Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e bir adam gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana bir tavsiyede bulun?” dedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ona, “Öfkelenme!” buyurdu. O adam, bu soruyu defalarca sordu. Allah Resûlü (s.a.s) ise ona her seferinde, “Öfkelenme!” diyerek nasihatte bulundu.[1]
Bizler insanız. Yaratılışımız gereği bazen neşelenir, bazen hüzünleniriz. Bazen sükûnetle, bazen de kızgınlıkla hareket ederiz. Bize düşen, olumsuz duyguların esiri olmamak, güzel hasletlerle hayatı anlamlı kılmaktır.
İnsan olarak sahip olduğumuz duygulardan biri de öfkedir. Öfke yerinde kullanılırsa, ailemize, vatanımıza ve değerlerimize saldırıları bertaraf etmemize yardımcı olur. Ancak öfkenin esiri olmak, telafisi güç sorunlara yol açar. Bizi Allah’ın rahmetinden, insanların muhabbetinden uzaklaştırır. Öfkeye yenilmek, toplumda şiddet, huzursuzluk ve kargaşaya sebep olur.
Müminin öfkesi, Hakkın tarafında, batılın karşısındadır. Müminin öfkesi, mazlumun dostu, zalimin düşmanıdır. Müminin öfkesi, iyiler için şefkat ve merhamet, kötülerin önündeki engeldir. Hâsılı müminin öfkesi, hayra anahtar, şerre kilittir.
Öfke aklı örtünce, idrak ve şuur ortadan kalkar. Göz görmez, kulak duymaz olur. Öfke gönlü kuşatınca hisler körelir, kalp katılaşır. Sevgi ve saygı azalır, şiddet ve nefret çoğalır. Öfke nefse hâkim olunca, sabır ve tahammül gider. Lisan, kırıcı; insan, yıkıcı hale gelir.
Maalesef öfkesine yenik düşen insanların ibretlik haberlerini her geçen gün daha fazla duyuyoruz. Ailede, sosyal medyada, trafikte, hayatın farklı alanlarında öfke nice üzücü olaylara sebebiyet vermektedir. Bir anlık öfkeyle akrabalık, dostluk ve kardeşlik bağları kopmakta, geriye kin, nefret ve husumet kalmaktadır. Aileler dağılmakta, ocaklar sönmekte, canlar yitirilmekte, umutlar yok olmaktadır.
Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyuruyor: “O müminler ki, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Öfkelendikleri zaman affederler.”[2] Öyleyse merhameti öfkenin panzehiri yapalım. Yaratılan her cana şefkatle davranalım. Şiddet, nefret ve zorbalığın her çeşidinden uzak duralım. Öfkenin esiri olmaktan af ve bağış yolunu tutmakla kurtulalım. Kalbimizi düşmanlıktan, kin ve intikam duygularından arındıralım.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Gerçek pehlivan güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde kendisine hâkim olandır.”[3] O halde öfkemizi sabırla dizginleyelim. Musibet anında metanetli olalım, soğukkanlılığı elden bırakmayalım. Zorluklar karşısında Allah’a sığınalım. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği gibi öfkelendiğimizde اَعُوذُ بِا للَّٰهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” diyelim. İmkânımız varsa abdest alalım. Ayakta isek oturarak, oturuyorsak uzanarak öfkemizi dindirmeye çalışalım.[4]
Hutbemi Yüce Rabbimizin muttaki kullarını tanıttığı şu ayetin mealiyle bitiriyorum: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlardır. Öfkelerini yenenlerdir. İnsanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.”[5]