Büyükelçiliği bomba-lanarak generalleri öldürül-dükten sonra İran’ın İsrail’e yaptığı misilleme saldırısından en çok etkilenen ülke, İsrail değil, beklenmedik bir şekilde Ürdün oldu. Hem İran’ın operasyon gücünü abartmasından, hem de İsrail’in savunma kapasitesini olduğundan fazla göstermesinden dolayı İran’ın İsrail’e gerçekte ne kadar tahribat verdiğini muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. İran’ın saldırısının tahribat vermekten ziyade iç ve dış siyasette prestij kaygısı ile gözdağı vermek mahiyetinde olduğu söylenebilir. Ürdün ise İsrail’in bundan sonra nasıl hareket edeceğine bağlı olarak olayların ortasında kalabilir…
İsrail hükümeti bir zafer elde edemediği Gazze saldırılarına, Lübnan’ın güneyinin yanı sıra İran cephesini açmaya çalışarak ve savunmasına ABD başta olmak üzere Batı ülkelerini koşturarak devam etmek istiyor. Batı koalisyonu ise iyice kontrolden çıkan Netanyahu hükümetinin İran’ı savaşa sokarak cepheyi genişletmesini ve İran’ın vekil güçleri ile Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de, özellikle Basra Körfezi ile Kızıldeniz’de asimetrik bir savaşın içine çekilmeyi istemiyor. İran’ın bilfiil savaşması demek, çıkarlarını korumak isteyecek Rusya ve belki Çin’in de dahil olacağı ve sonucu dünya savaşına dönebilecek korkutucu bir senaryo olduğu için İsrail’e, İran’ı daha fazla doğrudan hedef alması için yeşil ışık yakılmıyor. Ancak sivilleri öldürmek dışında hiçbir faaliyet gösteremeyen İsrail ordusunun saldırganlığı aşırı sağcı hükümeti kurtarmaya yetmiyor; hükümet içinde kavgalar ve halk nezdinde gösteriler aralıksız devam ediyor…
Doğrudan İran’ı hedef alacak ikinci bir saldırıya destek bulamayan İsrail hükümeti, Suriye ve Irak’ta, İran konusunda yüzünü kurtaracak taktiksel hedefler arıyor. Hem gerginliğin artmasından, hem de İsrail’in savunmasına Batı ülkeleri ile birlikte İran dronelarını hedef alarak koşmasından dolayı Ürdün krallığı ise kritik bir konumda. İran, İsrail’e yardım etmesi halinde Ürdün’ün sıradaki hedef olacağını söyleyerek krallığı tehdit etmişti. Ürdün ise konunun İsrail’i savunmak değil, egemenlik sahasının ihlal edilmesine engel olmak olduğunu iddia ediyor. Ürdün, İsrail’in İran’a saldırması söz konusu olsaydı ona da engel olurduk diyerek tarafsız bir konum almaya çalışıyor. Ancak Ürdün’ün hava sahasını kullanarak İsrail’in daha önce defalarca Suriye’yi hedef aldığını göz önünde bulundurursak bu açıklamanın geçerliliği sorgulanabilir…
Netanyahu hükümetinin de İran cephesini açmaması konusunda Batı’nın perde arkasından uyguladığı baskıya aldırış etmeyerek İran’ı doğrudan hedef almaya devam etmesi hala ihtimaller dahilinde. Hatta Netanyahu’nun saldırıdan sonra İran’a karşı askerî saldırganlığını artırmasını önlemek isteyen Batılı liderlerin telefonlarına bile cevap vermediği iddia ediliyor. Batı’nın hem siyasî, hem diplomatik, hem de askerî desteğine muhtaç olan İsrail tarafında İran’a nasıl ve ne şiddette bir karşılık verileceği tartışmaları hem hükümet içinde, hem de askerî kanat arasında devam ediyor. Tarihinde ilk defa İsrail’e kendi toprağından saldıran İran ise, başarıyla tamamlandığını iddia ettiği operasyonu ile iç kamuoyundaki sesleri bastırsa da, ikinci defa hedef alınması durumunda, bir bakımdan da düşmanının savunma kapasitesini ölçtüğü ilk saldırısının dozunu artırabilir, bunu da çevre ülkelerde bulunan vekillerini koordineli bir şekilde harekete geçirerek başarabilir. Her ne kadar askerî hedeflere ulaşmada operasyonel yeteneklerinin yeterliliği sorgulanabilirse de, İran’ın caydırıcılığı amaçladığı ve bu nedenle elindeki tüm kartları tek seferde öne sürmediğini göz önünde bulundurabiliriz. Denkleme İran’ın dahil olması durumunda ise şimdi sessiz kalan bölge ülkelerinin tamamı bir taraf seçmek zorunda kalır…
Nüfusunun yarısından fazlası Filistinli asıllı olan Ürdün’de son birkaç haftadır İsrail karşıtı protestolar özellikle İsrail büyükelçiliğinin önünde dozunu artırmıştı. Krallığın kendi savaş uçaklarıyla İsrail’in savunmasına destek olması ve hava sahasını İsrail ve Amerikan savaş uçaklarına açması ise yoğun eleştiri almaya devam ediyor. Ürdün’ün İsrail’in savunmasına destek olmasının, egemenlik haklarından çok kraliyet ailesine Batı ülkelerinden gelen askerî ve malî destek ile ilgisi var. Ancak kraliyetin pozisyonu, İsrail’in savunmasından ziyade İran’ın eylemlerine karşı olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından da politik destek görüyor. Bu iki ülkenin de İran’ın saldırısı esnasında İsrail’in savunmasına istihbarî destek verdiği iddia ediliyor.
Ancak İran’ın ve vekillerinin tümüyle denkleme dahil olması durumunda İsrail’in gördüğü gibi bir savunmayı Batı koalisyonundan göremeyeceğini bilen bölge ülkeleri savaşın yayılmaması için İran’a karşı siyasetlerinde temkinli yaklaşıyor ve perde arkasından İran ile diplomatik kanalları açık tutuyorlar. Nitekim çok da uzak olmayan bir tarihte İran’ın vekil gücü kabul edilen Yemen’deki Husiler Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine saldırmış ve krallık, saldırıya göz yuman ABD hükümetinden talep ettiği halde destek görememişti. İran’ı ekonomik olarak dünyadan izole etse de, Amerikan yönetiminin bölgedeki hedefleri ve çıkarları doğrultusunda İran’ın askerî yayılmacılığına göz yumduğu iddia edilebilir. ABD’nin, üslerinin olduğu ülkeleri bile zaman zaman İran’dan gelen tehditlere açık bırakması ise bölge ülkelerini her iki tarafa karşı denge siyaseti yürütmeye zorluyor.
Sadece savaşın yayılması ve iki ateş arasında kalma olasılığı değil, Mescid-i Aksa’nın hüküm giymiş bir terörist olan İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Ben Gvir ve kontrolünde bulunan güçler tarafından giderek daha da fazla hedef alınması, Aksa’nın yasal olarak koruyucusu konumunda olan Ürdün krallığını gittikçe zor bir durumda bırakıyor. Yahudilerin Hamursuz bayramında gerginlikler daha da artacak. First Lady’si bile Filistin asıllı olan krallığın ne Mescid-i Aksa’daki statükosunu tehdit eden İsrail saldırganlığına, ne de vatandaşlarının Gazze ve Batı Şeria’da yaşanan zulüm karşısında büyüyen öfkesini dindirmeye yönelik söylemleri ve eylemleri etki ediyor. Ancak Irak’taki Ketaib Hizbullah’ın sözde güvenlik generali Abu Ali el Eskari’nin Nisan ayının başında Ürdün içindeki gruplara silah, taktik füze, tanksavar mermisi, tonlarca bomba ve 12 bin savaşçı temin edebileceğini iddia etmesi ve İran’ın tehditleri Ürdün’e hangi tehlikeyi öncelemesi gerektiğini de sorgulatıyor…