Sanatçı Savaş Çevik, 45 yıldan bu yana hüsn-i hat üzerine çalışıyor. Aynı zamanda grafik tasarımcı olan ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde tipografi üzerine uzun yıllar eğitim veren, bugünde aynı alanda Haliç Üniversitesi’ndeki görevini sürdüren Çevik, Prof. Emin Barın’ın sayesinde hat sanatıyla ilgilenmeye başladığını söylüyor. Çevik, “Ben akademide aldığım eğitimin kat ve kat fazlasını Emin Hoca’nın atölyesinde aldım. Gerçek akademi orasıydı. Çünkü her konuda uygulamalı bir ders gibiydi” diyor.
Hat sanatçısı Savaş Çevik, modern ve klâsik çalışmalarıyla bilinen önemli bir isim. Çevik, 1974’de, Emin Barın’ın yönlendirmesiyle hat sanatıyla ilgilenmeye başlamış. Dönemin en önemli ustalarından dersler alarak hat sanatında ilerlemiş. Bir yandan da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Grafik Tasarım bölümünde tipografi alanında uzun yıllar akademik çalışmalar sürdürmüş. Çevik, bugün Haliç Üniversitesi’nde Grafik Tasarım bölümünde hocalığa devam ediyor. Çevik Hoca ile hat sanatının dününü ve bugün geldiği noktayı konuştuk.
Grafik sanatlar Latince “Graf” sözcüğünden türemiştir ve Latince yazı anlamına gelir. Dolayısıyla grafik sanatlar da yazı ile iletişim sanatıdır. İnsanoğlunun ilk kültürel, sanatsal etkinliği yazıdır. İnsanlığın ortak malı ve bütün kültürlerin çıkış, temel noktasıdır. Edebiyattan teknolojiye her alan yazı önceliğinde başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında yazı, bütün milletler için olduğu gibi bizim için de önemlidir.
Eski Roma’da görülen taş üzerine yazı yazarak oluşturulan ilânlar olsa da grafik sanatlar bugünkü anlamıyla 19. yüzyılda belirmeye başlıyor. Yani sanayi devrimiyle... Grafik de, hat da yazıyı kullanır. Yazı grafik tasarımın yüzde 70’idir. Yazının oluştuğu estetik biçimler, optik denge gibi kurallar iki alanda da mevcuttur. Harfler, yüzyıllar boyunca optik denge kurallarına göre şekil almış. Harflerin anatomisi bu kurallara göre oluşmuştur. Bu anatominin kullanımı, hat sanatındaki istif yani kompozisyon, grafik sanatlar için de geçerli temel bir kuraldır. İkisinin temel felsefesi aynıdır.
SANAT HAYATINI DEĞİŞTİREN TANIŞMA
Aydın Lisesi’ni bitirdikten sonra, ressam olmak isteği ile o zamanki adı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavlarına girdim ve kazandım. Önce resim bölümündeydim. Ardından dekoratif sanatlar bölümü, grafik kürsüsüne geçiş yaptım. Orada Prof. Emin Barın’la tanıştım. Bu tanışma sanat hayatımı değiştirdi. Malumunuz Emin Hoca hem mücellid, hem hattat, hem tipografi-kaligrafi ustasıydı. Fotoğrafla, matbaayla, baskı sanatıyla da ilgilenirdi.
Evet, Hâfız Mehmed Tevfik Efendi önemli bir hattat. Emin Hoca’nın derslerde hat sanatıyla ilgili hikâyeler anlatması benim bu alana karşı bir merak duymamı sağladı. O zamana dek hat sanatçısı olmak gibi bir hedefim yoktu. Fakat Hocam bir gün, “Çocuklar, hattatların gözü çok hassastır. Hat sanatında başarılı olmak için taklit yeteneğinin kuvvetli olması gerekir. Çünkü hat sanatının eğitimi taklitle başlar” dedi. Bu sözü bende büyük bir etki uyandırdı. Taklit yeteneğimin kuvvetli olduğunu bildiğim için, hat sanatında başarılı olabileceğimi düşündüm.
Emin Hoca’nın yönlendirmesiyle, yine Emin Hoca’nın atölyesinde devrin ünlü hat sanatçısı Kemal Batanay’dan dersler almaya başladım. Her hafta perşembe günü burada ders alıyordum. Bilâhare Hamid Aytaç Hoca’ya, Hattat Prof. Dr. Ali Alparslan’dan dersler aldım.
BARIN HAN’DA PERŞEMBE TOPLANTILARI
Çemberlitaş’ta, Boyacı Ahmet Sokağı’ndaki bu atölyedeki hatıralar benim için çok değerlidir. Bu han hâlâ da duruyor. Hoca’nın bu binanın giriş katında bir mücellithânesi vardı. Burada özel sanat çalışmalarını sürdürürdü. İkinci katı ise kendi koleksiyonuna ayırmıştı. Burada perşembe günleri öğleden sonraları geleneksel hâle gelmiş toplantılar yapardı. Devrin bütün hattatları, sanatçıları, tarihçileri, ileri gelen devlet adamları bir araya gelir ve konuşurlardı. Bunların içinde dönemin cumhurbaşkanı genel sekreteri Fuat Bayramoğlu da vardı, Doğan Kardeş Yayınları’nın sahibi Şevket Rado da… Birbirinden farklı alanlardan, çok önemli isimlerden istifade ederdim.
Evet, Kemal Batanay da oraya gelir, sohbete katılırdı. Ben her perşembeyi iple çekerdim atölyeye gitmek için. Hiç aksatmazdım. Orası tam bir akademiydi. Her konu konuşulur, tartışılırdı. Örneğin dönemin Devlet Arşivleri Dairesi Başkanı tarihçi Mithat Sertoğlu gelirdi. Arşiv belgelerinde bulduğu, ilk defa ortaya çıkan bilgilerden bahsederdi. Henüz tarih kitaplarına geçmemiş bu bilgileri değerlendirirlerdi. Ben akademide aldığım eğitimin kat ve kat fazlasını Emin Hoca’nın atölyesinde aldım. Gerçek akademi orasıydı. Çünkü her konuda uygulamalı bir ders gibiydi.
Hatırladığım kadarıyla benimle beraber Hasan Çelebi, Ali Rüştü Bey, Bekir Pekten, Nuruosmaniye Camii müezzini Recep [Berk] Efendi, Hüseyin Kutlu, Fuat Başar, Hüsrev Subaşı, Turan Sevgili bu alanda çalışan insanlardık. O yıllarda hat sanatı için kullanacağımız kâğıtları bulmak bile mümkün olmuyordu. Âharlı kâğıdı biz kendimiz yapardık. Klâsik yöntemin yanında deneysel tarifler buluyor, uyguluyorduk. Ben mat vernikle, çam sakızıyla da ahar yapmıştım. Kamış kalem zaten yoktu.
Aktarlarda olabileceğini söylemişlerdi. Ben de özellikle tarihi bölgelerdeki aktarlara soruyordum. Kıyıda köşede kalmış olabileceğini düşünerek. Böyle ararken, Eminönü’ndeki Çiçek Pazarı’nın arkasında bir aktara denk geldim. “Kamış kalem var mı?” diye sordum. “Burada bir yerde olacaktı” dediler. Sağa baktılar sola baktılar bulamadılar. Sonra merdivenle çıkıp tezgâhların üzerinden, tozlanmış bir poşet bulup indirdiler. Satılmıyordu herhalde, ucuz bir fiyat söylediler. Ben de pazarlık yapıp hepsini aldım. Çiçek Pazarı’nda ayrıca Bambu kamışlar da satılıyordu. Çiçekleri tutturmak için kullanılıyordu. Biz de onları alıp, kuruturduk ve büyük yazılar yazmak için kullanırdık.
Hat sanatıyla ilgili malzemeler bugün neredeyse herhangi bir kırtasiyede bile bulunabilecek şekilde yaygın. Bu yükseliş ivmesi 1990’lada başladı. IRCICA yani İslam İşbirliği Teşkilatı o yıllarda hat sanatı üzerine yarışmalar düzenledi. Bu da bu yükselişe yardım etti. Bugün genç hattatlarımızın sayısı hayli fazla. Çalışmalar, sergiler, atölyeler her geçen gün artıyor. Bu sanatlara gösterilen ilginin bu düzeylere gelebileceğini hayal edemezdik. Bu bir süreç tabi… Halkın geleneksel sanatlarına olan alakasının artmasıyla ilgili.
Bizim kadîm sanatlarımızın ilerlemesine televizyonun etkisi olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz televizyon, 1970’lerden sonra Türkiye’ye gelse de yaygın biçimde kullanılması 1980’lere rastlıyor. Dolayısıyla televizyonda yer verilen kültür sanat programları, insanlara “Böyle sanatlar vardı” dedirtti. Belki de bu sanatları hatırlattı, yeniden ilgisini çekti. Aynı dönemde bu sanatlara bir hobi olarak başlandı.
Bizim sanatlarımıza hobi olarak başlanması lâzım. Bundan maddî bir beklenti içinde olunmaması gerekiyor. Öncelikle bir meslek olarak bakılmamalı. Eski sanatkârkarların, büyük hattatların hepsi de bu işi hobi olarak sürdürmüşler. Yani ticari amaçla, profesyonelce bakmamışlar. Bu büyük üstatlara baktığımızda ya devlet görevlisi, ya da ticaret erbâbı olduğunu görürüz. Tabi sarayda görev alan, nakkaşhânede bulunan sanatçılar da vardı. Ama bunlar müstesnâdır. Osmanlı’da bizim sanatlarımız bir hobi olarak gelişmiş, yani ticari kaygı duymadan sadece sanat yapmak amacıyla ilgilenilmiş.
Belli bir seviyeye geldikten sonra var tabi. Yetkinlik artınca bir sergi açarsınız, siparişler o dönemde gelmeye başlayacaktır. Ama hedef bu değildir.
Klâsik devam ederken farklı yorumlar olmalı
Bu görüş sadece geleneksel sanatlarımız için değil, bütün sanatlar için geçerlidir. Bir resim sanatı tarihini ele aldığımız zaman farklı dönemlere rastlarız. Primitif dönem, realistler, izlenimciler, dadaistler, hiperrealistler... Bunlar dönem dönem gelişmiş. Hiçbir zaman da klâsik resim anlayışını da zedelememiş. Bu dönemlerde yetişen sanatçıların hepsinin zaten klâsik bir resim eğitimi vardır. Yani non-figüratif çalışanların da bir desen anlayışı vardır. Karşılarına bir model alıp, onun proporsiyonuna uygun desenlerini çizmişlerdir. Bu temel eğitimleri tamamlamadan kendi modern çalışmalarına da geçmemişlerdir. Bu durum, hat sanatında veya diğer geleneksel sanatlarda da geçerli. Klâsik olan devam ederken, farklı çalışmalar da yapılmalıdır. Hat sanatında da farklı akımlar oluşabilir. Bazı akımlar, farklı sanatların doğmasına da neden olabilir. Ona hat değil, grafik sanatlar da demeye başlayabiliriz. Bu sanatın ilerleme sürecinde olması gereken ve doğal olarak hiç kimsenin engelleyemeyeceği bir gelişimdir.
Hocanın kalem tutuşunu öğrenci görmeli
Her zaman usta- çırak ilişkisi sürmeli. Akademik eğitim veya farklı yollarla da eğitim alınacaksa usta ve çırak birebir çalışmalı. Hoca ile öğrenci yan yana oturup, çalışması, birbirlerini izlemeleri gereklidir. Sözlü değil, uygulamalı bir eğitim olması gerekiyor. Başka türlü mümkün değildir. Örneğin internet üzerinden bir eğitim söz konusu olamaz.
Tabi ki. Hocanızın kalemi tutuşunu, kâğıda dokunuşunu, eline almasını, yoklamasını, kalemin gıcırtısını görmeniz, hissetmeniz gerekli.
Sanat dünyamız için bir yapı taşı
Geleneksel sanatlara gençlerin yoğun bir ilgisi var. Bu ilginin katalizör etkisi görmesini sağlayan unsurlardan biri de yarışmalardır. Bu yarışmalar neticesinde verilen ödüllerle pâyelenmek de önemlidir. Bu ödüller genç sanatçıların çalışmalarına katkı sağlıyor. Bu yıl 6’cısı düzenlenen Zeytinburnu Belediyesi Geleceğin Ustaları Geleneksel Sanatlar Tasarım Yarışması” bu bağlamda çok önemlidir. Çünkü yarışma uluslararası düzeyde ilgi çekerken, sanat dünyamızda önemli bir yer işgal ediyor. Ödüllerin yüksekliği de bu ilginin bir nedenidir. Seçim yapmaya zorlanacağımız kalitede eserler geliyor yarışmaya. Geleneksel sanatlarımızın gelişmesinde Geleceğin Ustaları yarışması önemli bir yapı taşı oldu.