T.C. Kültür ve Turizm Bakan-lığı’nın desteğiyle düzenlenen 9. “Kısa’dan Hisse Kısa Film Festivali” Türk Telekom Tivibu sponsorluğunda sinemaseverlerle buluştu. “Başka Bi’ Festival” mottosuyla ilerleyen festival, Altın Ayı ödüllü yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun jüri başkanlığında ödüllü oyuncu ve yönetmenlerden oluşan güçlü bir jüri ekibiyle kısa film tutkunlarını bekliyor. Bu yıl Ahmet Uluçay’a adanan festivalde, onun sinemaya azmi ve zorlu koşullarda ortaya koyduğu sanatı genç sinemacılara ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Festival başkanı Aşkın Özcan ve festival kapsamında gençler tarafından Ahmet Uluçay’ın vefatının 15. yılı sebebi ile hazırlanan belgeselin yönetmeni Nephan Baykal ile konuştuk.
Festival başkanı Aşkın Özcan, kısa film tutkunlarını ve sinemaseverleri dolu dolu bir hafta beklediğini belirterek, kısa film atölyesinde hazırlanan Ahmet Uluçay belgeseli ile ilgili Özcan, “Ahmet Uluçay, Türk sinemasında kendine özgü bir yere sahip olan ve ‘taşranın sinemacısı’ olarak anılan bir yönetmen. Onun sinemaya olan ilgisini zorlu koşullara rağmen kısıtlı imkânlarla sürdürmeye çalışmasının önemini vurgulamak istiyoruz. Uluçay’ın Türk sinemasına katkısı, yalnızca filmleriyle değil, aynı zamanda ilham verici hayat hikâyesiyle de genç sinemacılar için bir motivasyon kaynağı olmasıdır. Biz de bu sebeple festivalimizin dokuzuncu yılında Ahmet Uluçay’a özel bir yer ayırdık ve onun anısına yarışmaya katılan bir yönetmenimize Genç Öncüler Özel Ödülü takdim edilecek. Ayrıca yukarıda da belirtildiği gibi, festivalimizin son günü Ahmet Uluçay’ı anmak üzere ‘Ahmet Uluçay ve Sineması: Hayalle Gerçek Arasında’ başlıklı bir panel düzenleyeceğiz” ifadelerini kullanıyor.
Kısa film atölyesinde hazırlanan Ahmet Uluçay belgeselinin yönetmeni Nephan Baykal, “Ahmet Uluçay’ın vefatının 15. yılı sebebi ile belgesel konusunu Uluçay olarak seçtik” diyor. Baykal, “Ahmet Uluçay’ın tutkusu ve azmi, biz sinemaseverlerin dışında umutsuzluğa kapılmış herkesin projektörü olmalıdır. Onun çocukluğuna ve yaşantısına tekrardan değinmeye gerek olmadığını düşünerek, yalnızlığını kendi mi seçti yoksa yalnızlığın içine mi doğdu bilmiyorum ama bu duygularını sinemaya derinden aktarabilmiş usta yönetmendi. Uluçay hayatının her anında ki buna uykuları da dahil edebiliriz, hep bir vizörün arkasından bakabilmişti dünyaya. Onun için sinema bir istek değil bir ihtiyaçtı diye düşünüyorum. O yüzden de bu yalnız ve yokluk halinde bile auteur yönetmen olabilmesi etkileyiciydi ve benim gibi birçok yönetmeni etkilediğini düşünüyorum. Uluçay’ın iyiyi değil en iyiyi arama çabası her filmimde bana ilham vermeye devam ediyor” ifadelerini kullanıyor.
“Ahmet Uluçay belgeselim, klasik bir anlatıdan daha çok deneyim odaklıydı” diyen Baykal, “Yapmak istediğimiz, Uluçay’ın çektiği bir filmi (Minyatür Kosmos’da Rüya) günümüz imkanları ile tekrar çekmeye çalışan bir grup sinemaseverin yaşadıklarını gösterebilmekti. Tutkulu bir sinemacının, bir yönetmenin nasıl olması gerektiğini biz artık daha iyi biliyoruz. Uluçay’ın filmini tekrardan çekmeye çalışan bir ekip ve o ekibi çeken başka bir ekip. Tabii bu ekipler arasındaki geçişleri de esnek bıraktık. Yani film ekibinde misiniz yoksa filmin filmini çeken ekipte misiniz, sınırlar kalkmış oldu. Ekipler hem çeken hem çekilen pozisyonda oldular. Bu yaklaşımın kendisinin de Uluçay sinemasının özüne uygun olduğunu düşünüyorum” diyor.
“Her filmin kendine özgü zorlukları vardır ama bana göre en büyük zorluk, derdini klişeye düşmeden anlatabilmektir” ifadelerinin kullanan Baykal, “Ahmet Uluçay da kendi sinema dilini oluşturmuş, kendinden sonraki sinemacılara örnek olmuş bir sanatçı. Onunla ilgili bir belgesel çekmenin en zor kısmı da ortaya çıkan filmin onun özgün sinemasına selam verir bir tarzda olmasıydı. Benim için en zor olan da özgün olanı bulabilmekti. Diğer yandan ekip olarak fiziki zorluklar da yaşamadık değil. Ekibimiz hem deneyimli hem de deneyimsiz arkadaşlardan oluşuyordu. Daha önce sette bulunmamış arkadaşların set ortamındaki sorunları normal problem çözme yöntemleri ile çözmeye çalışmaları onlar için büyük bir zorluktu. Her setin kendi dünyası ve zaman akışı vardır, sette her şeyin çevik bir şekilde halledilmesi gerekir. Bu durumun bazı arkadaşlarımızda pekâlâ şaşkınlık yarattığını gözlemledim. Ayrıca yumurtaların içinde gözleri hareket ettirmek ve yumurtaları kırmadan yürütmek, bunu birçok yumurtaya yapmak, unutamayacağımız anlar arasında. Filmimizin en fazla zaman alan kısmı yumurtaların mekanik şekilde oynatılması idi. Tabii ki seti saran yumurta kokusu da söylemek gerek. Ha bir de İstanbul’da kuru saman bulmak da çok zormuş” diyerek karşılaştığı zorlukları anlatıyor.
Ahmet Uluçay, zorluklara rağmen büyük bir tutkuyla sinema yapmaya devam etmiş bir yönetmen. Uluçay’ın kararlılığı ve mücadelesinin günümüz genç sinemacıları için nasıl bir örnek teşkil ettiğini ve nasıl bir mesaj verdiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bahanesiz sinema. Bana göre Ahmet Uluçay’ın genç sinemacılara verdiği mesaj budur. Gerçekten bir derdiniz ve tutkunuz varsa günümüz şartlarında ekipman eksikliğinin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Kaliteli ekipman film çekmenizi kolaylaştırabilir ama sinema yapmanızı sağlamaz. Ahmet Uluçay bugünkü telefonların çekim kalitesinin altında ekipmanlarla sinema tarihine ismini yazdırmış bir yönetmen. Kendi deyimi ile köyde yaşayan yönetmen olarak elindeki kısıtlı imkanlarla çektiği filmler, dünya çapında festivallerde gösterilmiş, ayakta alkışlanmış bir sinemacıdır. Herkesin aması fakatı aslında kendidir. İçimizde üretme arzusu varsa, önünüzde hiçbir engelin olmadığını fark etmemiz, karamsarlığa düştüğümüzde Uluçay’ı hatırlamamız gerekir.”