Üsküdarlı İhtiyar bir romanın adı. İstanbul’un Üsküdar ilçesinde geçen bu romanı özel kılan ise bir Filistinli’nin kaleminden çıkması. Yönetmen Nevres Ebu Salih’in yazdığı roman, Mihrimah Sultan Camii etrafında geçiyor. Manevi yolculuğunu yaşlı bir Üsküdarlı üzerinden anlatan yazar, amacının İstanbul’un büyülü havasında içsel bir yolculuğu anlatmak olduğunu söylüyor. “İstanbul’daki kaosun ve ego çatışmalarının Üsküdar ve camilerinde dinginliğe dönüştüğüne vurgu yaptım” diyen Salih, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Romanın tüm bölümlerinde bir film izliyormuşsunuz gibi yaşayabilirsiniz. Ben bu hikayeleri diyalog oluşturmadan yaptım. Olaylar cami, ibadet edenler, caminin içinden geçenler, onların etrafını saran güzellikleri ve İstanbul’daki estetik görüntüyü taşıdım satırlara.”
Yedi ay Üsküdar’da yaşadım. Bu süreçte Üsküdar’ın manevi ortamından çok etkilendim. Bir kitap yazmak istiyordum. Ben de buradan yola çıktım.
Evet 13 şehirde kendi filmlerimi gösterdim. Bu benim için çok güzel bir tecrübe oldu. Türk halkını yakından tanıdım. Filistin meselesiyle nasıl ilgili olduklarını gördüm. Üsküdar’a da o dönemde gelmiştim.
Hayır, o tamamen hayalimde oluşturduğum bir kahraman. Yaşlı adamın hikâyesi ve manevi yolculuğunda gerçekleşen olayları anlatıyorum. Daha çok manevi bir arayış var. Mihrimah Sultan Camii’ni merkeze aldım.
Romanın tüm bölümlerinde bir film izliyormuşsunuz gibi yaşayabilirsiniz. Yönetmenlik deneyimim ve senaryo yazmamın bunda etkisi oldu. Ben bu hikayeleri diyalog oluşturmadan yaptım. Olaylar cami, ibadet edenler, caminin içinden geçenler, onların etrafını saran güzellikler ve İstanbul’daki estetik görüntüyü taşıdım satırlara.
Bilinmeyenle ilgili felsefi boyutlara aktarmayı çalıştım. Yaşlı adamın sırrını araştırırken, onun taşımak zorunda olduğu en soylu şey nedir sorusunun peşinden gittim. Yaşlı adamın secdeye eğildiği caminin ayrıntılarını tasvir ettim.
Filistinli olmam bu romana fazla yansımadı. Ancak mistisizm, nostalji ve estetik değerleri anlatırken Filistin’in ruhunu da taşıdım elbette.
Evet, ney içsel yolculukta dinginliğin sağlanması için önemli bir imge. İstanbul’un çalkantılı yaşamında ney çalmayı öğrenerek, eski bir Üsküdarlı olmanın nasıl hissettireceğini deneyimliyor.
Ben tasavvufa önem veriyorum. Tasavvuf Allah’ı aramaktır. Bunun yöntemi her yerde farklı olabilir ama merkezde Allah’ı bulma çabası yatar.
Evet var. Türkiye’de tasavvuf denilince Konya ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin yolu anlaşılıyor. Ben de Konya’yı ziyarete gittim. Orada çok güçlü bir manevi atmosfer var. Arap dünyasında ise Mısır, Ürdün, Şam, Yemen ve Fas gibi ülkelerde birbirinden farklı tasavvuf öğretileri var. Türkiye’deki gibi bazı Arap ülkelerinde de müzik ve toplu zikir var. Dediğim gibi yöntemler farklı olsa da hepsi Allah’ı arıyor.
Bir gazeteci arkadaşımın İsrail’e verdiği mücadeleyi konu alan “Kıyık” filmiyle Cannes Film Festivali’ne katıldım. 1987-2011 yılları arasında Filistin meselesini işlediğim “Büyük Gelen Palto” filmini çektim. Daha sonra da kendi hayat hikayemi anlattığım “Ateşkes” adlı kısa filmle Cannes Film Festivali’nde ödül aldım.
Amerikan Başkanı Donald Trump’ın 7 İslâm ülkesine uygulamak istediği vize yasağını konu alan bir kısa film çektim.
“Bizim filmlerimizi bizden başka kimse yapmayacak. Çünkü bizi bizden başkası bilemez” demiştim. Hollywood’da Peygamberleri anlatan filmler çekiliyor. Ancak gerçekle ilgisi olmayan bir şekilde yansıtıyorlar her şeyi. Biz her seferinde bu filmlere lanet okuyoruz. Eleştirmek yerine dinimizi, tarihimizi ve kültürümüzü biz anlatmalıyız. Hollywood “Rumi” diye bir film çekmek istiyor. Onlar nasıl Rumi’yi anlatacak..? Tamamen kendi bakış açılarını yansıtacaklar. Ben buradan sesleniyorum. Bu filmi Türkler’in himayesinde biz çekelim. Rumi’yi onlar değil biz anlatalım.