Adriyatik’in incisi Dubrovnik, dünyanın en iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. 11. ve 17. yüzyıllar arasında inşa edilen ve devlete koruma sağlayan devasa surlarıyla çevrili bu eski şehir, yüzyıllar boyunca bir ticaret limanı olarak Venedik’e de rakip olmuş.
Dubrovnik’e ilk gidişim bir kasım ayındaydı. Henüz Game of Thrones’un çekilmediği ve kasım ayı olması nedeniyle turist kalabalığının nispeten az olduğu, şehrin sokaklarında rahatça yürünebildiği günlerdi. Kasım ayı olmasına rağmen, nasibime ilk iki gün güneşin düştüğü ve hatta Adriyatik kıyısında İngilizce’de “crisp” denen o soğuk, taze, parmaklarımı birbirine sürtsem çıtırdayıp dökülecekmiş gibi bir havada yüzümü güneşe verip ısındığım, surlara vuran dalgaları izlediğim günlerdi. Sonrasında Dubrovnik son 50 yılda gördüğü en büyük seli yaşadı ve ben eski şehrin surları içerisindeki tarihi bir binanın çatı katında kaldığım evden neredeyse hiç çıkmadan geçirdim kalan zamanımı. Yağmur arttıkça tatilim mahvoldu diye düşünürken, akşamları evin sahibesiyle Türk dizilerini, Hırvat geleneklerini içeren sohbetlerle dolu, onun bana kendi tatlarını, benimse her seyahatte yanımda götürdüğüm annemin tarhanasıyla yaptığım çorbayı ve yine Türkiye’den götürdüğüm tahin helvasını ikram ettiğim günlere dönüştü bu zaman. Apartmanın giriş katındaki çamaşır makinelerinin etrafında diğer dairelerde kalanlarla toplanıp, yıkama süresi bitene kadar uzun sohbetler ediyorduk bir de. Bir Kübalı, bir Hırvat, bir Malezyalı bir de Türk yağmurda mahsur kalmışlar temalı fıkralarla içinde bulunduğumuz durumla dalga geçiyorduk. Arada bir yağmur kesildiğinde ev sahibemin uyarılarına rağmen çıkıp, bomboş ve ıslak sokakları tek tük yanımdan geçen rahibelerle paylaşıyordum. Akşamları sokaklar sarı ışıklarla aydınlandığında kendimi yüzyıllar öncesinde terk edilmiş bir kasabada gibi hissediyordum. Kaldığım binayı çepeçevre saran oluklar vardı. Geceleri küçük ahşap çerçeveli camların ardından sürekli yağan yağmurun bu oluklardan akıp gitmesini seyrediyordum. Tatilim mahvoldu düşüncem de o oluklardan akıp gitti her gece. Dubrovnik’i içinde hapsolmuşken çok sevdim. Sonraki daha turistik gezilerimde Dubrovnik’e sevgim değişmedi fakat vereceğim ilk öneri Dubrovnik’te tarihi şehrin içerisinde konaklamanız olacak. Çünkü şehir akşamları kalabalık çekildikten, sabahları da henüz kalabalıklar gelmeden başka güzel.
Eski şehrin tarihi üç kapısı
Dubrovnik’in dışarıdan surlarla ayrılan eski şehrine girmek için üç adet kapısı mevcut. “Vrata od Buže” olarak da bilinen Buža Kapısı, Iza Grada Caddesi’nden geçerek eski şehrin ana caddesi olan olan Stradun’a giden merdivenlere uzanan kuzey girişindeki kapı. 1900’lü yıllarda Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından açılan bu kapı çok sayıda merdivenle şehre uzanıyor. Pile Kapısı, şu anda şehrin en çok kullanılan batı girişi. 15. yüzyılda inşa edilen bu kapı Orta Çağ zamanlarında şehre istenmeyen kişilerin girişini önlemek için geceleri yukarı çekilen ahşap bir asma köprüye sahipmiş. Şimdilerde ahşap asma köprünün yerine yapılan taş köprüden kapıya yürüyor, girişte Dubrovnik’in koruyucu azizi kabul edilen Sveti Vlaho’nun heykelini görerek şehre giriyorsunuz. Ploce Kapısı, şehrin doğu girişinde bulunuyor ve yine taş bir köprü ile Luza Meydanı ve Stradun Caddesine giriş yapabiliyorsunuz. Bu üç kapının birinden içeri girince yüzyıllar öncesindeki hali hiç bozulmadan günümüze gelmiş eski şehre adım atmış oluyorsunuz.
En iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden
Dubrovnik Eski Şehri, dünyanın en iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden biri olarak biliniyor. Dubrovnik, 11. ve 17. yüzyıllar arasında inşa edilen ve bu eski şehir devletine koruma sağlayan devasa surlarıyla, yüzyıllar boyunca bir ticaret limanı olarak Venedik’e rakip olmuş.
Bugün bu surlar hala Dubrovnik’in tarihi merkezini çevreliyor ve “Adriyatik’in İncisi’nin ve çevredeki yemyeşil adaların en güzel manzaralarının tadını çıkarmak için sur duvarları boyunca yürümek mümkün. Yirmi beş metre yüksekliğinde ve iki kilometre uzunluğundaki surlarda 16 kule bulunuyor. Surları tamamen gezmek iki saat civarı sürüyor ve bu sürede neredeyse bin tane merdiven inip çıkmış oluyorsunuz. Surlara giriş ücretli ve Ocak 2024 itibarıyla 200 Hırvat Kunası karşılığı 26 avro.
Tüm sokaklar buraya açılır
Stradun veya resmi adıyla “Placa”, Dubrovnik’in Eski şehrini kuzey ve güney olarak ikiye bölen ana caddenin ismi. Pile Kapısı’ndan limana kadar uzanan bu cadde eskiden Dubrovnik’i anakaradan ayıran bir kanal iken, sonra kanal doldurulup caddeye dönüştürülmüş. 50 yıldan uzun süredir trafiğe kapalı olan cadde, kafeler, mağazalar ve restoranlarla dolu ve neredeyse tüm sokaklar buraya açılıyor, kapılardan giren insan seli hep buraya yöneliyor. Stradun’da bir kafede oturup meydanı seyredebilir ya da para harcamak istemiyorsanız Sveti Vlaho Kilisesi’nin ya da Orlando Sütunu’nun merdivenlerine oturup yine bu tarihi ve hareketli meydanın tadını çıkarabilirsiniz.
On altı musluğa sahip Onofrio Çeşmesi
Stradun’a girince hemen görülebilen büyük kubbeli ve on altı musluğa sahip büyük, yuvarlak ve çokgen şekilli Onofrio Çeşmesi, 1438 yılında inşa edilmiş. 1667 yılındaki depremde hasar gördükten sonra aslına uygun olarak yeniden yapılmış. Çeşmenin üst duvarları on altı adet taştan oyulmuş köpek heykeliyle süslü.
Avrupa’nın en eski eczanesi
1317 yılında inşa edilen, 1667 depreminde yıkılıp yeniden yapılan bu Franciscan Manastırı, Romanesk Gotik tarzda inşa edilmiş 120 sütunlu kemerli yolu, aralarında 1.200 el yazması kitap bulunan yirmi binden fazla kitap barındıran kütüphanesi ve en önemlisi manastır içerisinde halen ziyaret edilebilen dünyanın üçüncü, Avrupa’nın ise en eski eczanesi ile ünlü. 1317’de rahipler için kurulan eczane sonra halka açılmış ve günümüzde Eczacılık Müzesi olarak ziyaret edilebildiği gibi eczane olarak da halen hizmet veriyor.
Aklınızda olsun
Dubrovnik’te surlar dahil birçok yere giriş ücretli. Her yer için ayrı ayrı bilet almak yerine 1, 3 veya 7 günlük alınabilen Dubrovnik Pass satın alabilirsiniz. Dubrovnik Pass’ın 2024 Ocak itibarıyla fiyatı 35 avro.
*Dubrovnik’in en güzel manzaralarını görmek için sizi 4 dakikada Srd Dağı’nın zirvesine çıkaran bir teleferik ve bu zirvede bir de Panorama Restoran mevcut. Teleferik için bir yetişkin gidiş dönüş ücreti Ocak 2024 itibarıyla 27 avro. Buna değer mi sorusunun cevabı göreceli. Ben surlardan da muhteşem bir manzara görebildiğinizi düşünüyorum.
*Dubrovnik’e gitmek için en güzel zamanlar bence nisan-mayıs ve eylül-ekim ayları. Deniz tatili için gidiyorsanız yaz aylarını da tercih edebilir, eski şehrin limanından kalkan teknelerle 15 dakikada Lokrum Adası’na ya da Elafiti Adaları denen Kolocep, Sipan ve Lopud adalarına gidebilirsiniz. Denize girmek için deniz ayakkabılarınız yanınızda olsun çünkü özellikle eski şehir bölgesinin denize kıyısı oldukça taşlı.
*Fransciscan Manastırı’nın içerisindeki eski eczanede yabani bitkilerle eski tariflere dayalı olarak yapılan cilt bakım ürünlerinden almanızı öneririm.
*Dubrovnik, bol merdivenli bir yer, eski şehir içerisinde toplam 5 bin merdiven olduğu biliniyor. Bu nedenle mutlaka yürüyüşe uygun ayakkabılar giyin, yanınızda küçük çocuğunuz ya da ileri yaşta yakınlarınız varsa bu durumu dikkate alın.
*Ben fiyatları avro cinsinden vermiş olsam da Hırvatistan’da Hırvat Kunası kullanılıyor, avro ile ödeme kabul edilse de para üstünü kuna cinsinden alıyorsunuz.
*Dubrovnik’i gezmek için aslında bir tam gün yeterli fakat yazının başında bahsettiğim gibi en azından bir gece eski şehrin surları içerisinde konaklamanızı öneririm.
Gotik ve Rönesans karışımı
1500’lü yılların başında inşa edilen Gotik ve Rönesans mimarisinin karışımı Sponza Sarayı, günümüzde tarihi 1022’ye kadar uzanan belgeleri barındıran Dubrovnik Devlet Arşivi’ne ev sahipliği yapıyor. Sarayın girişindeki kemerin üzerindeki yazıtta “Nama je zabranjeno varati i krivo mjeriti; ve bunu başardım; sa mnom je važe sam Bog” yazıyor. Anlamı ise “Bizim tartımız hileye izin vermez. Ben malı ölçtüğümde, Allah da benimle ölçer.” Sarayın önündeki Luza Meydanı’nda Dubrovnik Yaz Festivali’nin açılış törenleri yapılıyor. Bu meydanın hemen aşağısında ise Rektörlük Sarayı var. 13. yüzyılda inşa edilmiş Rektörlük Sarayı, günümüzde bir şehir müzesi ve bir konser salonuna ev sahipliği yapıyor. Sarayın ana girişini de içeren Batı cephesinde revaklı ve kemerli bir duvar, oymalı sütun başlıklar mevcut. Sarayın batı cephesindeki sundurmanın gölgesinde oturup meydanı izlemenizi öneririm. Dubrovnik Eski Şehrinde bahsettiğim yerlerin yanı sıra 15. yüzyılda inşa edilmiş 31 metre yüksekliğindeki Saat Kulesi’ni, Luza Meydanı’nda Saint Blaise Kilisesi’ni, kilisenin hemen önündeki zırhlı şövalye Orlando Anıtı’nı ve Dubrovnik Katedrali’ni görebilirsiniz.