şafak gazetesi ve TVNET haber kanalı genel yayın yönetmeni İbrahim Karagül’ün, Ketebe Yayınları tarafından yayımlanan “Tanklar Kabe’ye Dayanmadan” adlı yeni kitabında işte bu yeni yükseliş döneminin emarelerini hepimize sunuyor.
Karagül, kitabının ilk bölümüne başlarken, İbn-i Haldun’dan nakşettiği epigrafta, “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.” aslında kitabın ana fikrini de bize vermiş. “Tanklar Kabe’ye Dayanmadan” okuyucuya son 30 yılda, önce “Yeni Dünya Düzeni” ve 11 Eylül 2001’den sonra “Terörle Küresel Savaş” etiketleri altında coğrafyamıza yönelik işgal dalgasının haritasını sunuyor. ABD kaos ve yıkım imparatorluğunun, İslam coğrafyası üzerine nasıl bir kabus gibi çöktüğünü, medeniyetimizin kadim şehirlerini birer birer tarumar ederken, kuklacıların bölgemizdeki kuklalarını kendi çıkarları için nasıl kullandığını coğrafyamızın kılcal damarlarına kadar tanıyan deneyimli bir gazetecinin gözüyle bizlere aktarıyor. Henry Kissingerlar, Samuel Huntingtonlar vb. tarafından üretilen “Mezhep Çatışması” ve “İslam kendi içinde savaşacak” projelerinin, ABD, İsrail ve İngiltere tarafından nasıl yeni Sykes-Picot planlarını devreye sokmak için kullanıldığının bir dökümünü her bölümü okurken hayretle bir kez daha görüyor ve hafızamızı yenileme şansı ediniyoruz.
İSLAM’A VURULACAK SON DARBE
İbrahim Karagül’ün kitabı esas olarak Irak’ın ABD tarafından ikinci kez işgal edildiği 2003 sonrası gelişmelere odaklanıyor. Şüphesiz ki, 2003’te başlayan ve günümüze kadar devam eden işgal ve yıkım süreci, Cebelitarık’tan başlayarak, Babül Mendep’e ulaşan ve oradan Malaka boğazına kadar uzanan geniş coğrafyanın hallaç pamuğu gibi atılmasına sebep oldu. Bu derin sarsıntı sürecinde nihai mücadelenin verileceği iki noktanın kutsal topraklar Mekke ve Medine ile Türkiye sınırları olduğu kitabın öznesini oluşturuyor.
Özellikle Irak’ın işgali sonrası iki milliyetçi damarın Ortadoğu’da canlandırılmayı hedeflendiği görülüyor. Bunlardan birisi Pers milliyetçiliği diğeri ise Arap milliyetçiliği. Bu iki yükselen milliyetçilik dalgasının çatışması, Batılılar tarafından Şii-Sünni çatışması kılıfında formüle edildi. Pers milliyetçiliği canlandırılır ve Batılı güçler tarafından İran’ın önü, kadim İslam coğrafyasına nüfuz etmesi için açılırken, diğer yandan Suriye’de yaşanan iç savaşa paralel olarak, DEAŞ terör örgütü, laboratuvarda büyütülerek, Sünni dünyanın içine zerk edildi. Böylece hem İslam bir kez daha tüm dünya için tehdit unsuru ilan edilirken, diğer taraftan İslam dünyasının kendi içinde çatışmasının da yolu açıldı. Karagül, bu yolun sonunu ve büyük bir felaketin kapılarını açacak gelişmeyi ise tankların Kabe’ye dayanması olarak nitelendiriyor. İbrahim Karagül, tüm bu karanlık süreci, aktörleriyle ve detaylarıyla birlikte kitabında işleyerek, kuklalara değil kuklacıya bakmamız gerektiğine işaret ediyor.
HEDEF TÜRKİYE CEPHESİ’Nİ BOŞA ÇIKARMAK
Sayfalar ilerledikçe küresel yerleşik düzeninin, coğrafyamız üzerinde yıkım planlarını, iç çatışmalar ve milliyetçilikler üzerinde olgunlaştırırken, Türkiye’yi nasıl bu planlara koşut olarak dizayn etmek istediğini de bizlere gösteriyor, okuyucuya paralel bir güncel tarih ve siyaset okuması sunuyor. 28 Şubat Süreci, Ekonomik Krizler, FETÖ’nün devlet içine yerleştirilerek büyütülmesi, Gezi Parkı Kalkışması, PKK’nın hendek terörü, terörün Suriye sınırımıza yerleştirilmesi ve Arap dünyası ile Ankara’nın bağlantısının kesilme çabası, 17/25 Aralık darbe girişimleri ve nihayetinde 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminin, nasıl bölgesel dizayn planlarıyla içiçe geçtiğini ve “Türkiye Cephesi”nin nasıl boşa çıkartılmak istendiği, kitabın satırlarında görmek mümkün.
Karagül kitabında Türkiye’nin güney sınırında, Fırat Kalkanı Harekatı ile başlayan, Zeytin Dalı Harekatı ile Afrin’de devam eden ve Fırat’ın doğusuna uzanacak direnişinin de aslında sadece Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğü için değil, bir coğrafyanın 21. yüzyıldaki kaderini tayin etmek adına verdiğini savunuyor. Bugün Afrin’de verilen mücadelenin, tarihin geri dönüşünü sağlamak isteyenler ile ona mani olmak çabasındakiler arasında yaşanan büyük mücadelenin bir parçası olduğuna sayfalarda işaret ediliyor. Karagül, Türkiye’nin sınırları içinde ve dışında verdiği bu mücadeleyi “acımasız direniş” olarak formüle ediyor. Selçuklu’yu ve Osmanlı’yı doğuran Anadolu coğrafyasının yüz yıllık nadastan sonra yeniden uyanışı “Tanklar Kabe’ye Dayanmadan” ile okuyucuya sunuluyor.