Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimler’i Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) yeni bir zaferine daha sahne oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk turda seçilmesini sağlayacak yüzde 50 bandını aşamasa da sınırda kalarak ikinci tur öncesi büyük avantaj sağladı. Buna karşılık, seçimler öncesinde farklı şekilde kazanacağı iddia edilen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın yaklaşık beş puan gerisinde kaldı. Seçimin sürprizini yüzde 5’in üzerinde oy alan Ata İttifakının adayı Sinan Oğan yaptı. CHP’nin en baştan beri süren baskısına son düzlükte boyun eğmek zorunda kalan Muharrem İnce’nin oylarının gerçek oranını ölçmek ise mümkün olmadı. Ancak İnce’nin çekilmesinin Kılıçdaroğlu’na bir fayda sağlamadığı görüldü. Bu sonuçların muhalefette büyük hayal kırıklığı yarattığı açık. Zira tüm muhalefet Kılıçdaroğlu’nun adaylığı etrafında birleşmişti. Hatta Millet İttifakı’nın resmî değil, zımnî ortağı durumunda olan Yeşil Sol Parti (YSP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile diğer küçük sol partilerin bir kısmı da Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Bu geniş ortaklık zeminine rağmen Kılıçdaroğlu, 2018 seçimlerinde muhalif adayların aldıkları toplam oyun bile gerisine düştü.
Aynı gün yapılan parlamento seçimlerinde de Cumhur İttifakı’nın zaferiyle karşılaşıldı. Cumhur İttifakı, Meclis’teki çoğunluğu ele geçirdi. CHP’nin oylarında kısmî bir artış yaşansa da İttifak üyelerine ayrılan kontenjanlar nedeniyle ana muhalefetin milletvekili sayısı 2018 yılının altına düşecek. Millet İttifakı’nın CHP oylarına ne ölçüde katkı sağladıkları tartışmalı olan küçük ortakları ciddi oranda milletvekili elde ettiler. Hatta bu partilerin seçim sürecinde öngörülenden daha fazla vekil kazandıkları görüldü. Ancak bu partiler ilk seçimlerde aslında bir tür sonradan daha büyük kayıplar yaşanmasına yol açan “Pirus Zaferi” kazandılar. Zira bu partiler, kuruluşlarının ardından gerçekleşen ilk genel seçime kendi kimlikleri ve logolarıyla girme cesareti gösteremediler. AK Parti’den kuruluş felsefesinden ve ilkelerinden uzaklaşıldığını söyleyerek ayrılmalarına rağmen İttifak sürecinde milletvekili pazarlıklarına girerek iyi bir sınav vermediler. Dolayısıyla bu partilerin Meclis’e girmeleri kendi adlarına başarı gibi algılanabilse de uzun vadede seçmen karşısına çıktıklarında inandırıcılıklarını iyice azaltacak.
Bu noktada Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki (MHP) çıkışın altını da çizmek gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın ana ortakları AK Parti ve MHP ayrı listelerle seçimlere girmeyi tercih ettiler. Millet İttifakı’nın yaptığı gibi fermuar sistemi denilen bir yöntemle bazı illerde ortak aday listesi çıkarmadılar. Buna rağmen, her iki partinin toplam milletvekili sayılarının Meclis’te çoğunluğu sağlamaya yetmesi dikkat çekiyor. Bunun yanında, ittifakın bir diğer ortağı Yeniden Refah Partisi (YRP) de seçimlere kendi parti kimliğiyle girmeyi tercih etti ve önemli bir başarı kazanarak parlamentoda beş sandalyeyle temsil edilme hakkı elde etti. Cumhur İttifakı, ortaklar arasında uyumlu bir seçim kampanyası süreci yürüttü. İttifak ortakları, birbirlerine karşı siyasî açıdan oldukça nezaketli bir tavır sergilediler. Burada cevabını bulmamız gereken en önemli soru, Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın başarısının altındaki etmenlerin neler olduğu.
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde iktidara gelen AK Parti’nin ekonomik ve siyasî açıdan pozitif bir tablo devralmadığı açıktır. 1990’lı yıllarda Türkiye’de bir dizi ekonomik ve siyasî kriz yaşanmıştı. Söz konusu krizler, toplumla siyaset kurumu arasındaki mesafenin açılmasını beraberinde getirdi. Her darbe döneminde sistem üzerine gizli ya da açık müdahalelerde bulunan vesayet kurumları siyasetin bıraktığı bu boşluğu hızlı şekilde doldurdular. 28 Şubat Süreci, topluma yönelik müdahalelerden kaynaklanan sorunların adeta doruk noktası oldu. 3 Kasım 2002’de başlayan dönemle birlikte Erdoğan’ın ilk yaptığı, toplumun siyasete güvenini yeniden yükseltmeye başlamak oldu. Bu dönemde, öncelikle geçmişte yaşanan ekonomik sorunlar hızla çözüldü. Ülke ekonomisi, IMF’de örneklenen dışa bağımlılıktan kurtarıldı. Ardından ülkenin temel altyapı sorunlarının çözülmesine ağırlık verildi. Bölünmüş yollardan yeni havaalanlarına hızlı tren ağlarından limanlara kadar ulaşım sektörünün tüm alanlarında önemli gelişmeler kaydedildi. Kentsel dönüşüm projeleri aracılığıyla şehirlerin konut stoku ve altyapısı önemli ölçüde yenilendi. Bu süreç, enerji sektöründeki ihtiyaçların giderilmesi için yeni nükleer tesislerin ve yenilenebilir enerji kaynaklarının inşasıyla devam etti. Yerli ve millî üretim projeleri kapsamında, savunma sektörü başta olmak üzere çeşitli ürünlerde dışa bağımlılıktan kurtulma amaçlı bir yaklaşım benimsendi.
Aynı sürece siyasî alanda yaşanan bazı gelişmeler eşlik etti. Öncelikle kırk yılı aşkın süredir Türkiye’ye ayak bağı olan terör sorununun çözülmesi için çaba harcandı. Bu amaçla hayata geçirilen Çözüm Süreci’nin örgütün sabotajları nedeniyle sonuç getirmemesi, güvenlik operasyonlarına ağırlık verilmesini beraberinde getirdi. Burada Çözüm Süreci’nin en önemli faydasının, Kürt vatandaşlar başta olmak üzere iç ve dış kamuoyuna hükümetle devletin iyi niyetli girişimlerinin PKK/KCK ve HDP nezdinde karşılık bulmadığının gösterilmesi olduğunu belirtmek gerekir. Aynı dönemde, Suriye’de ortaya çıkan otorite boşluğunu terör örgütü kendi açısından özerk alan edinmek için kullanmaya başladı. PKK/KCK, Suriye’deki uzantısı PYD/YPG aracılığıyla bölgede bir alan hâkimiyeti sağlamaya çalıştı. 15 Temmuz darbe girişimden sonra FETÖ unsurlarının Silahlı Kuvvetler’den ayıklanmasının etkisiyle Suriye ve Irak’ın kuzeyinde geniş kapsamlı askerî harekâtlar düzenlendi. Bu operasyonlar aracılığıyla Türkiye’nin güney sınırında PKK/PYD/YPG tarafından açılmaya çalışılan terör koridorunun önü kesildi. Böylece terör sorunu, Türkiye’nin güvenlik öncelikleri arasından çıkmaya ve ülke enerjisini başka alanlara aktarmaya başladı.
Türkiye’nin temel ekonomi ve altyapı sorunlarını çözmesiyle eşzamanlı şekilde uluslararası düzlemde etki alanını genişleten hamlelere ağırlık verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarının ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin tarihî ve kültürel bağları bulunan Türk dünyası, Orta Doğu coğrafyası ve İslâm ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye önem verdi. Bunu Afrika, Güney Doğu Asya ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi izledi. Hatta Türkiye, Güney Amerika coğrafyasına da açıldı. Böylece Erdoğan öncülüğünde ülke, hem kendi coğrafyası hem de tüm mazlum milletler için adeta bir lider olmaya başladı. Mesela Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın eşitsiz ve adaletsiz yapısının değiştirilmesine yönelik en güçlü çağrı “Dünya Beşten Büyüktür” ifadesiyle, Türkiye’den geldi. Atılan bu adımlar, Türkiye’nin diplomatik zeminde etki alanını giderek genişletti. Bu şekilde, Türkiye, bölgesel güç olmaktan çıkıp küresel güç konumuna gelmeye başladı. Elbette küresel açıdan etki alanının genişlemesi uzun ve meşakkatli bir yolculuktur. Bu sürecin başarıya ulaşması için yumuşak ve sert güç unsurlarının birlikte işlemesi gerekir. Ancak burada öncelikle bu iradenin ortaya konulması önem taşır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin geçmişi ve tarihinden kaynaklanan potansiyeli itibarıyla böyle bir misyon yüklenebileceğini gördü. Bunun gerçekten hayata geçilmesi için güçlü bir ekonomi kadar toplumun da buna ikna edilmesi gerektiği üzerinde durdu.
2023 seçimlerine girildiğinde öteden beri izlenen tüm bu politikalar “Türkiye Yüzyılı” mottosu altında bir gelecek perspektifi olarak sunuldu. Burada öncelikle Türkiye Yüzyılı projesinin sıradan bir hedef olmadığını anlamak gerekiyor. Türkiye, son üç yüzyıldır kendi korumak amaçlı bir politika izlemek zorunda kaldı. Bu durum, toplumun ve siyasetin önceliğini mevcudun korunmasına yöneltti. Türk siyasetine umut ve iyimserlik değil korku ve endişe hâkim oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izlediği siyaset, milletin özgüvenini yükselten bir yön taşıyor. Erdoğan’ın yaklaşımı, topluma güçlü ama aynı zamanda gerçekçi bir gelecek perspektifi sunuyor. Aslında bu sürecin AK Parti’nin iktidarının ilk yıllarından itibaren süregelen bir yaklaşımın uzantısı olduğu söylenebilir. Daha önceki dönemlerde Yeni Türkiye sloganıyla dile getirilen bu anlayış, Cumhuriyet’in ikinci asrına girilen bu süreçte daha geniş bir çerçeveye yayılarak Türkiye Yüzyılı kavramıyla ifade edildi. Türkiye Yüzyılı kavramıyla önümüzdeki asırda ülkenin dünya üzerinde sahip olması hedeflenen etki anlatılmak isteniyor.
Türkiye Yüzyılı projesi, aslında topluma geleceğe dönük olarak verilen umutların yansıması durumunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, farklı toplumsal kesimlere önümüzdeki dönemde daha müreffeh bir Türkiye’nin inşasının mümkün olduğunu gösterdi. Bu durum, kendi kitlesini konsolide etmesinin yanında yeni seçmenlere de ulaşabilmesinde etkili oldu. Burada elbette uzun süreli iktidarın getirdiği yıpranmışlık sorununu göz önünde bulundurmak gerekiyor. AK Parti’nin kesintisiz yirmi yıldan fazla devam eden iktidar tecrübesi, demokratik sistemlere çok az örneğine rastlanan bir durum. Bu süreçte, herkesin talebine cevap verilemeyeceğinden memnuniyetsiz bazı grupların oluşması anlaşılabilir. Ancak Erdoğan, kampanya sürecinde kullandığı geleceğe dönük umut aşılayan diliyle memnuniyetsizliğin toplumun geneline yayılmasını engelledi.
Diğer taraftan muhalefet, tüm kampanya sürecini negatif bir algı üzerinde kurdu. Kampanyanın temasının “baharın gelmesi” olarak seçilmesi Türkiye’nin olumsuzlukla özdeşleştirilen kış ikliminde olduğuna gönderme yapıyordu. Bu bağlamda, muhalefet, yerli ve millî teknolojideki gelişmeleri de enerji alanında atılan adımları da, ülkenin diplomatik başarılarını da görmezden geldi ya da küçümsedi. Muhalefet sözcüleri, ilginç ve anlaşılmaz bir şekilde Batı dünyasında mesaj vermek uğruna ülkenin millî politikalarına aykırı ifadeler kullanmaktan kaçınmadılar. İsveç’in NATO üyeliğine destek verilmemesinden Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a sağlanan lojistik yardıma pek çok millî meselede Türkiye’nin takındığı tutum muhalefet sözcüleri tarafından eleştirildi. Üstelik bu konuların üzerinde ülke genelinde geniş bir mutabakat olmasına rağmen muhalefet, Batı’ya mesaj verme kaygısıyla Erdoğan’a karşı bir pozisyon almayı tercih etti. Muhalefet, körü körüne bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden hareket etti ve bu şekilde kendi özgün politika oluşturma dinamiklerini de kaybetti. Ayrıca muhalefetin farklı kesimlere ulaşmasının da önü kendiliğinden kesilmiş oldu.
6 Şubat 2023 gecesi yaşanan deprem, muhalefetin kendi lehine kullanmaya çalıştığı bir hadise oldu. Gerçekte devlet, oldukça geniş bir coğrafyayı etkileyen depreme mümkün olan en hızlı şekilde müdahale etmeye gayret etmişti. Ancak deprem bölgesinde elde edilen sonuçlar, toplumun Erdoğan’a güvenini teyit etti. Zira depremin ilk anlarından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşanan kayıplar hiçbir zaman geri gelmese de kentlerin yenilenmesi için somut projelerin hazırlanması üzerinde durdu. Hızlı bir şekilde üretilen çözümler, hayatın normale dönmesi açısından hemen etkisini gösterdi. Öyle ki deprem bölgesinde AK Parti, daha önceki gibi yine birinci parti oldu.
Erdoğan siyasetinin en belirleyici yüzü toplumda oluşturulan güven. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarının ilk günlerinden itibaren toplumu ikna etme becerisi gösterdi. Bu durumun oluşmasında en büyük neden, Erdoğan’ın oldukça gerçekçi hedefler koyması ve her ne şartta olursa olsun bunların gerçekleşmesini sağlaması. Baştaki hedeflere ulaşılamaması durumunda da Erdoğan bu durumun nedenlerini topluma anlattı. Dolayısıyla Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına yönelik hedeflerin de toplumda güçlü bir karşılık bulduğu görülüyor. Buna karşılık, muhalefet inandırıcılık sorununu bir türlü çözemiyor. Nitekim deprem bölgesinde Erdoğan’ın ilk sırada yer almasından sonra çıkan çirkin yorumlarda örneklendiği gibi bu sorunun aşılması da mümkün görünmüyor. Bu bağlamda, 28 Mayıs 2023 günü yapılacak oylamada Erdoğan’ın ilk turu aşan bir oy oranına ulaşacağına kesin gözüyle bakılabilir.