Günümüzde bu tür tartışmalar gereksiz ve dikkatleri ülkelerimizin ortak projelerinden uzaklaştırmak için yapılıyor. Birileri Rusya’nın, Türkiye’nin ve genç bağımsız ülkelerin güçlenmesini istemeyebilir. Peki kim bunlar? Bunlar, tüm bu ülkeleri kendisine rakip olarak görenler, “kontrollü kaos” ve benzeri teorilerin uygulanması için bölgeleri bir test alanı olarak kullanmaya çalışanlardır.
Son dönemde siyasi ve akademik platformlarda Karabağ zaferinden sonra Azerbayacan dışındaki diğer Türk devletlerine Rusya ve Türkiye arasında bir tercih dayatılmaya çalışılıyor. Bölge ülkeleri bir tercih yapmalı mı veya böyle bir tercihle karşı karşıya kalmalı mıdır? Sorunun böyle şekil alması Rusya’nın köklü üniversitelerinden Moskova Devlet Diplomasi Enstitüsü’nün (MGİMO) yakında düzenlediği Rus ve bölge uzmanlarının katıldığı bir etkinlikle olmuştu. Elbette bu çalıştay sonunda katılımcıların düşüncelerinde her hangi bir değişiklik olmasa da, bu tür toplantılar yeni düşüncelere sevk ettiğinden faydalı oluyor.
KUZEY'DEKİ KOMŞU
Kuzey’deki komşu Rusya’yı, bölge ülkelerine bağlayan sadece coğrafya değil. Ortak bir tarih, kültür, dil, dünya görüşü… Yüzyıllar boyunca gelişen bu unsurlar bölgede kök saldı. Ortak ekonomik projeler, ulaşım ve enerji bağlantıları- hepsi geçmişte de günümüzde de mevcut. Bu da göz ardı edilemeyecek bir gerçek. Hatta bölgedeki eski liderlerden biri, “Rusya bize tanrı ve tarih tarafından verildi” demişti. Batı’nın, komşular arasına çomak sokma girişimleri, zamanında Amerikan askeri üslerinin bölgeden çıkarılmasında yol açmıştı. Günümüzde Rusya, bölge ülkeleriyle Avrasya Ekonomik Birliği’nden ŞİÖ ve KGAÖ’ye kadar değişen yoğunlukta süren bir etkileşim halindedir.
Ukrayna savaşının başlamasıyla bölgede Rusya’ya yönelik tutum değişti. Kremlin’in politika-larına karşı çıkan Rus vatan-daşları bölgeye akın etti, sosyal medyada bir kutuplaşma oluştu ve iş dünyasının temsilcileri Ukrayna’da “destek çadırları” kurdular.
Kimi Rus uzmanlar tarafından bir “zorunluluk” ve aynı zamanda bir “trajedi” olarak nitelendirilen bu iki Slav halkı arasındaki savaşta Türkiye ise arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kazakistan’ın toprak bütünlüğüne destek veren konuşması da son derece anlamlıdır.
UZAKTAKİ KARDEŞİM
Günümüzde Orta Asya ülkeleri ve Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişimi, ortak köklere sahip halklar arasındaki koparılmaya çalışılan bağların devamı niteliğindedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Sovyetlerle iyi ilişkiler içinde olduğu dönemde bundan söz etmiş ve haleflerini SSCB’nin de bir gün çökebileceği ve koparılan bağları yeniden canlandırmaya hazır olmaları gerektiği konusunda uyarmıştı.
“Dilde, fikirde, işte birlik” düşünceleriyle İsmail Gaspıralı, “Uzaktaki Kardeşime” şiiriyle Magcan Cumabayev- bunlar sadece dönemin önde gelen aydınları olmakla kalmayıp, aynı zamanda tarihin fırtınalı dönemeçleriyle kesintiye uğrayan zincirin birer parlak halkalarıdırlar. Bu bağların iyi anlaşılması ile, zorbalıklardan kaçmak zorunda kalan, dağları taşları aşan ve Avrupa ile ABD’den gelen tekliflere rağmen- Kazaklar ve Kırgızlar Anadolu topraklarında kaldılar. Türkiye ise onlara ikinci vatan olup geldiği bozkırlara benzer toprakları tahsis etti.
Sınırlar içinde birlik hiçbir zaman rasyonel düşünenlerin amacı olmamıştır; haritaya bakıldığında bu hemen anlaşılıyor. Ancak asıl olan “gönül bağı, akrabalık”, yani kan, dil ve değerlerin ortaklığı bilincidir. İşte bu, her şeye rağmen filizlenen ve gelişecek olan asıl tohumlardır. Buna karşı çıkmak, Türk halklarını birbirine karşı koymak, Rusya ve Belarus’taki yerli halklarını birbirine karşı koymakla aynı şeydir.
Türk halklarının yakınlığı sadece “bayramlar” ile sınırlı değildir. Bu husus özellikle “yüzyılın felaketi” sırasında açıkça görülmüştür. Genci yaşlısı cep harçlıklarını, emekli maaşlarını gönderdikleri ya da onlarca yıldır iletişim kurmayan sınıf arkadaşlarının depremzedelere yardım etmek için para topladıkları bir sınav idi aslında. Ekonomik rakamlar da her zaman gerçeği yansıtmamaktadır. Örneğin Türk Barometresi gibi daha detaylı çalışmalar, Türk ülkelerindeki havanın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Günümüzde Türk ülkeleri İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Devletleri Teşkilatı başta olmak üzere birkaç kuruluş çerçevesinde iş birliği içerisindedirler.
DAĞLARI ALÇALTMADAN BOZKIRI YÜKSELTMEK
Rusya ve Türkiye derken düşürülen uçak sonrası iki ülke ilişkilerinde yaşanan kriz akla gelir. Bu krizde Orta Asya ülkeleri kendilerini bir çıkmazda hissettiler, ama boş durmadılar: Kazakistan’ın ve kısmen Özbekistan’ın arabuluculuk çabaları sayesinde kriz aşıldı ve herkes rahat bir nefes aldı: “Rusya mı Türkiye mi” ikilemi ortadan kalkmıştı.
Günümüzde ise bu tür tartışmalar gereksiz ve dikkatleri ülkelerimizin ortak projelerinden uzaklaştırmak için yapılıyor. Birileri Rusya’nın, Türkiye’nin ve genç bağımsız ülkelerin güçlenmesini istemeyebilir. Peki kim bunlar? Bunlar, tüm bu ülkeleri kendisine rakip olarak görenler, “kontrollü kaos” ve benzeri teorilerin uygulanması için bölgeleri bir test alanı olarak kullanmaya çalışanlardır. Tarihteki iki dünya savaşını hatırlayın: kimler kazandı, kimler kaybetti? Kazananlar silah tüccarları olmuştu. Şimdi de silah lobisi konumunu güçlendiriyor ve zenginleşiyor. Bütçenin belli bir kısmını savunma ve askeri alana yönlendirmek zorunda kalan ülkelerin halkları ise zararda. Sağlık, bilim, Ar-Ge vd. barışçıl teknolojilerinin geliştirilmesine ayrılabilecek rakamlar, Dünya nüfusunu azaltmakla uğraşan çevreleri memnun etmek için silah ekonomisi tarafından yutuluyor.
Orta Doğu, dışarıdan pompalanan korkudan dolayı devletlerin birbirlerine güvenmediklerinin iyi bir göstergesidir. Güven, hem kişisel hem de ülkeler düzeyinde önemlidir. Komşu ülkeler birbirlerine olan güvenini zedeleyecek eylemlerden kaçınmalıdır. Ayrıca ülkelerimiz, Avrupa’da yeni savaşları “öngören” kahinlerin peşinden gitmemeli; bunun yerine ticareti genişletmeli, kendi markalarımızı üretmeli ve vatandaşlarımızın refahını artırmalıyız. Bunun için, Rusça yazan ama köklerine sıkı sıkıya bağlı olan şair Olzhas Suleimenov’un bozkırlar ve dağlar sözündeki gibi, ülke ve halkları birbirine karşı koymadan, barış içinde bir arada yaşamak gerekiyor…