Ekonomideki toparlanma havası, adına ‘piyasa’ denen her yerde hissediliyor. Toparlanma ihtiyacı kendi başına bir hava estirmişti. Şimdi de hükümetin sert tedbirleri ile tünelin ucunda ışığı görmek için bekliyoruz.
Türkiye’de değişmeyen bir şey var. Tasarruf söz konusu olunca ilk vazgeçilen şey ‘kültür-sanat’ ile alakalı olanlardır. Mesela eskiden gazetelerde acil bir reklam geldiğinde ilk akla gelen kültür sayfasına konmasıydı. Aslında bugün de baktığımızda çok az gazetenin kültür sayfası olması aynı yaklaşımın sonucu (ulusal gazeteler arasında Yeni Şafak’ın kültür-saant ve sinema sayfalarının bulunması ayrıcalıklı bir durum). Televizyonlarda da durum farklı değildi. Durum o kadar vahimdi ki, RTÜK ceza olarak belgesel yayınlatırdı (hâlâ cezalarda aynı yöntem uygulanıyor).
Her şeyin tematikleşmesi, kültür gazetesi/dergisi/sitesi olması genellikle bahanedir. Kültür televizyonlarının yayına başlaması ya da tematik yayıncılığın da televizyonda geniş yer tutması da bahanedir. Kültür, her zaman ilk vazgeçilen şey olur.
Hükümetin tasarruf tedbirlerinin uygulanmaya başlandığı şu günlerde, tahmin edin bakalım tedbirin ilk uygulandığı yerler nereler? Evet, yine kültür faaliyetleri etkileniyor. İsim veremeyeceğiz ama birçok belediyenin, kültür müdürlüğünün, bakanlıkların kesinti uyguladığı ilk alan kültür sanat faaliyetleri… Bir değil birçok yetkilinin içeriden dışarıya, bize ve başkalarına söylediği ve yakında gözlemlemeye başlayacağımız da budur.
Mesela İstanbul’da bir belediye, tasarruf tedbiri gerekçesi ile sinema akademisi yapmayı bırakmış. Başka bir belediye tiyatro oyunu almamaya ya da çok az almaya karar vermiş. Bir başkası, kültür yayıncılığı anlamına gelen çalışmalara ara vermiş.
Elbette tasarrufun gereği her kaleme ulaşır. Ama kültür-sanatın memleket ve insan için önemini yeniden düşünmemiz lazım. Hele şu günlerde… İnsanın insandan uzaklaştığı, insanı insana vardırmanın yollarının aranması gereken şu günlerde sanatın etkisine sığınmamız gerekirken uzaklaşmanın kime faydası var?
İngilizlerin meşhur başbakanı Winston Churchill’e atfedilen bir hikaye var. Savaş öneminde kabine toplantısı ve bütçe görüşmeleri vardır. Dosyalar gelir ve Churchill bakar ki kültür bakanlığının bütçesi yok. “Neden” diye sorar. “Efendim savaş” derler. Churchill ise “Biz ne için savaşıyoruz beyler” diye cevap verir…
Bunun şehir efsanesi olma ihtimali yüksek. Çok da mühim değil. Ne için savaştığımızın farkında olmalıyız. Geleceği şekillendiren şeyin, bugün bir çocuğun ya da gencin ruhunda herhangi bir sanat eserinin açacağı pencere olabileceğini unutmamalıyız. Sanatın, onarıcı işlevini atlamamalıyız. Popüler ve geçici faaliyetlerin uzağında kalıcılığın ancak kültürel kodlarla oluştuğunu idrak etmeliyiz. Kültür-sanat faaliyetlerine sadece eğlence gözüyle bakmaktan vazgeçmeliyiz.
Sinema sadece eğlence olsaydı 100 yılda dünyayı böyle yönlendirebilir miydi? Müzik sadece eğlence olsaydı fertten topluma kadar duyguları idare edebilir miydi? Tiyatro sadece eğlence olsaydı zamanı anlamlandırmada bu denli etkili olur muydu? Edebiyat sadece eğlence olsaydı gerçeği yeniden kurgulayabilir miydi?
Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesi, genel bütçedeki yeri gibi konulara girmeye gerek yok. Mesele şu; cebindeki son para ile bir ekmek, bir su ve bir kitap alan gençler mi, yoksa ekmek ve suya dahi ulaşmadan başka şeylere parasını veren nesiller mi?
Kültür, ilk fırsatta terk edilecek zaruri arkadaş değil, her fırsatta elini sımsıkı tutmamız gerek ebeveyndir. Hal böyleyken kemer sıkma politikalarının kültürden başlaması kabul edilebilir gibi değil.
Bu zamanda, tam da bu zamanda daha fazla kültürel üretim şart. İnsanlığın bir dar boğazdan geçtiği, savaşların durmadığı, soykırımların apaçık işlendiği bir dünyada en son vazgeçecek şeyiniz kültür olmalı. Zira insanoğlunun kendine ve diğer insanlara yolculuğunda kültür ilk ve en son duraktır. Bu durağı kaçırırsanız duramazsınız.
Yani yol alamazsınız.