“Son yıllarda yükseköğretim kurumlarının sayıca artışı, hemen her ilimizde en az bir devlet üniversitesi projesinin hayata geçişi büyük bir boşluğu doldurmuş olup, Türkiye’nin yakın bir gelecekte yerel, bölgesel ve küresel ölçekte oynayacağı kuvvetle muhtemel rolü ve doğuracağı muhteşem sonuçları hususunda da büyük bir katkı sunacaktır. Fakat hiç şüphesiz ki, her bir hamle ve atılım birtakım sorunları da beraberinde getirecektir. Aslında bu problemlerin büyük bir oranda daha işin temelinden kaynaklandığını, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının (YÖK) ve dayandığı (12 Eylül dönemi) kuruluş felsefesinin, bu hantal yapısıyla altmış-yetmiş üniversiteyi dahi yönetemeyeceği, denetleyemeyeceği hatta koordine edemeyeceği söz konusu iken ve bir realite olarak karşımızda dururken, sayıları yüz seksene dayanan böylesi dev bir yapıyı kontrol, sevk ve idare edemeyeceği de gün gibi âşikârdı.”
Yukarıdaki satırlar, dokuz yıl öncesine ait.. Üzerinde bir-iki küçük düzeltme yapılarak bu gün dahi benzer cümleler kurulabilir. 1982 yılında yeni kurulanları da ilave ettiğinizde, 27 üniversitenin mevcut olduğu bir zeminde kurulan ve hayata geçen bir “YÖK”tür söz konusu olan. Yukarıdaki satırlarda ifade edilen tespitlerin üzerinden yaklaşık on yıla yakın bir süre geçti.. Bu zaman diliminde onlarca yeni düzenleme ve uygulama hayata geçirildi.. Belki de bir ölçüde büyük değişim ve dönüşüm sayılabilecek “politikalara”, güzel kararlara imza atıldı. Üniversite sayısı (Devlet-Vakıf) 208’e ulaştı.
YÖK, bir ölçüde olgunluk çağı denebilecek kırk 40 yılı geride bıraktı. Neredeyse üçte biri değişen ve yenilenen mevcut Anayasa gibi, O da 12 Eylül ürünü bir müessese.. Geride kalan zaman diliminde köprünün altında çok sular aktı. Yukarıda da ifade edildiği gibi bu zaman diliminde mağduriyetler yanında birçok güzel işe de imza atıldı. Sorunları çözmesi gereken YÖK bazen bizatihi sorunun kendisi oldu.. Bazen de pratik çözümler üreterek Türk Milli Eğitim Sitemine, Yükseköğrenim hayatına katkılarda bulundu. Önünde aşılması gereken tepeler, bir yığın da sorunlar yumağı olduğu bir gerçek. Ama son zamanlarda gerek kamuoyuyla paylaşılan hususlar, gerekse yaptığımız ziyaretlerde görüşmelerde gündeme gelen konular ve YÖK yöneticilerinin sorunlara olan hassasiyet ve yaklaşımları, ileriye yönelik umutla bakılması gerektiğine dair işaretler taşıyor.
Bu yazıda, başlıkta da ifade edildiği gibi, gerek akademik gerekse idarî personeli ilgilendiren ve halledilmesi sadece bu konulardan sorumlu kurul, komisyon ve birimlerin irade ortaya koymasına bağlı olan, kolaylıkla çözülebilecek, uygulamaya yönelik birkaç güncel ve acil probleme değinilecektir.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Genel Kurulunun 15 Haziran 2023 tarih ve 10 Sayılı oturumunda alınan Karar, YÖK web sayfasında 9 Ağustos 2023 tarihinde erişime açılmış, sekiz gün sonra da bahse konu kararın bazı maddelerinde 17 Ağustos 2023 te birtakım değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Alınan her iki kararda da, yeni kriterlerin ne zaman yürürlüğe gireceği/konulacağı zikredilmemiş ama 9 Ağustos tarihli duyuruda “Doçentlik Başvuru Şartlarındaki Değişiklik, 2023 Ekim döneminde uygulanmayacaktır. 2024 Mart döneminde doçentlik başvurusu yapacak adaylar, değişen başvuru şartlarına tabi olacaklardır.” ibaresi düşülmüş, söz konusu değişikliklerin, karar tarihinden itibaren (makûl ve olması gereken) en az iki akademik takvim (dört yarıyıl) sonra yürürlüğe gireceği ifade edilmemiş ve bu nedenle de eksik düzenleme ibaresi yönünden, yargıya taşınmış bulunmaktadır.
Zira, doçentliğe başvuru şartı olarak, en az dört yarıyıl yükseköğretim kurumlarında ders verme şartı getirilip bu kriter aranıyorsa, en az bu süre kadar adaylara bunu sağlayacak fırsat vermek, imkân tanımak ve bu ölçütü bu süre sonunda uygulamak, doçentlik başvuru şartlarının yürürlüğe gireceği tarihi de buna göre tayin ve tespit etmek gerekirken, bu husus düzenlemede eksik bırakılmıştır.
Aslında, doçentlik başvuru hakkını ve sistemi sadece yükseköğretim kurumlarında en az dört yarıyıl görev yapan/dört yarıyıl ders verenlere açmak (ki burada da, Lisans/lisansüstü düzeyde verilen dersleri kabul edip, önlisans eğitiminin yok sayılması ve bu kurumlarda verilen derslerin hesaba katılmaması da ayrı bir problem olarak karşımızda durmaktadır) ve dışarıdan müracaatlara kapatmak, eşitlik, bilimsellik ve temel hukuk ilkeleriyle çelişmektedir.
Yükseköğretim Kurulu (ÜAK) tarafından, bu konuda açılan dâvâ içeriğinde yer alan hususların bir kez daha gözden geçirilerek ve dâvâların neticelenmesi beklenmeden haklı değişiklik taleplerinin değerlendirilmesi, eşitlik ve bilimsellik ilkeleriyle bağdaşması, bağdaştırılması mümkün olmayan hususların, madde ve hükümlerin ele alınarak kalıcı bir düzenlemeye gidilmesi; yeni kriter ve şartların, doçentliğe hazırlanabilme/başvurma sürecini de hesaba katarak makul bir süre sonunda (ki en az üç dönem ve mümkünse iki yıl sonra) yürürlüğe konulması yerinde ve isabetli bir karar olacaktır.
2022-2023 yıllarını kapsayan ve 25 Ağustos 2021 tarihinden Resmi Gazetede yayımlanan Eğitim İşkoluna dâir imza altına alınan hüküm ve kararlardan birisi de bu idi. Bu konuda bir çalışma yapılacağı hükme bağlanmış olmasına rağmen maalesef bu dönemde gerekli çalışmalar bir türlü yapılamadı ve tamamlanamadı. Sn. Cumhurbaşkanının, Çalışma Bakanının bu mevzuda net ve açık beyan, ifade ve taahhütlerine rağmen konu askıda kaldı. Ağustos 2023 te imzalanan, 3 Eylül 2023 tarih ve 32298 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Hizmet Kollarına Yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2024 ve 2025 Yıllarını Kapsayan 7. Dönem Toplu Sözleşmede yeniden gündeme geldi ve “Devlet Yükseköğretim Kurumlarında 657 Sayılı Kanun Kapsamında görev yapan aynı unvanlı memurların yükseköğretim kurumları arasında karşılıklı olarak naklen atanmalarının, bilgi işlem teknolojileri kullanılarak kolaylaştırılması konusunda taraflarla birlikte çalışma yapılacaktır.” şeklinde yeniden gündeme alındı. Bu maddede ifade edilen naklen atanma hiç şüphesiz ki kurumlararası tayin/nakil hususundaki taleplerin bir kısmını karşılayacak ve bu konudaki sorunun çözümüne kısmen katkıda bulunacaktır.
Yükseköğretim Kurumlarında çalışan idari personeli ve dolayısıyla çalıştıkları kurumu da etkileyen ve birçok sıkıntının, problemin kaynağı olan naklen geçiş hakkı ve imkânının verilmesi en kısa zamanda çözüme kavuşturulması gereken acil bir mecburiyet halini almıştır. Rektörlük, fakülte, enstitü, genel sekreterlik/daire başkanlıklarında çalışan idari personelin kendileri, eş ve çocukları, bakmakla yükümlü oldukları ana-babaları, eğitim-sağlık vs. gibi mazeretleri nedeniyle, çalıştıkları kurum ve/veya şehirden bir başka kurum ve yere gitmek ve bunun için de naklen geçiş başvurusunda bulunmak zorunda kalabilmektedir.
İdare, bu konudaki talepleri sadece aynı unvan ve görevde bulunanlara becayiş hakkı sunarak değil, farklı unvanlarda dahi olsa, asgari kriter ve hizmet şartlarını tespit ederek, idari personelin bir kurumdan diğerine geçişine imkân verecek daha kapsamlı bir çalışmayı hayata geçirmelidir. Bu takdirde yıllardır çözüm bekleyen ve tabir yerinde ise kangrene dönüşen bir yaraya da neşter vurulmuş olacaktır.
Burada bir parantez açarak, rektörlüklerin/kurum amirlerinin personelin bir başka kuruma geçiş isteğine olumsuz yaklaşmaları ve muvafakat vermemelerinin altında yatan sebeplerin başında hiç şüphesiz ki gidecek personelin yerine yenisini bulma istihdam etme imkânının kısıtlı oluşudur. Zira yükseköğretim kurumlarına her yıl verilen ve sayıları beş ila sekiz-on, en fazla on beş arasında değişen bir sayıda açıktan/naklen atama izni, kurumların ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Bu kadroların tahsisi ve kadro kullanım izinleri hususu ve son yıllarda takip edilen personel rejimi politikası (en azından bu gibi kurumlar açısından) yeniden gözden geçirilmeli ve diğerlerinden farklı değerlendirilmelidir.
Doçentlik unvanı için başvuruda bulunan gerek üniversite öğretim elemanlarının gerekse dışarıdan müracaatta bulunan arkadaşların hiç te azımsanmayacak bir kısmınca gündeme getirilen, kamuoyunda, basında/sosyal medyada konuşulan, tartışılan konulardan birisi de Doçentlik Başvuru Dosyasına bağlı olarak değişik gerekçe ve nedenlerle ‘etik ihlali tespiti’ iddiasıyla kurula sevk edilmesi hususudur.
Bu konudaki tespit ve iddialar ve bunların doğruluğu ihtimal dâhilinde olduğu kadar bir kısmının süreç sonunda sübuta ermesi ya da ermemesi de söz konusu olabilmektedir. Beraat-i zimmet asıl olup, kanıtlanana sübuta erene kadar sadece iddiadan ibarettir. Nitekim bu konudaki dosyaların, incelenmesi sürecinde ya da idarî yargıya taşınması neticesinde mesele vuzuha kavuşmakta, tabir yerinde ise hak yerini bulmaktadır. Ayrıca bu mevzudaki problem sadece etik ihlali iddiası değil.. Başlayan bu süreçle birlikte uzun ince bir yola girilmesi ve inceleme ve karar sürecinin kısa sürede tamamlanamayışı hususudur. Sekiz-dokuz ay geçtiği halde neticelendirilemeyen dosyalar ve buna bağlı olarak ister istemez mağduriyete uğrayan ve zaman kaybeden, çalışma aşk ve şevki zedelenen motivasyon kaybına uğrayan bilim insanları.. Hiç şüphesiz ki çalışmaların özgün olması, bilimsel araştırma ve yayın etiği ilkelerine uyulması ve bununla ilgili komisyonların varlığı, bu mevzuda bir mevzuat altyapısının mevcudiyeti de büyük bir önemi hâizdir. Bu süreç/sistem mevcudiyetini korumalı, lüzum olduğunda işletilmeli ve ciddi-haklı gerekçelere istinad ettiğinde de gereği yerine getirilmelidir. Burada sorun, böyle bir sürecin başlaması değil, bu inceleme, bilirkişi ve karara bağlama sürecinin makûl bir sürede hitama erdirilemeyişidir.
Bilindiği kadarıyla bu konuda alınan yazılı bir karar ve talimat olmadığı halde, Meslek Yüksek Okullarına öğretim üyesi kadrosu verilmemesi, bu kurumlarda çalışan ve doktorasını tamamlayan öğretim görevlilerine dr öğretim üyesi kadrosu, dr öğretim üyesi kadrosunda bulunanlara da doçentlik kadrosu tahsisi konusunda bir ilke kararı alındığı, rektörlere şifahi bir talimat verildiği ve bu yönde uygulama olduğu ve bu konunun sosyal medya ve basında da gündeme gelmesi bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Sadece lisans ve lisanüstü eğitim düzeyinde değil, ülkenin ara eleman ihtiyacını karşılayan ve kamuda/özel sektörde memurluk için de bir alt yapı ve kaynak olarak varlığını sürdüren Meslek Yüksek Okullarında çalışan görev yapan öğretim elemanlarının, yasal bir mecburiyet olmadığı halde kendilerini yetiştirmeleri, geliştirmeleri, görevlerini aksatmamak kaydıyla doktora yapmaları, doçentliğe hazırlanmaları takdir ve teşvik edilmesi gerekirken tam tersine olumsuz yönde bir uygulama ve tavır sergilenmesi eğitim hayatına bırakınız katkı sunmayı, çalışma atmosferini, aşk ve şevk içerisinde işini yapmayı etkileyecek, neticede bu kurumlarda performans kaybına ve kalitede düşüşe neden olacaktır.
Önlisans programlarında öğrenim gören öğrencilerin, uygulamanın içinden gelen meslekte uzman öğretim görevlilerinden olduğu kadar, bütün derslerden değilse bile en azından bazı derslerde, alanında doktoralı, doçentlik unvanına sahip öğretim üyelerinden de ders almaya hakları olduğu hususu da izahtan varestedir. Bu konuda yazılı bir talimat olmasa da alınan bir ilke kararı varsa, Meslek Yüksekokullarının bugünü ve geleceği açısından yeniden gözden geçirilmelidir.
Bu çalışmanın hazırlandığı sırada, farklı üniversitelerde çalışan birçok öğretim üyesi, doçentliğe başvuruda bulunduklarını fakat yeni bir problemle karşılaştıklarını ve şaşırdıklarını ifade ettiler. Küçük bir araştırma neticesinde ve ÜAK’tan bir-iki yetkili ile görüştükten sonra dile getirilen hususun doğruluğu kesinleşti. Anlaşıldığı kadarıyla ÜAK bu konuda yeni bir uygulamaya imza atıyor. Daha doğrusu daha önceden varolan fakat ciddi gerekçelerle vazgeçilen bir uygulamayı yeniden hayata geçiriyor.
Doçentlik Başvuru Sistemi üzerinden adayların erişimine açılmayacağı şifahi olarak bildirilmiştir. Ancak Doçentlik Yönetmeliği’nin “Değerlendirme jürisinin oluşturulması” başlıklı 5. maddesinin 4. fıkrasında “Doçentlik değerlendirme jürisine atanan üyelere, jüri üyeliği görevi ve doçentlik başvurusunda bulunan adaylara jüri bilgileri elektronik ortamda erişime açılır. Jüri üyeliği görevi ve jüri bilgileri erişime açıldığı tarihi izleyen beşinci gün ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Doçentlik değerlendirme jürisinde görevlendirilen öğretim üyelerinin listesi mensubu bulundukları üniversite rektörlüğüne bildirilir.” açık hükmü yer almaktadır.
Ayrıca, halen yürürlükte olan yukarıdaki yönetmelik maddesi/hükmü aynı şeklide 2023 Ekim Dönemi Doçentlik Başvuru Kılavuzunda da ifade edilmiştir. Yönetmelikte bir değişiklik yapılmadığı ve kılavuzda da deklare edildiği halde, jüri üyelerinin erişime açılmaması mevzuata/hukuka aykırı bir işlem olarak karşımızda durmaktadır.
Gerek doçentlik kriterleri gerekse Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun ve ÜAK’ın sorumluluk ve ilgi alanına giren konularda, çok sık değişiklik ve güncelleme yapılması alışkanlığından vazgeçilmeli.. Mutlaka yeni bir düzenleme gerekiyor, zorunlu ve kaçınılmaz olmuşsa, gerek uluslararası alandaki tecrübe ve yenilikler ve gerekse eğitim tarihimizden alınacak/çıkarılacak derslerle ve katkıda bulunabilecek tüm paydaşlarla işbirliği ve büyük bir konsensüs/uzlaşı ile yeni adımlar atılmalı, günü kurtaran günübirlik uygulamalardan ziyade devamlılık esastır ilkesine uygun olarak kalıcı ve esaslı değişikliklere imza atılmalıdır. Bakana, başkana, kurula… göre değil, tespit edilecek Milli Eğitim Politikasına göre, ilkeli-tutarlı-kalıcı uygulamalara göre pozisyon/tavır alınmalı, sorunlar temelinden çözüme kavuşturulmalıdır.
Üniversitelerde/Yükseköğretim kurumlarında görevli idari personelin kurumlararası yer değişikliğinin, YÖK koordinasyonunda gerçekleştirilebilmesi için gerekli altyapı ve mevzuat çalışması zaman kaybedilmeden bir an evvel tamamlanmalı.. Yer değişikliği ile ilgili usul ve esaslar 2024 yılı içerisinde hayata geçirilmelidir.
‘Doçentlik Yönetmeliği’, ‘Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Yönetim Kurulunun Görev, Çalışma, Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’, ‘Üniversitelerarası Kurulun ve Kurula Bağlı komisyonların Çalışma Esasları Yönetmeliği’ ve ‘Üniversitelerarası Kurul Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi’nde “Etik Kurula Sevkedilme” Sevk konularının görüşülmesi, değerlendirilmesi, etik ihlali olup olmadığının tespiti, karara bağlanması, doçentlik başvurusunun iptali ya da devamına karar verilmesi aşama ve süreçlerinin özellikle “süre” yönünden yeniden ele alınması; ilgilinin nasıl onbeş gün içerisinde cevap vermesi zorunlu ise, bu konuda yapılacak çalışma ve verilecek karar/lar/ın da makul bir süreye bağlanması, ucu açık bir zaman diliminin ve hatta bir ölçüde keyfiliğin ve yaşanacak zaman kaybının önüne geçilmesi; bu sürecin bir an evvel ve belirli bir takvim çerçevesinde tamamlanması sağlanmalıdır.
Doçentlik Yönetmeliğinde yer alması ve maddenin herhangi bir değişikliğe uğramadan yerinde durması ve 2023 Ekim Dönemi Başvuru Kılavuzunda beyan ve deklare edilmesi nedeniyle, jüri üyelerine ait bilgiler, doçentlik başvurusunda bulunan adayların erişimine açılmalıdır.
İdarî personelin bir kurumdan diğerine naklen atanması, değişen doçentliğe başvuru şartları ile atanma sürecine ilişkin yeni problemler ve yaşanan sıkıntılar, etik ihlali iddiasıyla başlayan ve uzun süren, zamanında karara bağlanamayan dosyalar gibi birkaç hususun zaman kaybetmeden, kalıcı ve acil bir şekilde çözümü beklenmektedir. Sn. Yükseköğretim Kurulu Başkanının, YÖK Yürütme Kurulu Üyelerinin, Üniversitelerarası Kurulun ve yakın zamanda göreve başlayan Sn. Yükseköğretim Kurulu Genel Sekreterinin, bu ve diğer çözüm bekleyen sorunları çözebilecek birikim ve iradeye sahip oldukları konusunda herhangi bir tereddüt taşımıyoruz. Böyle düşündüğümüz için de bu mevzuda atılacak adımları merakla bekliyor ve takip ediyor olacağız.