Türk fikir hayatının önde gelen şahsiyetlerinden Yusuf Akçura’nın 1913 yılında Suriye ve Filistin’e çıktığı seyahat notlarının aradan geçen yüz yıla rağmen hâlâ önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. İsmail Türkoğlu, “Suriye ve Filistin’in âdeta 1913’teki fotoğrafını çeken bu yazılar, dikkatli bir gözle okunmayı hak ediyor. Zira Akçura’nın o gün dile getirdikleri, bugün bu coğrafyada yaşananları daha iyi anlamamız için büyük bir önem arz ediyor” açıklamasını yapıyor.
Terör devleti İsrail’in saldırıları sebebiyle aylardır tüm dünyanın gündeminde kalmaya devam eden Filistin, akademi camiasının da sıkça masaya yatırdığı meselelerden biri. Filistin’e dair düne ve bugüne dair meselelerin konuşulduğu etkinliklerden biri de geçtiğimiz günlerde İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde gerçekleştirildi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından düzenlenen “Edebiyat ve Tarihte Filistin” başlıklı etkinlikte Filistin meselesinin edebiyat ve tarih alanındaki geçmişi masaya yatırıldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı Profesörü İsmail Türkoğlu, Türk fikir hayatının önde gelen şahsiyetlerinden Yusuf Akçura’nın 1913 yılında Suriye ve Filistin’e çıktığı seyahat notlarını paylaştı. Etkinlik sonrasında kendisiyle bir araya geldik ve Yusuf Akçura’nın gözünden yüz yıl önceki Filistin’i konuştuk.
Hakkında en az araştırma yapılan aydınlardan
Akçura’yı, “Ülkemizde belki de hakkında en az araştırma yapılan aydınlardan biridir” diyen Prof. Dr. İsmail Türkoğlu, biyografisine dair yapılan çalışmaların oldukça yetersiz olduğunu anlatıyor. “Akçura, 1876’da Kazan’ın Simbir şehrinde doğmuş. Lenin ile hemşehri. Çocukluğunda Lenin ile komşular, aynı mahallede oturuyorlar. Ancak Akçura’nın babası iflas edince İstanbul’a geliyorlar ve o da askeriyeye giriyor” diyerek özetlediği ilk yılların ardından sürgün yılları başlıyor. 1897’de Sultan II. Abdülhamid’e karşı suikast hazırlığında bulunduğu gerekçesiyle önce idama mahkum ediliyor ardından bu ceza sürgüne çevriliyor. Şeref vapuruyla Fizan’a sürülüyor. Ancak hem Akçura hem de arkadaşları ödenek yetersizliğinden Trablusgarp’ta kalıyorlar. Böylece Trablusgarp’ta ikâmet etmeleri şartıyla mahkumiyetleri sona eriyor. Bir süre sonra Trablusgarp’tan kaçarak Paris’e giden Akçura, burada siyaset bilimi eğitimi alıyor. Eğitiminin ardında İstanbul’a dönemediği için baba yurduna Kazan’a dönüyor ve bu dönemde Kazan Muhbiri, Ahbar, Vakit, Tercüman gazetelerinde ve Şura dergisinde çok sayıda makalesi neşrediliyor. II. Meşrutiyet’in ilanı ile sürgün bitiyor. Ancak Akçura’nın farklı coğrafyalara seyahatleri devam ediyor. 1900’lü yıllarda her yıl bir iki ülkeye seyahatler yapıyor. 1913’te Hicaz’a yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuğu sırasında Orenburg’daki Vakit gazetesine gönderdiği mektupların, nisan ve ekim ayları arasındaki çeşitli sayılarda neşredildiğini ifade eden Türkoğlu, seyahatin amacını bu mektuplardan şöyle naklediyor: “Bu yaz başında seyahat piyangom Suriye ve Filistin’e çıktı. Piyango desem de tamamen sebepsiz değil. Suriye ve Filistin dünyanın en yaşlı ve ilginç yerlerinden birisi. Bizim Rusya, Kazan falan bu yerlerle mukayese edildiğinde üç aylık bebek kadar. İlginçliği, şimdiki medenî dünyanın hemen bütün dinleri bu yerlerde doğmuş. Mûsevilik, Hristiyanlık, Muhammedîlik, hepsi hurma, deve gibi Filistin, Suriye, Arabistan mahsülü. Bugün de bu dinlerin hepsinin mûtekidleri burada mevcutlar.”
Yahudi olup da Siyonist olmamak mümkün mü
Akçura’nın bu seyahat notlarında Osmanlı’ya bağlı bu şehirlerin devletin merkeziyle arasındaki uzaklıktan yakındığını söyleyen Türkoğlu, yine aynı dönemde Akçura’nın Yahudi göçlerinin arttığını gözlemlediğini anlatıyor: “Gönderdiği yazılarda ‘Suriye ve Filistin’i bize bağlayan hiçbir vasıta yok. İmparatorluğun merkezi ile burası arasında münasebet çok zayıf. Bütün ulaşım yabancıların elinde. Türk’ün merkezle muharebesini de yabancılar sağlıyor’ diye yazıyor. Bu tabii çok üzüntü verici bir durum. Hiçbir ulaşım vasıtamız yok. Ve Akçura’nın gittiği tarihlerde müthiş bir Yahudi göçü başlamış. Yahudiler yavaş yavaş kök salmaya başlamışlar. Hatta bir Yahudi kızıyla konuşuyor ve kıza, ‘Sen Siyonist misin?’ diye soruyor. Kız ise, ‘Yahudi kızı olup da Siyonist olmamak mümkün mü?’ diye yanıtlıyor. Oysa Akçura bu bölgeye seyahat yapacağını daha önceden planladığı için imparatorluk merkezinde henüz gitmeden görüştüğü bazı Yahudiler ona, ‘Siyonizm birilerinin hayali ama asla gerçekleşmez. Bu bir hayal’ demişti.” Yusuf Akçura’nın yine Tel Aviv’de başından geçen bir hadiseyi Türkoğlu şöyle aktarıyor: “Tel Aviv’de Almanya’dan gelmiş bir Yahudi kitapçı var, kitap alıyor. Türk parasını kabul etmeyen Alman, bir de üzerine ‘Bu medeniyetsiz Türkler’ diye bir ifade kullanıyor. Bunun üzerine Yusuf Akçura, ‘Madem Türkleri sevmiyorsunuz, niye Türklerin ülkesine geliyorsunuz?’ diye soruyor. Alman da ‘Ben burada çok kalmayacağım gideceğim’ diyor. Öyle diyince, ‘Tabi haklısınız, bütün dünyadan kovuldunuz. Türkler size kucağını açtı şimdi de Türkleri medeniyetsiz olmakla itham ediyorsunuz’ cevabını veriyor. Yusuf Akçura’nın bu seyahati gerçekten çok ilginç.”
Batılı politikalarda değişen bir şey yok
Batılı ya da kuzeyli devletlerin bu topraklardaki politikalarında yüz yıldır değişen fazla bir şey olmadığının altını çizen Türkoğlu, “Akçura’nın mektuplarında görüleceği üzere 1913’te Suriye, Lübnan ve Filistin bölgeye oldukça uzak Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika gibi ülkelerin yoğun siyasi ve kültürel faaliyet alanı içindeymiş. Aradan yüz yıl geçmesine rağmen günümüzde değişen tek şey, kültürün bir kenara bırakılarak yine aynı devletlerin siyasi faaliyetlerinin yoğun olarak yaşanmasıdır. İşin garip tarafı o dönemde Osmanlı Devleti’ni bölgede ıslahat yapmamakla suçlayan bu devletler, günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti’ne başka ithamlar yöneltmektedirler” diyor. Ayrıca yüz yıldır hâlâ gündemde olan Suriye ve Filistin’in âdeta 1913’teki fotoğrafını çeken bu yazıların dikkatli bir gözle okunmayı hak ettiğinin altını çizen Türkoğlu, “Zira Akçura’nın o gün dile getirdikleri, bugün bu coğrafyada yaşananları daha iyi anlamamız için büyük bir önem arz ediyor” açıklamasını yapıyor.
Hacı olmak için Hicaz’a gitti
Cenap Şahabettin’in Akçura için “Akçura, karaçura geçitte belli olur” dediğini aktaran Türkoğlu, “Belli oldu.Yusuf Akçura, Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Cenap Şahabettin katılmadı. Akçura’nın milli mücadeleye Rus yardımlarının sağlanmasında çok büyük etkisi vardır” diyor. Ayrıca Akçura’nın 1913’te Suriye ve Filistin’i gezdikten sonra hacı olmak için Hicaz’a gittiğini anlatan Türkoğlu, “İnsan hacca daha dindar olmak için gider. Fakat Akçura’nın inancının Hicaz’dan döndükten sonra biraz zayıflamış olduğunu görüyoruz. Hicaz’da nasıl bir travma yaşadı, onu bilemiyoruz” diyor. 1935’te öldüğünde Akçura için büyük bir cenaze töreni düzenleniyor.