Yazar Yalvaç Ural, uzun yıllar çıkardığı çocuk dergileri ve kaleme aldığı yüze yakın kitabıyla çocukların “Yalvaç Abi”si olmaya devam ediyor. Bu yıl “Çocukluk Şenliktir” temasıyla düzenlenen 41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın da Onur Konuğu olan Ural, “Hayatımın yarısını çocuklara ayırdım. Çocuklar toplumun geleceğidir” diyor.
Yaşamını dergicilik, yazarlık ve yayıncılıkla geçiren, elliyi aşkın dergi ve yüzün üzerinde kitapla dünün çocuklarına olduğu gibi yarının çocuklarına da zengin bir miras bırakan Yalvaç Ural, bu yıl “Çocukluk Şenliktir” temasıyla düzenlenen 41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu. Öğretmen bir anne ve kitapsever bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Ural, başta yetişkin şiirleriyle başladığı yazarlık kariyerinin dümenini çocuklara doğru kırıyor ve yüz binlerce çocuğun gönlünü fetheden dergilere imza atıyor. Bir dönem dünyanın 3. en çok satan çocuk dergisi MİÇO ile özdeşleşen isim oluyor. Çıkardığı sihirli kitaplarla, Zıpır Bilmeceler’le çocukları mizahi bir dil ile yakalıyor ve adeta pelerinsiz bir kahraman gibi kalplerini kazanıyor. Onlar için sıradan bir yayıncı değil, “Yalvaç Abi” oluyor. Türkiye’de çocuk edebiyatının duayen isimlerinden yazar Yalvaç Ural ile 41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu olması vesilesiyle bir araya geldik.
Benim annem öğretmendi, babam ise Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çalışıyordu. Biz yedi ayrı ilçede dolaşarak sonunda İstanbul’a geldik. Kars- Sarıkamış, Tokat-Artova, Konya- İçeriçumra- Ereğli-Karapınar, Edirne-Uzunköprü ve sonunda İstanbul… Düşün Türkiye’nin bir ucundan Kars-Sarıkamış’tan Edirne’nin Uzunköprü’süne giden bir yol… Hemen hemen her yerde 4-5 sene kalarak geçen bir yaşam… Bizim iki ayrı sandığımız olurdu. Büyük sandıklar… Bu sandıkların bir tanesinde ev eşyaları olurdu. Diğerinde de bizim elbiselerimiz, oyuncaklarımız ve anne-babamın kitapları. Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden olan annem, Mevlânâ’nın 18. göbek torunuydu ve şiire meraklıydı. O yüzden annemin öğretmen olması, dili iyi bilmesi, babamın da ilgili olması önemliydi. Bizim evde her akşam yemeğe oturulduğu zaman herkes bir şiir okurdu. Babam, Namık Kemal’den Tevfik Fikret’ten; amcam Cahit Sıtkı’dan okurdu. Ben de babamın ezberlettiği, Ömer Bedrettin Uşaklıgil’in “Başaklardan kundağın…” diye başlayan şiirini okurdum. Hatta hala aklıma geldikçe okurum: “Başaklardan kundağın, Bağ, bahçe solun, sağın; Yıldızlar oyuncağın… Ağlama güzel çocuk!”
Tabii. Bir de öğretmenler o zamanlar ucuz kitaplar basarmış. Annem bir gün bana on kitap getirdi: Rıza Tevfik, Neyzen Tevfik, Şair Eşref, Mevlânâ, Ömer Seyfettin, Süleyman Nazif gibi şairlerin kitapları vardı. Yıllar sonra ben Milliyet’te yönetici olduğumda o çocukluk aklımdaki kitaplarla on kitaplık bir dizi hazırladık. Çok beğenildi ve çok satıldı onlar.
BENDE KURGU YOK DENECEK KADAR AZDIR
Bir gün biri bana “Yalvaç Abi yazarlar çocukluğundan beslenir mi?” diye sordu. Evet beslenir! Benim bu beslenmelerde edindiğim bilgiler, donanımlar yansıdı. Gördüğüm ayrı ayrı kültürler, yöreler, konuşmalar ve lehçe farklılıkları, kopmayan ama tayin sebebiyle iletişimi kopan arkadaşlıklar, duyduğum deyimler, atasözleri, adını öğrendiğim yeni ağaç cinsleri ilk kez yediğim yemişler… Hepsi benim yazdıklarıma yansırdı. Mesela Karapınar’da 16 yaşımda yaşadıklarımın daha sonra hikâyelerini yazdım. Karapınar, çok ilginç bir yerdi; bozkırda bir yer küçücük bir deresi var, obrukları var, bir tane acı gölü ve dünya harikası bir Meke Gölü var. Buradaki yaşamımdan inanılmaz öyküler çıktı. Hatta bunlardan bir tanesini İngilizce’ye çevirdiler ve Oxford University Press onu bastı. Yetinmedi, daha büyük bir yaş grubu kitabına dönüştürdüler, sesli kitap gibi CD’ye bastılar. Ve Türk yazarı olarak yalnızca Sait Faik Abasıyanık ile benim olduğum bir antolojiye eklediler. Çok mutlu oldum. Bendekiler hep yaşanmışlıktan çıkan hikâyeler. Bende kurgu yok denecek kadar azdır. Ben ancak olan bir öyküyü yan unsurlarla beslerim. Ama olmamışın üstüne katmam. Çünkü benim inancımda şöyle bir şey var: Kurgu kitap ancak Jules Verne gibi yazılır. Jules Verne Futuristtir, yani geleceği görür onun çevresinde yazar. Şimdi tabii birçok genç yazar, yaşamın gelişimiyle birlikte üretilen teknolojiyle yeni düşler kurarak ileriye dönük bir şeyler yazmaya çalışıyorlar. Bu doğru. Eğer bu teknik gelişimini ele geçiren gereçleri inceleyerek onların yeteneğini öğrenerek sen bir kurgu yapıyorsan tamam.
Ben yetişkin şiirleriyle başladım. On sene dergilerde şiirler yazdım. Ama kitaplaştırmadım onları. Sonra bir öykü kitabı yazdım. Bir yazarın çocukluk dönemini anlatan öyküler kitabı olarak göndermiştim. Bu öykü kitabım Kültür ve Turizm Bakanlığınca basıldı. Ama çocuk edebiyatı içerisinde basıldı. 1977-1978 yıllarında Milliyet’te kadrosuz çalışmıştım. O zamanlar patronlar kadrosuz eleman çalıştırmaya bayılırdı, “Biraz işi öğrensin” diye. Oyalarladı tabii. Ben de önce Milliyet Çocuk’ta başladım sonra Milliyet Kardeş dergisini çıkardım. Başımda iki usta vardı: Ülkü Tamer ve Tarık Dursun K. Bu iki isim, kendilerinden önceki çocuk dergileri 5 bin satarken çocuk dergilerinin satışını 50-100 bine çıkarmış insanlar. Biz önce Tarık Dursun K. ile beraber Milliyet Kardeş’i, okul öncesi bir dergi olarak çıkardık. Ancak şöyle bir tablo ile karşı karşıyaydık: Bize Makedonya’dan yazarlar geldiği zaman baktık ki 30 bin Türk’ün yaşadığı ve çocukların en fazla 5-10 bin olduğu şehirlerde Kuş, Sevinç, Tomurcuk diye üç farklı dergi çıkıyor. Ayrıca Birlik ve Tan gazetelerinin de çocuk ekleri var. Yani 10 bin çocuğa beş farklı yayın çıkıyor. O zaman Tarık Abi dedi ki “Burada bir biz varız, bir Tercüman Çocuk var. Doğan Kardeş bir çıkmış bir çıkmamış…” Dolayısıyla yaptığımız okul öncesi dergi satmadı. Çünkü okul öncesi dergiyi anne ve babanın alması lazım. Anne ve babada bu bilinç yoksa önce bu bilinci oturtmamız lazım. Biz önce Emlak Bankası ile konuştuk. Dedik ki, “Anne babalar sizde hesap açsın, dergi alsın. Sizin için de büyük reklam” Emlak Çocuk Dergisi’ni bu işe inandırdık. Onları her ay 200-250 bin basıyorduk. Sonra 750 bin baskı ile Ziraat Bankası, Başak Çocuk dergisi girdi araya. Sonra 100-150 bin baskıyla Vakıflar Bankası ve Vakıf Çocuk, 200 bin ile de Sümerbank. Bankalarda, satış yerlerinde her yerde çocuk dergileri vardı… Andolu’nun her yerinden binlerce mektup geliyordu. Arkadaş köşesi, bilmece köşesine. Bir soru soruyor, cevabını bilene kitaplar gönderiyorduk. Milliyet Kardeş, Milliyet Çocuk 1 milyonun üzerinde bir tiraja çıktı. Bu ne demekti? Bütün çocuklar onu okudular.
MİÇO YALVAÇ ABİ OLDU
Okul gezilerinde, imza günlerinde çocuklar bana, “Yalvaç Abi, Yalvaç Abi” diye seslenmeye başlayınca Milliyet’e yuvarlak bir logo yapıldı. MİÇO’nun O’sunun içine Yalvaç Abi oturtuldu. Yani MİÇO, Yalvaç Abi oldu. Bir dönem dünyanın 3. en çok satan çocuk dergisi haline geldik. 1. Amerika’da Walt Disney’in çıkardığı bir dergiydi. 2.’si de yine Almanya’da Walt Disney’in çıkardığıydı. 3.’sü de MİÇO. Ayda 450-500 bin satarak 1 yılda 6 milyon, 10 yılda 60 milyon sayıya ulaştık. Ve hatta bazı zamanlarda eski sayılarımızı derginin içinde armağan olarak veriyorduk. Bana gelen mektuplar “Yalvaç Abi” diye geliyordu. Çocuklar amca-dayı pek sevmez. Hatta bir okurumla karşılaştık, yanında oğlu vardı ona dedi ki, “Bak bu adam benim Yalvaç Abi’m senin de Yalvaç Amcan olacak. Sen de onun kitaplarıyla büyüyeceksin.” Çocuk bir sinirlendi ona, “Senin amcan olsun, benim abim o!” dedi.
Olmaz olur mu, 11 kişilik bir kadrosu vardı. Şu an herhangi bir gazete ekinde en fazla 3-4 kişi vardır. Bakın ben çok önemli bir şey yaptım. Bu toplumun her zaman gözünden kaçmıştır. Milliyet’ten dört defa ayrıldım, beş defa geri alındım. Ya istediğim olmadı, ya istenen şeyler yapılmadı ya da düşüncelerimi kabul ettiremedim birilerine. Amabenim bu işleri daha iyi yapacağımı sezip beni aldılar.
Yayınevini kızım Burcu kurdu. Ben miras olarak kızıma sadece ismimi bırakabildim. Burcu da donanımlı bir çocuktur. Şimdi hem Marsık Yayıncılık’ta hem de Yalvaç Abi Yayınevi’ni yürütüyor. Küçücük bir çocuk kitapçısının karşısına açılan kocaman bir yayınevi karteli ile mücadelesini anlatan bir filmden etkilenmiş. Bunun üzerine ve “Ben neden sadece çocuklar için bir kitabevi açmayayım Türkiye’de?” diye düşündü. Şimdi her dilden çocuk kitapları satıyor.
Günümüzde çocuklarımızı kitaplardan uzaklaştırmaya, çocuklarımızın vatan, millet ve insan sevgilerini zedelemeye ve hatta kendi halk kahramanlarımızı yok etmeye yönelik bir çaba var. Bu çabanın en büyük göstergesi de bilgisayar oyunları. Ben bunu uzun süredir dile getiriyorum. Maalesef sadece bizim çocuklarımıza değil, tüm dünya çocuklarına dayatılıyor. Örneğin, “Age of Empires”da benim için Barbaros’tan daha yüksekte olan hatta Kanuni Sultan Süleyman’ın bile çekindiği adamlardan biri olan “Dragut” yani Turgut Reis’e karşı savaşıyorsun. Ya da “Battlefield” isimli oyunda Çanakkale’de savaşıyorsun. Düşünün binlerce şehit verdiğimiz, bizim için kutsal olan topraklarda geçiyor. Çocuklar, Çanakkale’de İngiliz askeri oluyor, Türk askerini öldürüyorlar. Hiç kimse kusura bakmasın ana babalar da dahil olmak üzere bu toplum çocuklarını sevmiyor. Halbuki çocuklar toplumun geleceğidir. Ben neden çocukların iyi yetişmeleri için iyi şeyler yazmaya, gayret ediyorum? Neden hayatımın yarısını onlara ayırdım? Çünkü önemli olan tek şey onlar. Onun dışında Türkiye’de çocuk kitaplarıyla ilgili kötü giden bir yayıncılık furyası olduğunu görüyorum. Neredeyse her yayınevinin bir çocuk bölümü var. Bu güzel, ama dikkatli de olunması gereken bir durum. Annem derdi ki; “İlkokul öğretmeniysen, bir daha silinmezsin. Çocuklar seni muhakkak hatırlarlar.” Aynı şey çocuk kitapları için de geçerli. En zor alandır okul öncesi çocuk, temeli oluşturur. Dil çok önemlidir.
Yazılmış ama basılmayı bekleyen en az 10-15 kitabım var. Masallarım, öykülerim, şiirlerim var. İlerleyen zamanda geçmişte yazdığım yetişkin şiirlerini de bir kitap halinde yayınlayacağım. Bunlardan sonra da yazacaklarım var. Nazım’ın da dediği gibi giderayak yazacağım çok şey var… Yapmam gereken görevlerim var. Klasik bir şeyler yapmak yerine fütüristik geleceğe yönelik şeyler yapmam gerek. Bunlardan biri Mavi Eşek ile Aslan, bugün Belarus’ta basıldı. Aslında bir fabl. Ama fablın hayvanları ile yazar ve çizer arasında bir kavga var. Hayvanlar, yazar ve çizere karşı çıkıyor, “Sen büyük bir yaratıcı değilsin, senden akıl almayacağız” diye. Bu serinin son kitabında da yapay beyin ile yazar aslana karşı savaş açıyor. Böyle bir hikâye tasarım var.
ESERLERİM 41 DİLE ÇEVRİLDİ
Ben de bu insanlara layık olmak için bunu sürdürmeye çalışıyorum. Benim yüz tane kitabım var. Bunun 30-40’a yakını sihirli kitaplardır. Milliyet’te yayıncılık yapmam dışında 51 farklı çocuk dergisi çıkardım, lisanslı lisanssız. Bunların içerisinde dört tanesinin yayın yönetmenliğini üstlendim. Eserlerim 41 farklı dile çevrildi. Arnavutça, Sırpça, Hırvatça, Almanca, Rusça, Korece ve Arapça… Şimdi yine Kore’de Sümer Masalları adlı kitabım basılıyor. Ve inanır mısın? Kendimin tembel olduğunu düşünüyorum. Çünkü yazmam gereken daha çok şey var.
Çocuğu çocuk yerine koyarsan, bunu yemez. Çünkü şimdiki çocuklar bebek arabasında çizgi film izliyor. Bizim çocuk yaşımızda bilmediklerimizi şimdi bebekler biliyor. Hem aileden gelen bilgiler hem de Mesnevi’den yaptığım son okuma ile Mevlânâ’yı yazdım ben. Ailemizin öyküsünü de anlattım. Bu kitabı görüp bana “Çocuklar bundan anlar mı?” diye gelenler oldu. Ben de dedim ki, “Önce sen anlayacaksın, sonra çocuğa seçip okuyacaksın.” Yaşam hızla ilerliyor. Bu arada da dünyayı dizayn etmek isteyen bazı kuklacılar var. Dünyayı yönettiğini zanneden ülke, dünyayı tek bir ülke gibi yönetmek istiyor. Kötülerin planları içerisinde acıma duygusuna yer yok. Eğer acıma duygusu olsaydı bugün Gazze bu hale gelmezdi. Sen orada hastanedeki çocukları nasıl bombalarsın? Üstelik daha bir süre önce Hitler zulmün görmüş, hapishanelerde gençlerini kaybetmişsin. Şimdi senin Hitler’den farkın var? O yüzden bizim toplumumuz, bizim ülkemizi kuran adamları daha anlayamadı. Daha anlayamadığı için biz şuan böyleyiz. Yoksa biz çoktan Almanya’yı amerika’yı sollamıştık, inan bana.
Bu fuar benim için şöyle önemli ilk defa -ki geç kalınmıştır bu- çocuklarımız bu fuarın sahipleriler. Aslına bakarsanız bu fuarın en büyük gezgini ve kitap alıcısı zaten çocuklardır. Benim Onur Yazarlığım kimilerine göre geç kalınmış bir onur yazarlığı. Ama önemli değil. Ben görevimi yaptım: Koç Müzesi’nde Yalvaç Ural Koleksiyonu’m var. Maltepe’de 15 bin kitaplık bir Yalvaç Ural Kütüphanem var. Isparta’da, babamın memleketinde bir kütüphanem daha var. Şimdi Kabataş Lisesi’nde -bu haberi ilk sana veriyorum- Yalvaç Ural Kütüphanesi ve Yaşayan Müze gibi bir şey hazırlıyoruz. Benim kitaplarım 41 dile çevrildi. Bundan sonra daha fazla dile ulaşması için çalışıyorum. Gittiğim yerlerde bilgisayar oyunlarıyla ve çocukların geleceğini dizayn edenlerle ilgili anne babalara bir şeyler anlatmak istiyorum. Çocukları vatan sevgisini geliştirmek istiyorum. Bundan sonra yapacaklarım budur.