Osmanlı dünya ile aynı yıl sinemayla buluştu. İlk milli sinemanın temelleri o zaman atıldı ve Cumhuriyet döneminde de sürdü. Tarihçi Prof. Dr Süleyman Beyoğlu da sinemanın ilk filizlendiği yılları inceledi. Beyoğlu, “Darülaceze, Hilal-i Ahmer, Malul- Gazad, Türk Ocakları, Himaya-i Etfal gibi yarı resmi kuruluşlar gelir elde etmek için hem sinema kurup hem işletmişler ve ilk filmlerde onların katkısı büyük” diyor.
Dünya sinema ile 1895 yılında tanışmış. Osmanlı’da bu yeniliği hemen benimsemiş ve aynı yıl sarayın ardından Selanik, İstanbul ve İzmir’de filmler gösterilmeye başlanmış. Tarihçi Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu kendi araştırmalarını yaparken arşivlerde sinema ile ilgili önemli belgelere rastlamış. Beyoğlu, 1895-1939 yıllarının incelendiği bir kaynak olmadığını tespit etmiş. 10 yıl boyunca tüm arşivlerden sinema konusundaki belgeleri topladığını söyleyen Beyoğlu, “ Cemiyetler hem sinema kuruyorlar hem de işletiyorlar. Sinema Türkiye’de sosyal hayattaki yardımlaşmanın bir aracı olarak da kulanılıyor.” diyor.
Fahreddin Paşa, Topal Osman gibi konuları çalışırken arşivlerde sinemaya dair belgeler gördüm. Sonra, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyetin ilk yılları ile ilgili arşivlere dayalı çalışmanın olmadığını tespit ettim. Osmanlı arşivinden yararlanan bu alanda bir eser yoktu. Bu boşluk kapatılsın istedim. Yaklaşık on yıl boyunca da belgeleri topladım.
Dünyada sinemanın başlagıcı olduğu için aldım. Osmanlı’ya da birkaç ay gecikme ile 1896 yılında geliyor. İlk olarak II. Abdülhami ve ailesi Yıldız Sarayı’nda izliyor. Lumier kardeşler bir kameramanlarını İstanbul’a gönderiyorlar. Hatta o kameramanın çektiği boğaz manzaraları, yalılar, köşkler bugün Fransız arşivinde duruyor.
Sinema İstanbul, Selanik ve İzmir’e eş zamanlı olarak giriyor. İstanbul’da Beyoğlu’ndaki kahvehanelerde gösteriliyor. O yıllarda sinema salonu yok. İlki 1908 yılında Fransız pate şirketi tarafından açıldı. Erkekler önce seyrediyorlar. Sonra ayrı seanslar halinde kadınlara seyrettiriliyor. O zaman pahalı olduğu için Sermet Muhtar Alus, Ercüment Ekrem Talu gibi entelektüeller izliyor. Hatta tren sahnesinde kendilerini yere atıyorlar. Seyirciler tedirgin olup ışıkları yaktırıyorlar. Yani önce saray, ardından entelektüeller ve sonra halka ulaşıyor. Halkta da yeni birşey karşılaşmanın tedirginiliği oluyor elbet.
Bir yeniliği seyredip onun heyecanıyla günlerce birbirlerine anlatıyorlar. Bazı bölgelerde açık sahnelerden dolayı şikayetler oluyor. Mesela Beyrut’a gezici sinema gitmiş. Ardından halkın büyük bölüm tepki göstermiş. Beyrut müftülüğü, “kadınlar ve erkekler ayrı izledikleri için bir sakınca yoktur.” şekilnde bir açıklama yapıyor. Ardından halkın olay çıkarmasını önlemek için rahatsız olan sahneler çıkarılarak oynatabilir diye bir karar çıkıyor. Onun dışında Osmanlı topraklarında genel itibariyle büyük ilgiyle karşılanıyor.
Eğlence amacının dışında bir propaganda unsuru olarak da kullanılıyor. Özellikle birinci dünya savaşı yıllarında sinema filmleri propaganda amaçlı kullanılıyor. Bizim müteffiklerimiz olan Almanlar birçok film oynatıyorlar.
Osmanlı’da yerli sinemanın doğuşu 1907’lere dayanır. Manaki Kardeşler büyükanneleri Despina’yı filme alıyorlar. Bu film Makedonya sinamatik arşivinde var. Sultan Reşat’ın Manastır ve Selanik ziyaretini çekiyorlar. Hatta orada izin almadan çekim yaptıkları için korumalar müdahale etmek istiyor. Padişah bırakın çeksinler diye izin veriyor.
HEM SİNEMA KURUP HEM İŞLETMİŞLER
Ruslar, 1877-1878 savaşında bir şapel ve abidevi bir kule inşaa ediyorlar. İttihat ve Terakki 1897’debu şapeli yıkmaya karar veriyor ve bunu de bir Türk’ün filme almasını istiyorlar. Mekteb-i Sultani’de öğretmen ama fotoğrafçılıktan anlayan Fuad Uzkınay’a çektiriyorlar. Böylece “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı”ilk yerli filmimiz oluyor.
O filmin asıl kaybolmuş. Ancak filmle ilgili sinema haberleri ve fotoğraflar var. Sirkeci’de Lokantacı Ali Efendi sineması var ve bu film orada gösterilmiş. Hatta Cihad-ı Ekber mitingi yapılmış o da filme alınmış. Kurgu film konulu film ise 1917’de Pençe, Casus, Bican Efendi Vekilharç ile başladı. Yarı resmi bir kuruluş Müdafa-i Milliye Cemiyeti çektirmiş. “Merkez Ordu Sinema Dairesi” propoganda amaçlı kullanıyor. Çanakkale’yi, Galiçya’yı, Romanya’daki cepheleri çekiyor. Bunları halka göstermek için çekiyor. Devlet eliyle belgesel film çekilmiş oluyor.Sinemalarda oynatılıyor ve Türk milli filmleri olarak büyük ilgi görüyor. Milli sinema savaşın en kritik yıllarında başlamış. Türkiye Cumhuriyetine de kalmış aynı miras.
Çünkü ciddi bir gelir elde ediliyor. Örneğin Darülacaze’nin en büyük gelir kaynağı sinema biletlerinin üzerindeki pullar. Gazilere yardım eden Malûlîn-i Guzât cemiyeti var.Hem sinema kuruyorlar hem de işletiyorlar. Türk Ocakları kendine gelir sağlayan bir sinema açıyor. Sinema, Türkiye’de sosyal hayattaki yardımlaşmanın bir aracı olarak da kulanılıyor. Düşünün İstanbul’da bir ramazan bayramında günde 9 bin bilet satılmış. Bu bilet gelirlerinin bir kısmı da Hilal-i Ahmer’e bağışlanmış.
Malûlîn-i Guzât cemiyetinin 1919 yılında çektiği ve Ahmet Fehim Efendi’nin yönettiği Mürebbiye diye çok entresan bir film var. Bir konakta çocuklara ders veren Fransız öğretmenle bir Türk’ün yasak aşkını anlatıyor. Film İstanbul işgal altında iken gösterildiği için Fransızlar filmin derhal kaldırılmasını istiyorlar. Almanlar buna benzer bir müdahale yapıyor. “Şarlo Askerde” filminde Almanlar kötü gösteriliyor diye Türklere bir muhtıra veriyorlar ve bu dostluğa sığmaz diyorlar. O zamanki İstanbul valisi, Almanların gösterildiği yerleri çıkaralım ve film gösterimini sürdürelim şeklinde bir karar alıyor.
İsmet Paşa’nın yengesi sinema yangınında ölüyor
Özellikle yangınlar büyük tehlike oluşturuyor. İzmir’de Kokaryalı’da 11 kişi sinemada çıkan yangında ölüyor. Bu faciada İsmet Paşa’nın doktor kardeşi Mithat Bey’in karısı da vefat ediyor. Sinemalarda halk sağlığını korumak için 18 Eylül 1916’da sinema 59 maddelik bir nizamnamesi çıkarılıyor.Makinist odasına kimsenin girmemesi, su fışkırtmalı tertibat kurulması, sigara içilmemesi, en az iki çıkış kapısını olması gibi kurallar geliyor.
Ankara’da 1924 yılında yaşanan bir olay var. Bir sinema salonunda daha önce ilan edilen program yarıda kesiliyor. On bölümlük olması gerekirken bir kısmı gösteriliyor ve devamında bir danscı çıkarıp oynatıyorlar. Halk programa uyulmamasına çok kızıyor. Herşeyi yakıp yıkıyorlar ve sinemayı kullanılmaz hale getiriyorlar. O salonda Milli Savunma Bakanı ve Afgan sefiri de var. Ancak askerler halkın tepkisini haklı bulup olaylara müdahale etmiyor. İlan ettiğiniz programa uymak zorundasınız diye onlar da tepki gösteriyor.
Osmanlı’da daha çok eğlence amacıyla gidiliyor. Cumhuriyet döneminde daha çok eğitim amaçlı olarak kullanılıyor. 44 büyük şehrin halk evlerine ve büyük okulların hepsine sinema makinası gidiyor. TBMM sinema konusuna el atıyor. Kazım Karabekir Paşa sinemacı yetiştirecek kurslar açılması için girişimlerde bulunuyor. Her okula bir sinema makinası alınması, Kızılay ile işbirliği yapıp sinema binalarının inşaa edilmesi, okullarda gösterilmek üzere belgesel filmler hazırlaması gibi önerilerin olduğu bir kanun teklifi sunuyor.
Vapurda film gösterimi yasaklandı
Bu iddialar tamamen yalan. Yasakladığı tek bir şey var. Vapurlarda film gösterilmesine izin vermiyor. Bir sinema şirketi hayriye vapurlarınan birini alıyor ve boğazda çok yüksek fiyatlara sinema izletiyor. Ancak gösterim sırasında vapurda yangın çıkıyor ve büyük bir tehlike atlatılıyor. Abdulhamid bundan sonra vapurlarda film gösterilmeyecek diyor. 1897’de kendisi Berlin sefaretinden film getirtip izliyor. Bir sinemacıya madalya veriyor ve teşvik ediyor. Sinema aletlerini gümrükten muaf tutuyor. Daha sonraki dönemlerde de devletin teşviği sürüyor. Osmanlı padişahlarının hemen hepsi yeniliğe açıktı.