Beşir Ayvazoğlu, Ataç için Türkçenin hafızasını silerek hatırlamasına mani olmak istediğini söylüyor. Bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Tanpınar da bu eski dostu için "Hammer mütercimi Atâ Bey’in oğlu olduğu hâlde tarihin nizamını almamıştır" diye yazar. Ataç Prospero Caliban’a Karşı kitabında yeni bir biyografi anlayışı ile Nurullah Ataç’ı buluyoruz.
Türk edebiyatı tarihinde işgal ettikleri yerle geride bıraktıkları eser arasında büyük mesafeler bulunan şahsiyetler var. Herkesin bildiğini ben de tekrar ediyorum ki söz konusu durum edebiyatın gündeminde kalsın. Belki bunu değiştirmek için çabalayanları teşvik eder. Siyasetin güdümünde yazılan tarihler, Cumhuriyet rejiminin bayraktarı erken dönem üniversite hocaları, bu türden isimleri edebiyatın gündemine yerleştirmekte sonsuz maharet gösterdiler. Netice de aldılar. Tanzimat yıllarından Meşrutiyet’e elimizde birkaç şair, bir de Servet-i Fünûn dergisi kaldı. Burayı hızlıca geçeyim. Bir başka tartışmalı isim olan Nurullah Ataç’ın varlığı, edebiyat tarihlerinden mi, üniversite hocalarından mı yoksa bizzat kendisinden kaynaklanan değerden mi geliyor? Sanırım hiçbiri değil. Ataç, edebiyata merkezden girmeyi bilmiş bir isim. Dergâh çevresinde de var, Varlık dergisinde de. Yaşadığı müddetçe edebiyatın gündeminden bir an dahi kopmamış hatta gündemi tayin etmiş. Fakat geride mesafeli durulan bir eleştiri anlayışı ve kendisinden başka herkesin terk ettiği bir dil ve batıcılık meselesi bırakmış. Böylesine tarif etmekte zorlandığımız bir hayatı Beşir Ayvazoğlu son kitabında anlatıyor.
Beşir Ayvazoğlu’nun Ataç biyografisi yayımlayacağını Şiraze dergisi editörü M. Sedat Sert’ten duyduğumda kısa süreli bir şaşkınlık yaşadığımı hatırlıyorum. Ayvazoğlu’nun şimdiye kadar biyografisini yazdığı şahsiyetlerin Ataç’la aynı dönemlerde yaşamak dışında bir müşterekliği olmaması bu şaşkınlığımı tetikledi. Yahya Kemal’den Ahmet Haşim’e, Asaf Hâlet’ten Peyami Safa’ya, hatta Filorinalı Nazım’a kadar hayatlarını yazdığı şahsiyetler ya millî, manevî değerleri kuşanmış ya da Türk edebiyatında bir mevziyi güçlü bir biçimde inşa etmişti. Bunlardan Yahya Kemal’i ilk grup biyografilerine Tevfik Fikret’i kendi başına ikinci gruptaki biyografilerine yerleştiriyorum. Nurullah Ataç’ın ne millî bir tarafı var ne de Türk edebiyatında herhangi bir yer işgal edebilmiş. Bu durumda Ayvazoğlu’nun Fikret biyografisiyle ilk işaretini verdiği isim tercihlerindeki değişimi Ataç’la devam ettirdiğini düşünecek ya da önceki biyografilerinden ayrılarak hakkında çok konuşulan şahsiyetleri yeniden tartışmaya açacaktı. Henüz çıkmamış, okunmamış bir biyografi için böylesine fikir yürütmelerin ardında kendimize bir biçimde yakın hissettiğimiz kişileri çalışma mevzusu yaptığımıza dair peşin hüküm geliyor. Öte yandan şahsî, hissî eleştirinin ağır bastığı, kayda değer bulmadığımız değerlendirmeleri okurken Berna Moran’dan beri Ataçvâri deyip işin için çıkmamız da bunda tesirliydi. Bu karmaşa arasında Beşir Ayvazoğlu’nun peşin hükümleri değiştireceği, beni yanıltacağı, ortaya yeni bir biyografi anlayışı ve yazma biçimi çıkaracağı aklımın ucundan geçmemişti. Evet, Ayvazoğlu, Ataç biyografisi ile hem biyografi yazarlığına hem de kendi biyografilerine birkaç açıdan farklılık getiriyor.
“ENTELEKTÜEL BİYOGRAFİ”
Nurullah Ataç’ı etraflıca tanıyanla, kulaktan dolma bilgi ile tanıyanın onu tarif ederken kuracakları cümleler birbirine epey yakındır. Kavgacı, sözünde istikrarsız, öztürkçeci, batıcı sözleriyle gelecek bir tarif, Beşir Ayvazoğlu’nun şimdiye kadar incelediği hayatları tarif ederken kullandığımız ifadelerden epey uzaktadır. Ayvazoğlu’nun kendi muhitinin ötesine geçerken, geçtiği muhitin sesini kullanmayacağını düşünmüştüm ama bu derece keskin ve Ataç’ı eleştirmek imkânı doğduğunda bir an bile tereddüt etmeyeceğini beklememiştim. Öyle ya, biyografi ya kurduğumuz yakınlığın bir nişanesi olarak kaleme alınır ya da hayat sahibinin anlatmaya değer birden çok meziyeti vardır. Burada, Beşir Ayvazoğlu’nun bu iki saikle de yola çıkmadığını ifade etmeliyim. Bir yakınlık zaten Ayvazoğlu’nun sanat görüşünü, değer dünyasını tanıyanların malumu olacağı üzere yoktur. Elde anlatmaya değer bir hayat kalıyor. Ataç’ın hayatını kronolojik olarak hızlıca taradığımızda neticesiz kalan Avrupa’da tahsil hayatı, birkaç mektepte Fransızca hocalığı, devlet kurullarında cılız bir iki komisyon azalığı dışında pek bir şey görünmüyor. Bunlara fikir yapısını akşamdan sabaha değiştiren, kavgayı azığı gibi gören, ne geçmiş zamanın ne de Cumhuriyet’in millî siyaseti ile örtüşen bir şahsiyet ilave olununca Ataç mesafesi gittikçe açılıyor. Beşir Ayvazoğlu’nun böyle bir manzara karşısında yedi yüz sayfaya yaklaşan bir biyografi kaleme alması sözünü ettiğim farklılardan bir diğerini hatırıma getiriyor. Şöyle ki, kitabın başında daha önce kullanıp kullanmadığını bilmediğim “entelektüel biyografi” ifadesini kullanıyor. Kitap boyunca Ataç’ın yazılarında geçen tartışmalı meseleleri, dine, diyanete, tarihe ve millî değerlere bakışındaki arızaları, İslam’a, doğu milletlerine, İstanbul’a hatta kendi babası ve dedesine olan itirazlarına kadar Ataç’ın hayatındaki tutarsızlıkları, eksik ya da yanlış bilgileri fırsatını bulduğunda yere sermekten geri durmuyor. Baştan sona dengeli, hakkaniyetli bir tutumla bunu yaptığını ancak daima Ataç’a karşı teyakkuz hâlinde durduğunu ifade etmeliyim. Bunu kitabın söz cümlesinde bile göreceğiz. Ataç’ın batı edebiyat metinlerinden ilhamla cahil, taşralı, doğulu, sıradan vatandaşla, okumuş, bilgili kesim arasındaki çatışmayı anlattığı Prospero ve Caliban yazıları vardır. Ataç, Müslüman olmadığını her fırsatta söylese de cenaze namazı kılınmıştır. Beşir Ayvazoğlu, Ataç’ı son yolculuğuna uğurlayanlar arasında Yunanca ve Latincenin öneminden habersiz Caliban’ların da (sade vatandaş) olduğunu hatırlatmaktan kendisini alamaz.
ATAÇ BAHANESİ
Ataç biyografisinin bize öğrettiği çok daha önemli bir şey var. Beşir Ayvazoğlu, burada Ataç’ı bahane ederek Ataç’ın yaşadığı yıllar arasında Türk edebiyatında cereyan eden yenilik, tartışma, gruplaşma, yayın vs. hepsini ortaya çıkararak alternatif bir edebiyat tarihi yazıyor. Bunun için Ataç’ı keşfetmesi bunca yıllık birikimin, tecrübenin karşılığı olsa gerek. Nurullah Ataç, daha çok Ankara gazetelerinde olsa da İstanbul’da ve Ankara’da hem edebiyat çevrelerinde bulunuyor hem de sürekli biçimde yazılar kaleme alıyor. Yaşadığı yıllar arasında herhangi bir edebiyat tartışmasının, meselesinin içinde olmadığı görülmüş değil. Beşir Ayvazoğlu, Ataç’ın aile, tahsil, memuriyet hayatı dışında kalan kısımlarda bir yazının verdiği ipucunu genişleterek okuru, o yazı etrafında cereyan eden yazılara, görüşlere, dönemin yayınlarına götürüyor. Ataç biyografisini Ataç’tan daha çok 1920’lerin sonundan 1950’lerin ortalarına kadar Türk edebiyatı tarihi olarak okumak gerekiyor.