Suudi Arabistan’da rejim karşıtı muhalefet içsel ve dışsal olmak üzere ikiye ayrılabilir. Burada içsel muhalefeti, rejimin işleyişinden memnun olmayan ve yönetimi İslami ilkelerden uzaklaşmakla suçlayan Sünni kanat temsil etmektedir. Ülkedeki en büyük muhalefet blokunu teşkil eden Sünniler Suudi rejiminin istikrarı için en önemli tehdit olarak kabul edilmektedir. Ülkedeki Şiiler ise önemli ölçüde İran’ın ideolojik ve politik nüfuzunda oldukları için dışsal muhalefet olarak tanımlanabilir. Şiilerin İran nüfuzunda olmalarında Suudi politik sisteminin Şiilere karşı uyguladığı ayrımcılığın önemli bir rolü bulunmaktadır.
Riyad yönetimi ülke tarihi boyunca her iki muhalefet blokundan kaynaklı ciddi tehditlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. 1929 yılında Suudi rejimine isyan eden İhvan askerlerinin (Suudi İhvanı’nın Mısır’daki Müslüman Kardeşlerle bir alakası bulunmamaktadır), 1979 yılında Kâbe’yi işgal eden Sünni radikallerin, 1960’lı yıllarda Irak, Suriye ve Mısır kaynaklı sosyalist Arap milliyetçiliği ve 1980’li yıllardan günümüze kadar İran kaynaklı devrimci İslamcılık fikrine kapılan Şiilerin eylemleri bu tehditlerin en önemlileri olarak kaydedilebilir.
Suudi rejimi bugüne kadar iç istikrarını önemli ölçüde Şii ve Sünni muhalefet arasındaki uçurumu derinleştirerek ve her iki yapıyı birbiri ile dengeleyerek sürdürmüştür. Sünni ve Şii muhalefetin yakınlaştığı veya her iki muhalif yapının rejim karşıtı eylemlerinin eş zamanlı olarak tırmandığı dönemlerde rejimin istikrarı ciddi bir tehdit altına girmektedir. Örneğin 1979 yılında Cuheyman el-Uteybi liderliğinde bir gurup Sünni radikalin Kâbe’yi işgalini takip eden günlerde İran devriminden ilham alan Şiilerin Suudi Doğu Vilayeti’nde başlattıkları ayaklanma, rejimi iki cepheli bir tehditle karşı karşıya bırakmıştır.
1979 yılında yaşananlardan ders alan rejim, Sünni ve Şii muhalefet bloğu arasındaki çatlakları derinleştirerek her iki yapının rejim karşıtı eğilimlerinin birleşmesini önlemeyi en önemli güvenlik politikası olarak benimsemiştir.
Özellikle 1990 yılındaki I. Körfez Savaşı’nda ABD askerlerinin Suudi topraklarına konuşlanması ve sonrasında yaşanan 11 Eylül olaylarıyla birlikte Sünni kesimden Suudi rejimine yönelik artan muhalefeti dengelemek için rejim Şii vatandaşlarıyla olan ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. 1990 yılında yurt dışında yaşamak zorunda kalan muhalif Şiilerin affedilerek ülkeye dönmelerinin sağlanması ve 2000’li yıllarda Kral Abdullah’ın girişimiyle başlatılan “Ulusal Diyalog” girişimi, rejimle Şiileri yakınlaştırarak Sünni muhalefetten yükselen tehdidin dengelenmesini sağlamıştır.
2010 sonrası Suudi yönetiminin Şiilere karşı yöneldiği sertlik yanlısı politikanın ise iki amacı bulunmaktadır; bölgede İran liderliğinde yükselen Şiiliği dengelemek ve içeride Sünni muhalefeti “Şii tehdidi” ile korkutarak rejimin toplumsal meşruiyet tabanını genişletmek.
1990’lı yıllarda başlayan ve 2000’li yılların başında önemli bir mesafe kaydedilen Riyad yönetimi ile Şii vatandaşlar arasındaki diyalog ve yakınlaşma süreci 2000’li yılların başlarında gerginleşen İran-Suudi ilişikleri sebebiyle önemli bir kırılma yaşadı. Burada 2006 yılında İran destekli Hizbullah ile İsrail arasındaki savaş ve 2010 sonrası Irak’ın İran nüfuzuna düşmesi önemli bir rol oynamıştır.
Bu tarihten sonra Suudiler hem içeride hem de dışarıda Şiilere karşı sertlik yanlısı bir politikaya yöneldiler. 2011 yılında Bahreyn’e yönelik askeri müdahale, 2015 yılında başlayan Yemen savaşı ve 2015 sonrası ülkede artan kitlesel idam vakaları bu politikanın en somut göstergeleri olmuştur.
Hem Bahreyn’e yönelik müdahale hem Yemen savaşı hem de artan kitlesel idam vakaları, sonuçları itibariyle, dış politikadan ziyade ülke iç siyaseti bakımından büyük önem arz etmektedir. Suudilerin bu Şiiler karşı sertlik yanlısı politikayı tırmandırarak, “Şii tehdidini” abarttığını ve bu sayede ülkedeki Sünni muhalefeti rejimin kanatları altında toplamaya çalıştığını söyleyebiliriz. Çünkü Sünniler ülkedeki en güçlü muhalefet bloku olmasının yanı sıra Vehhabi ulema, güvenlik kuvvetleri, hanedan ve kudretli kabileler gibi rejime sadık unsurlardan güçlü bir destek alabilmektedir. Sünni muhalefet ile rejime sadık unsurlar arasındaki iş birliği imkânları rejimi Sünnilere karşı tedbirli olmaya zorlamaktadır.
Özellikle Muhammed bin Selman’ın Suud hanedanının kudretli üyelerini yönetimden dışlayarak ve Vehhabi ulemanın yetkilerini tırpanlayarak devleti yeniden yapılandırmaya çalıştığı bir dönemde Sünni muhalefetin “Şii tehdidiyle” korkutularak rejime olan sadakatinin artırılması büyük önem arz etmektedir. 2020’li yılar itibariyle bir taraftan Müslüman Kardeşler hareketini terör örgütü ilan eden diğer taraftan Şii tehdidini abartan Suudi yönetiminin Sünni muhalefet blokunun desteğini önemli ölçüde kazandığını söyleyebiliriz. Ancak üçüncü ayına giren İran’daki sokak gösterileri ve Suudi mahkemelerinde verilen çok sayıda idam kararının infaz edilme ihtimali bölgedeki gerilimin iyice tırmanmasına yol açabilecektir. Çünkü bundan önceki her idam cezası infazını takip eden günlerde Suudi Doğu Vilayeti kitlesel gösterilere şahit olmuştur.