Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yataklarının keşfiyle birlikte tek yanlı olarak sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri’ni (MEB) ilan edip bu alanları küresel enerji şirketlerine pazarlayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), bölgede yaşanan gerilimi daha da artırmaktan çekinmiyor. GKRY’nin gayri meşru hamlelerini destekleyen Avrupa Birliği ise Türkiye’ye karşı popülist ve aldatmaya dayalı bir üst dil kullanmaya devam ediyor.
AB, genel olarak, Avrupalı ülkeler özelde ise Doğu Akdeniz’deki Soğuk Savaş’a hazırlıksız yakalandıklarını ifade eden Güney, “Aslında Avrupa kendi içinde kendi sorunlarını o kadar dinliyor ki, çevresiyle ilgili popülist, var olan söyleme sıkışmış politikalar üretmek dışında jeopolitik olarak anlamlı bir dönüştürücü proje sunamıyor. Kısaca Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras olsun, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olsun açıklamaları, ABD-Rusya-Türkiye arasındaki pazarlıkların sürdüğü bölgede gerçek dengenin şekilleneceği Soğuk Savaş hattıyla ilgili değil. Avrupalılar, Doğu Akdeniz’deki Soğuk Savaşın aktörü olmaktan uzaklaşırken Doğu Akdeniz’de çıkartılan, şimdilik ABD’nin desteklediği, Rusya’nın seyrettiği Türkiye’yi ve KKTC’yi dışlayalım gürültüsünün parçası oluyorlar” açıklamasında bulundu.
Öncelikle 2009’da Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin ilk keşfi yapıldığında bölgedeki enerji kaynaklarının bölge ülkeleri arasındaki siyasi sorunları çözmek konusunda özendirici bir mahiyet taşıyacağının düşünüldüğünü ifade eden Güney, "O gün için basit bir mantığı vardı işin; gaz çıkaran ülkeler iç-tüketim fazlasını yiyip içemeyeceklerine göre satmak istiyorlardı. Avrupa pazarı mantıklı görünüyordu. Avrupa pazarına, ticaret barışını savunan Türkiye üzerinden ulaşmak mümkündü ve ABD’nde Obama yönetimi Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için tüm bu paketi destekliyor görünüyordu" dedi.
"İlk olarak 2011 Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmeler bazı bölge devletlerinin bölgeyi dönüştürücü gücünü küresel aktörlere gösterdi" diyen Güney, "O noktadan itibaren ABD’leri farklı, kimi zaman kendi kendiyle de çelişen çeşitli tedbirler alarak bölgesel güçlerin bölge politikalarını ve güçlerini sınırlama yoluna gitti ve adım adım eksenini İsrail’e dayandıran (İsrail’in bölgeyi ancak kaba kuvvet ve ABD ekseni üzerinden dönüştürebilecek sınırlı gücünü de bildiğinden) bir eksen siyasetine kaydı. Kimi bölgesel güçler, örneğin Riyad, ABD’den bağımsız politika izlemenin maliyetini görüp Washington’a biat ettiler; kimi bölgesel güçler, örneğin Tahran, kazandığını zannederken ABD tarafından daha da köşeye sıkıştırıldı ve belki Washington istediği takdirde ABD ile pazarlık masasına oturmaktan mutlu olacak hale geldi" dedi.
Türkiye’yi dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması nın mümkün olmadığını ifade eden Güney şu açıklamalarda bulundu:
"Oyun, enerji oyunu ise hayır. Ancak oyun jeoekonomik görünümlü bir jeopolitik oyun. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki enerji oyunu bahane edilerek Ankara;
a)- enerji oyununa dahil edilmemiş; yalnızmış, izole edilmiş gibi gösteriliyor- ki Ankara’nın kendi karasularında ve KKTC’den aldığı yetki ile Kıbrıs çevresinde arama ve sondaj faaliyetleri yapma yeteneğine ve gücüne sahip olduğu müddetçe izole edilmiş, dışlanmış filan değil oyunun tam ortasındadır.
b) Ankara ve KKTC sanki meşru haklarını savunmuyorlarmış gibi gayri hukuki bir algı oluşturuluyor (Fatih gemisi personeli ile ilgili GKRY’nin izlediği politika). Böylece bu aktörler, East-Med projesinin ya da Sevila Haritası gibi akla ve günün siyasal gerçekliğine uygun olmayan revizyonist projelerin (hem Türkiye’yi hem KKTC’yi hem de Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik haklarını yok sayan) gayri hukukiliğini de çıkarılan bu gürültü esnasında unutturmaya çalışıyorlar.
Nasılsa İsrail Golan’ın işgalinin hukuksuzluğunu orayı Trump tepeleri adıyla vaftiz ederek unutturmayı başarıyor, neden Yunanistan ve GKRY bu tür hayallere kapılmasın. Ancak bu post-modern hayallerin toslayacağı güçler dengesi hesapları olduğu unutulmamalı"
"Bu noktada Türkiye alan-kapatma kabiliyetlerini geliştirerek son derece yerinde bir politika izliyor ve bu nedenle de endişe yaratıyor" diyen Prof. Dr. Nurşin Güney, "Bu çerçevede S-400 gibi alan-kapatma sistemlerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Benzeri milli sistemler de geliştirilmeli, geliştirilecektir. Çünkü bu kabiliyetler artıkça ve kullanıldıkça Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok sayan hiçbir projenin ekonomik ve siyasi olarak yapılabilir olması mümkün olmayacak. Zaten Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak Akdeniz’de bir oldu bittiye müsaade etmeyeceğini de her fırsatta gösteriyor" açıklamasında bulundu.
"Ankara, halihazırda Akdeniz'de 2004 senesinden itibaren BM'e kaydettirdiği kıta sahanlığının dış sınır limitleri dışında hukuki haklarını kullanıyor" diyen Güney, "Ayrıca, TPAO'ya KKTC 2009 ve 2012 senelerinde off-shore lisans garantisi verdi. Nitekim, Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 senesinde tek taraflı olarak ilan ettiği sözde MEB karşı Ankara'da 2011 yılında KKTC ile ruhsat anlaşması yaptı ve Türkiye'yi Ada çevresinde kendi deniz yetki alanlarında hidro-karbon araştırma yapmakla yetkilendirdi. Bu çerçevede, Fatih gemisinin sondajı, KKTC tarafından Türkiye'ye verilen ruhsat anlaşması kapsamında devam ediyor. Temmuz ayı başında Yavuz da sondaj faaliyetine başlıyor" değerlendirmesinde bulundu.
İsrail pazarlığını kendi, hep bildiğimiz revizyonist hattı üzerinden yaptı" diyen Prof. Dr. Nurşin Güney, "İhvan’ın sindirilmesi, Golan, GKRY’nde etkisini artırmak vb kazanımları bu sınırlı revizyonist gündeminde elde ettikleri. İsrail için bütüncül güvenlik bir başka bahara kaldı ama. Zaten hep güvenlik sorunu olan bir ülke olduğu için çok dert etmiyor görünüyor bu durumu ama Doğu Akdeniz’in hegemon gücü de olamayacak; Ankara’nın filan itirazını bir yana koyuyorum, ABD ve Rusya Akdeniz’deyken Doğu Akdeniz’in hegemonu olmak Tel Aviv için peri masalının gerçekleşmesinden bile zor. Ankara, İsrail’in sahip olduklarından daha fazla pazarlık gücüne sahip olduğundan (coğrafyasına, kamuoyunun kararlılığına ve askeri kapasitesine teşekkür etmemiz lazım) daha fazla ama daha gerçekçi şeyler istiyor. Kendi kabiliyetleriyle ve bağımsız gündemiyle güvenliğini sağlamak ve bu güvenliğini dostun -düşmanın bildiği ve denemeyeceği sağlam bir caydırıcılık üzerine oturtmak. Bu noktada Ankara, Washington ve Moskova arasındaki pazarlıklar bitmedi. Doğu Akdeniz’de çıkan gürültü bu pazarlıkların da yansıması. Pazarlıklar sona erdiğinde gürültünün de azaldığını göreceğiz" değerlendirmesinde bulundu.