Türkiye’de 14 Mayıs’ta, herkesin üzerinde ittifak ettiği üzere oldukça kritik seçimler yapılacak.
AK Parti son yirmi yılda hem içeride hem dışarıda önemli icraatlara imza attı, birçok yönden Türkiye'de “sessiz devrim” yaşandı. Önceki dönemleri de gözlemlemiş kuşaklar bunu net şekilde gördüler.
Uzun süren koalisyon yönetimlerinin oluşturduğu istikrarsızlık dönemini geride bırakan Türkiye içeride büyüdüğü gibi dışarıda da büyüdü. Eksenlerini çeşitlendirdi, ticareti büyüttü, sağlık alanında çağ atladı, savunmasını yerlileştirerek dışarıya bağımlılığını azalttı, diplomasisini dört bir tarafa konuşlandırarak güçlendirdi, mazlum dünyanın sesi oldu, yumuşak gücünü dört bir tarafta yaymaya başladı. Neticesinde, tüm karşı çıkma ve engellemelere rağmen bölge ve dünyada söz sahibi bir güç haline geldi.
Dolayısıyla, bu seçimler, dünyaya musallat güçler açısından kendisine kafa tutan, hakimiyet bölgelerini tehdit eden milli yönetime karşı kaybettirme temelli bir enstrüman olarak görülüyor.
Dünyada seçim sonuçlarını büyük merakla bekleyen iki kesim var: Birincisi, Türkiye’de yönetim değişikliği isteyen bunu envai çeşit vesile ile destekleyen, daha da önemlisi uluslararası medyaya hâkim ve algı yönetim becerisi yüksek, sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı algısıyla zehirleyen bir kesim.
Diğeri ise, Türkiye’nin son yirmi yılda bir şekilde kendisine dokunduğu dünyanın dört bir tarafında sessizce, derinden ama ağızlarında duaları ile bekleyen mazlum dünya.
Yeni Şafak olarak çeşitli ülkelerden insanların seçimle ilgili kanaatlerini, sesini okuyucularımıza ulaştırmak istedik.
Doğuda Endonezya’dan batıda Moritanya’ya kadar, kuzeyde Kafkaslardan güneyde Komor Adaları’na kadar Türkiye ve başkanlık seçimlerini İslam aleminin tam kalbinde buluyoruz.
Malum olduğu üzere, Türkiye’nin I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi, Batı’nın baskısı ve kuşatması sebebiyle ulus devlet projesi ile içine çekilmesiyle ümmet ve Müslüman halkları statülerini kaybetmişti. Şimdi İslam ümmeti ve halkları, Türkiye’nin merkezde bir devlet ve uluslararası bir güç olarak tarihi rolünü yeniden devralıp, ümmete statüsünü yeniden kazandırması beklentisi içerisindedir.
Uluslararası sistemde meydana gelen derin değişim, ekonomik ve endüstriyel kalkınması ve siyasi bağımsızlığı ile İslam alemini temsil edecek bir şekilde Türkiye’nin yeniden uluslararası merkezi, uluslararası bir güç konumuna kavuşması, ümmet ve Müslüman halkların Batı’nın hegemonyasından kurtulması yolunda tarihi bir fırsat sunmaktadır.
Dolayısıyla, bu önemli fırsat ulusal, milli ve parti bazında dar kalıplarla düşünülen menfaat ve yönelimlere kurban edilmemelidir. Başından beri şunu anlamak gerekir, Türkiye’nin stratejik derinliği İslam alemidir, onunla irtibatın koparılması Türkiye'yi Batılı uluslararası güçler karşısında geriletir.
Son yirmi yıldır Türkiye’de derin bir siyasi dönüşüm yaşandığını ve doğal stratejik derinliğini oluşturan Doğu’ya, İslam alemine yönünü çevirdiğini gözlemliyoruz. Türkiye bu yönde epeyce mesafe kat etti. Ancak, kimlik tartışması, siyasi rekabetin doğası gibi iç sebepler ve uluslararası Batılı güçlerin Türkiye’nin kuşatılması ve stratejik İslami derinliğinden soyutlanması için tehlikeli bir rol oynamasından dolayı bu süreç henüz tamamlanamamıştır.
Bu seçimler Türkiye’nin yeniden İslam alemine önderlik edecek olan o merkezi devlet statüsünü elde edip edemeyeceğini belirleyecektir. İşte bu yüzden tasallutunu kaybetme riskini gören Batılı uluslararası güçler Türkiye’nin merkezi statü kazanmasına karşı çıkmaktadır.
Türkiye’deki geçmiş yirmi yıldaki fiili tecrübe göz önüne alındığında, bu derin stratejik yönelimi tamamlamaya en muktedir kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan, iktidara gelir gelmez bu hedefe yönelmiştir ve bu tarihi rolünü itiraf etmek hakkaniyettendir. Bundan dolayıdır ki, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminde Müslüman halklar hükümet ve halk olarak Türkiye'yi destekleyerek, büyük bir sempati göstermiştir.
İslam ümmetine mensup halklar, bugün de büyük bir oranda 2023 seçimlerinde Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmekte ve Türkiye'yi yeniden uluslararası bir güç yapma ve İslam alemine önderlik etme projesini tamamlayacağına inanmaktadır.
Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dahice politikaları Türkiye’yi iki dünya savaşı sonrasında düştüğü bataklıktan rekor denecek sürede çıkartmıştır.
Türkiye sadece dünyaya uluslararası alandaki varlığını kabul ettirmekle kalmadı, Afrika, Arap alemi, Doğu Asya’daki halklar kendisine imrenerek bakar oldular ve zenginliklerini yağmalayan sömürgeci devletlerden kurtulma emellerini Türkiye tecrübesini kendi topraklarına taşımaya bağladılar.
Genelde bölgede yapılan seçimler yerel bir hadise ve bölgeye musallat olmuş devletlere bağlılıkta aynı görevi yerine getirmek için satranç tahtasındaki bir taşın başka bir taşla değiştirilmesi operasyonudur. Ancak, Türkiye son yirmi yılda büyük oranda bağımlılıktan kendisini kurtarmayı başarmış, geniş bir siyasi devinme ile birlikte ekonomi tekerleklerini hareketlendirmeyi sağladığı için seçimleri küresel ölçekte dikkatleri üzerine çekmektedir.
Bölge güçlerinin seçimlere yaklaşımını görmek için, Türkiye’deki siyasi partilerin seçim kampanyaları başlar başlamaz, bölgede hakim iki kanadın hareketlenmesine bakmak yetecektir. Görevli devletler rollerini oynamaya başlamıştır. Zahirde, birbirine zıt en önemli iki kutup İran ve Suudi Arabistan tüm düşmanlık buzlarını o dereceye kadar eritmiştir ki, İran’ın gökteki yıldızları Suudi Arabistan’ın teranesine ritim tutmaktadır.
Öyle ki, İran tüm mezhebi rekabetleri ayaklar altına alıp, ilk defa Ramazan ayını Suud ile birlikte başlatmıştır: Suudi Arabistan’ın öldürdüğü ve İran’ın bundan dolayı intikam olarak Suudi Arabistan’ı haritadan silme tehdidinde bulunduğu Suudlu muhalif Ayetullah Nimir’in isminin verildiği caddenin ismi bile değiştirilmiştir. Buna karşılık, Suudi hava sahası İranlı ziyaretçilere açılmıştır. Suudi televizyon kanallarında Şii mezhebi ağlama ritüelleri artık şirk ve hurafe olmaktan çıkmış, Şii naatları, kafiyeleri ve makamları olarak nitelenmeye başlamıştır.
Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile köprü kuran Türk hilali Rusya ve Çin’i rahatsız etmiştir. Türk emtiasının Afrika pazarlarına girmesi Avrupalıları büyük oranda endişelendirmiştir. Arap pazarlarındaki Türk rekabeti Amerikalıların gözlerini açmıştır. Özgürlüklerin genişlemesi, ekonominin büyümesi, Türk insanının hayat standartlarının ileri düzeyde gelişmesi bölgedeki görevli devletlerdeki bağımlı yönetimleri açık etti.
Şimdi, eğer Türkiye seçimleri Türkiye’nin aynı hızda, aynı yolda devam etmesini garanti edecekse Türkiye yarın daha fazla büyüyecek ve daha fazla güçlenecektir. Türkiye üzerine vurulmuş her tür bağ ve bağımlılıktan özgür olacak ve bölge, uluslararası siyasi haritada etkili güçler sisteminde köklü değişikliklere şahitlik edecektir. Böylece de Türkiye uluslararası güçler için görmezden gelinmesi zor bir figür olacaktır. Şu da var ki, uluslararası bir vizyona sahip olmayan, kabuğunu kırmaya çalışmayan, iç problemlere kafayı gömmüş partiler seçmenin oyunu sömürgecilerin arzuladığı yöne çekmeyi başarır ve kazanırlarsa, Türkiye yeniden bağımlılık çukuruna düşecek ve geri kalmışlık, fakirlik, yolsuzluk ve kayırmacılığa geri dönecektir.
İşte bu yüzdendir ki, bölgesel ve uluslararası gözler ABD seçimlerinde bile olmadığı kadar dikkatlerini Türkiye seçimlerine çevirmişlerdir.
Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler sadece Türkiye için değil, bölge için de kritik öneme sahip. Son 20 yıldır Türkiye yönetiminin zirvesinde yer alan Erdoğan, ülkeyi gelişme, istikrar, önemli küresel rol ve prestij tarafına yönlendirdi.
Erdoğan yeterli yetenek, irade ve deneyime sahip bir lider. Türkiye’nin güçlü lideri olarak, ülkesinin menfaatleri ve makamın itibarı gereği birçok tarafı gücendirmiş olabilir. Ancak, zamanın bu dilimindeki kritik kavşakta bu denli tecrübeli, tanınmış, stratejik akla sahip, prensipli ve güçlü bir lideri kaybetmek Türkiye ve bölgede büyük bir boşluk oluşturacaktır.
Türkiye’nin jeostratejik pozisyonu, depremin vurduğu ekonomi, bölünmüş bir kamuoyu ve toplumda bir tür altüst oluş döneminde, ülkenin meydan okumalar arasından güvenli bir şekilde çıkabilmesi ve istikrarlı bir geleceğe taşınması bazı eksikleri olsa da Erdoğan gibi güçlü bir kişiliği gerektirmektedir.
Türkiye’deki başkanlık ve parlamento seçimleri sadece Türkiye'de değil, önemli bir hadise olarak bölge ülkeleri düzeyinde, İslam alemi ve dünya çapında gözlerin üzerine odaklandığı bir hadise.
Bunun sebebi Türkiye’nin siyasi haritada elde ettiği yer, ekonomi ve uluslararası ticarette kaydetmiş olduğu gelişmelerden dolayı kazandığı önem ve statü ile ilgili. Türkiye son yirmi yılda önemli bir ekonomik ve askeri güç olarak arzı endam ettiği için bu gelişmeler kendi bölgesel, uluslararası çevresini de etkilemektedir.
Seçim sonuçlarının sadece Türkiye’de değil, Orta Doğu’da alevlenen siyasi ve ekonomik durum, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın muhtemel sonuçları, AB’nin duçar olduğu sorunlar, Türkiye’nin Suriye, Irak gibi komşularının geçtiği hassas merhale ve Filistin’de yaşananlar göz önüne alındığında bölgesel ve uluslararası güç dengelerine de olumlu ya da olumsuz yansımaları ve etkileri olacaktır.
Bu yüzdendir ki, herkesin gözü Türkiye’ye çevrilmiş başkanlık seçimlerinin sonuçlarını beklemekte ve seçim sonuçlarının sadece içeri ile sınırlı kalmayacağı, aksine sandıktan çıkacak sonuçların bölge ve uluslararası çevrede etkili olacağı düşünülmektedir.
Seçimlerden çıkacak halkın iradesi ile ilgili sorulması gereken önemli soru şudur: Acaba 14 Mayıs seçimleri sonrasında Türkiye bölgesel ve uluslararası düzeyde elde ettiği ve büyümekte olan kazanımlarını koruyacak mı yoksa kaybedecek midir?
Türkiye seçimlerini birkaç noktada özetlemek isterim. Öncelikle, seçimlerin şeffaf ve temiz olacağında şüphem yoktur. Birçok belirti ve sebepten dolayı Başkan Recep Tayyip Erdoğan lehine sonuçlanacağı açıktır.
Seçim sonuçlarını Türkiye ve dışına etkileri ile ilgili olarak ise şunları belirtmek isterim:
1. Türkiye’ye etkileri: Büyük deprem sonrasında siyasi istikrar sürecektir. Tüm veri ve yorumlara göre Türkiye ekonomisine büyük olumsuz etkisi açık olan depremin yaraları sarılacaktır.
2. Bölgeye etkileri: Siyasi istikrarın sürmesi ve Erdoğan’ın başkanlıkta devam etmesi, özellikle de bölgedeki güçlerle sorunların sıfırlanması politikası herkesin yararına olacaktır.
Erdoğan, İslam dünyasında ve dünya düzeyinde liderlik rolü üstlendi. Türkiye’yi yönettiği gibi İslam dünyasının de-facto lideri. Özellikle, Somali bağlamında yaptıkları müstesna bir yere sahip. Bir kardeş olarak, iki ülke arasında ilelebet sürecek bir irtibat ve ilişki köprüsü oluşturdu.
14 Mayıs seçimlerinin olası etkilerine gelecek olursak, bunu iki ihtimalle değerlendirebiliriz:
1. Eğer Erdoğan kazanırsa, bu, onun yıllar boyunca pekiştirdiği liderliğinin devamı anlamına gelecek. Dolayısıyla onun dünya sahnesinde daha etkili ve önemli rol oynamaya başlayacağını düşünüyorum. Özellikle de İslam dünyasında. Çünkü onun içeride ve dünya düzeyinde liderliğini gözlemledik ve denedik. Tabii ki her liderle ilgili, taraftarları ve muhalifleri olduğunun bilincindeyiz. Bazıları onun iyi icraatlarını gördüğü gibi bazıları da eksiklerini görür.
2. Erdoğan’ın kaybetmesi durumunda, liderliği hem ülkede ve hem de uluslararası düzeyde, özellikle de İslam dünyasında kesintiye uğrayacaktır. Bu etki, seçilen kişi yerine geldiğinde kesinlikle hissedilecektir. Bunu yaşayan kişiler bu yargıyı daha iyi verebilecektir. Erdoğan’ın devam etmesi beklenir. Türkiye’nin liderliğinin devam etmesi beklentisini taşımaktayız, Türkiye’nin daha da iyi performans göstermesi, daha da gelişmesi için.
Ben bir Kenyalı-Somalili biri olarak ve Erdoğan liderliği altında Türkiye-Somali arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin meyvelerini gözlemlemiş bir olarak onu başkaları ile mukayese ederken tabii ki onun tarafını tutuyorum. Aynı zamanda seçimleri her kim kazanırsa en iyi dileklerimi sunuyorum.