Lisa Feldman Barrett, Beynimizin Parmak İzleri adlı kitabında klasik duygu kuramına bir itiraz getiriyor ve “Kurgulanmış Duygu Teorisi” dediği bir teoriyi örneklerle açıklıyor. Klasik duygu teorisi hepimize okullarda öğretilen, belgesellerde anlatılan bilgilerden oluşuyor. İnsanın öfke, şaşkınlık, sevgi gibi duygularını doğuştan getirdiğini, çeşitli duyguların insan bedeninde farklı aksiyomlara neden olacağını, sözgelimi korkan bir insanın gözlerini büyük büyük açacağını ya da üzülen bir insanın kalp atışlarının yavaşladığını hepimiz duymuşuzdur. İşte böyle değilmiş. Beynimizde her duyguya ayrılmış bir oda yokmuş. Duyguları kendimiz uyduruyormuşuz.
“Duygular, dünyaya karşı verdiğimiz tepkiler değildir; duygular, dünyaya dair gerçekleştirdiğimiz kurgulardır. “ diyen Barret bu güzel yargının etrafında kurgulanmış duygu teorisini bizleri ikna edecek şekilde anlatıyor. Barret evvela ilk bakışta hayvan olduğunu anlayamayacağımız siyah beyaz bir şekil paylaşıyor ve bize ne görüyorsunuz sorusunu yöneltiyor. Arka sayfada ise şeklin hangi hayvan olduğunu gösterip ilk bakışta neden bir anlam veremediğimizi insan yavrusu ile ilişkilendirerek anlatıyor. Beyin, çağlardan beri insanların ve uzmanların ilgisini çeken, hakkında geliştirilen teoriler sürekli çöken ve gelişen bir organ. Fizyolojik olarak bölümlenebilse de iş hisleri açıklamaya geldiğinde beynin hisle ilgili yapısı ve toplamda insan psikolojisi adeta bir kara delik. Barret’in gösterdiği şeklin, daha önce zihnimizde yer almaması, ebatları, rengi, türü ile ilgili bilgi olmamasından ötürü ne olduğunu bilemiyoruz. Fakat tekrar ön sayfaya geldiğimizde şekle bakar bakmaz hangi hayvan olduğunu direkt söyleyebiliyoruz. İşte duygular da bu şekilde kurgulanır diyor Barret, bebeklikten itibaren ilk elden anneden sonrasında toplumdan bulaşır bize duygular. Hatta duygular tek tek değil, duygu grupları halinde beyinde oluştuğu için aralarında ton farkı da oluşur. Sadece oluşma aşamasında kurgulanmaz, dış dünyaya yansırken de toplumdan topluma, insandan insana değişkenlik gösterebilir. Bu safhada verdiği örnekler ise sarsıcı: İlk Irak savaşının başlama sebebinin Iraklı yöneticilerin Amerikan Dışişleri Temsilcisi’ni yanlış anlamasına bağlıyor. Iraklı yönetici, “saldıracağız” uyarısını bir blöf olarak algılamıştır. Çünkü ABD dışişleri görevlisinin saldıracağız derken ki mimik ve jestleri, bir Ortadoğulu’ya göre, blöf yapan bir insanın mimik ve jestleridir. Iraklı yönetici, insan yüzündeki 43 küçük kasa haddinden fazla güvenmiştir diyebiliriz. İkinci olarak bir sporcunun zafer sevincini yakından gösterir bize. İlk etapta fotoğrafın neye ve kime ilişkin olduğunu söylemez. Fakat fotoğraftaki yüzden anladığımız şey kişinin vücudundan bir parçanın koparıldığı andaki acısı ya da bir yakınını kaybetmekten ortaya çıkan ıstıraptır. Barret’in Kurgulanmış Duygu Teorisi sadece psikolojiyi ve tıpı ilgilendirmiyor. Gündelik hayatımızı değiştirmekle birlikte tiyatro, hukuk, sosyoloji gibi alanları da etkileyecek gibi duruyor. Bir oyuncu, tiyatro metninden okuduğu şeyi sahneye yansıtırken içinde bulunduğu toplumun taleplerine karşılık vermek durumundadır. Fakat Hamlet’in yazıldığı 16. Yüzyıl duyguları ile 2018’deki duygular aynı mıdır? Hamlet’in amcasına duyduğu öfkeyi bağırarak, dişleri sıkarak, yumruğunu belirterek, kaşları çatarak, hızlı hızlı nefes alarak oynayan bir klasik kafalı bir oyuncu ile daha modern zamanlara ait, kurgulanmış bir öfke ile oyuncu arasında fark vardır. İlk oyuncu bizi koltuklarımıza bağlayacak bir şekilde atar “Olmak Ya da Olmamak” tiradını. O an etkileniriz, hoşumuza gider. Fakat unuturuz. Öfkeyi sahnede yeniden 2018’e göre kurgulayıp, zamanımıza uygun bir el hareketiyle, suskunlukla, kekemelikle, bağıracaklarını yutmaya çalışmakla aktaran oyuncu ise hem sahnede hem de ömür boyunca unutmayacağımız bir sanatçı olur.
Kitabı okumadan bir ay önce benim de başıma ilginç bir olay geldi. Çok sevdiğim bir arkadaşıma, bana gösterdiği dikkatsizlikten ötürü uzun uzun bağırmış, dayanamayıp ayağa kalkıp el kol hareketleri yaparak bana yaptıklarını anlatmıştım. Öfkem geçtikten sonra muhatabım bana dönüp az önce ciddi miydin demişti. Gerçekten bana öfkelendin mi deyince evet gerçekten öfkelendim dedim sakince. Şimdi inandım dedi. Ya ben gerçekten öfkelenmemiştim ya da öfkemi aktarırken yanlış aktarmıştım. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Fakat bildiğim bir şey var, aynı arkadaşa bir daha öfkelenirsem, onu bulup, sana öfkelendim haberin olsun demem gerektiğini okuduğum bu kitap sayesinde öğrenmiş oldum. Beynimizin Parmak İzleri kendimizi ve insanları tanımamız açısından bir fırsat gibi duruyor. Kitap, Yavuz Türk’ün editörlüğü ve Yasin Konyalı’nın akıcı Türkçesi ile raflarda yerini almış durumda.