Deprem ile beraber merhamet, vicdan, fedakarlık ve diğergam duygular, tüm duyguların üstüne çıkıyor. Unutulan değerlerin hatırlanması ve ibret alınması adına bu kriz anı, bir imtihan kağıdı olarak toplumun tüm kademelerinin önüne seriliyor. Toplumsal sorumluluklar en küçük mekanizmadan en büyüğüne bu süreçte yeniden hatırlanıyor. Manevi olarak irkilme de üzerinde durduğumuz ve duracağımız ahlaki değerleri bu süreçte bizlere hatırlatıyor.
Olumsuz örnekleri bir kenara bırakırsak; menfi duyguların, önemini yitiren pek çok şey gibi bu süreçte törpülendiği ve kenetlenmenin güzel bir örneğini gördüğümüz günlerdeyiz. Toprağın sarsılması hislerimizi de sarsabiliyor. Yarına dair kenetlenmeyle iyilik tohumlarının geleceğe dair atılması, bu sarsıntının yaralarını biraz olsun dindirme gayreti olsa da; kötülük, ırkçılık ve nefret tohumlarının da aynı toprağa atılmaya çalışıldığını zaman zaman görmekteyiz.
Toplumun dinamikleri olan kardeşlik ve samimiyete dinamit koymak isteyenler de, ötekileştirilenleri daha iyi anlamamız gereken bu günlerde daha da nefret objesi haline getirmek isteyenler de, bu samimiyet ve merhamet rüzgarına dayanamayacaktır. Vakit, insani ve vicdani seslerin tüm sesleri bastırması gerektiği vakit. Merhamet azaldığında ötekiyi anlamak da zorlaşıyor. Aynı fikirler taşınılmasa dahi ortak acıların bizleri ortak paydalarda buluşturması gereken dönemleri yaşıyoruz.
Muhafazakar STK ve cemaatlerin büyük afeti yaşadığımız günden bu yana gayretlerinin aynı oranda medya ile buluşmaması da, ortak paydalara dair algı ve gerçekliğin ilişkisini yeniden akıllara getiriyor. Muhafazakar kurumlarımızın krizlere yönelik hassas tutumları, uzun zamandır kriz ve ihtiyaçlara dair bu kurumları bilgiye ulaştırdı. Bilgi ise bu kurumları harekete geçirdi ve operasyonel gelişimleri hızlandı. Sahada hızlı ve teşkilatlı organizasyonun temelinde bu kurmay akıl ve tecrübe yatıyor.
Afetin yaşanması ile beraber hızlı bir şekilde yardıma başlayan bu kurumlar, özellikle arama-kurtarma konusunda büyük bir özveri ile hareket ettiler. Uzun yıllar alınan eğitimlerin neticesinde binlerce cana eriştiler. Aynı zamanda depremzedelere hızlı bir şekilde sıcak yemek, su, battaniye, kıyafet, tulum, hijyen kiti, ekmek, kömür, soba, bebekler için gerekli ürünler, nakdi yardım ve yardım TIR’larını ulaştırdılar. Maddi gereksinimlerin yanında manevi destekler de krizle beraber muhafazakar yapılanmaların üzerinden sahada karşılık buldu. Cemaatler ve kanaat önderleri halkımızın yaralarını sarmak için destekte bulundular.
Bunların yanında cenaze işlemleri (defin-tekfin), dua ve Kur’an programları, çocuklar için oyun setleri, psikososyal destekler, çadır-konteyner, jeneratör, barınma ve tahliye de bu süreçte kurumlarımızın acil ihtiyaca yönelik attıkları adımlardan yalnızca bazıları oldu.
Yaşananlar karşısında atılan adımların, kenetlenmeyi ve toplumdaki kardeşlik bağlarını artırdığı görülse de sahada bu şekilde aktif çalışan kurumları “kapatılması gereken STK’lar” olarak nitelemeye varacak kadar izansız ve emeği yok sayan söylemler de oldu.
Guy Debourd’un “Gösteri Toplumu” kitabının giriş cümlesinde “Çağımızın…tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur…” ifadesi yazar. Hakikat ve yansıma arasındaki makas aralığının zaman zaman açılıyor olması, daha adilane değerlendirmelerin toplum fraksiyonlarında yapılabilmesinin yolunun, hakikate daha fazla yaklaşmaktan geçtiğini gözler önüne sermiştir.
Sahip olmaktan görünmeye doğru kaymaların yaşanması, aracın amaçlaştığı edilgenlik imparatorluğunun asla batmayan güneşi olmaktadır. Halbuki Chul-Han’ın “Şeffaflık Toplumu”nde dile getirdiği üzere bu durumun mistikleşme ve ideolojikleşme gibi riskleri vardır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük bu duruma müsaade etmez. Kendiliğindenlik burada önemli bir rol oynamakta.
Yansıma ile hakikat özdeş değildir. Arada büyük bir yön, anlam farklılığı vardır. Belki de gözden kaçırılan ya da kaçırılmak istenen de bu anlamdır. Kendiliğindenlik ve diğergamlıkla bir başkasının derdine koşuyor olmak; “Bizim inancımızda herkes kardeşi için yaşar” diyen Necmeddin Erbakan’ın madalya takmak lazım diye tarif ettiği kurumları afetten sonra saatler içerisinde enkaza getiriyor. Nerede sarıklı ve cüppeliler denirken; ilk andan itibaren cemaatlerin sahada maddi ve manevi yoğun çalışmalarına yine bu anlam zemin kazandırıyor. Yıllarca savaşın gölgesinde yaşayan Suriye halkının, afeti yaşar yaşamaz fırınlarında Türkiye için ekmek üretmeleri de bu anlamı zenginleştiriyor. Üsküdarlı bir grup gencin gayretleri neticesinde AB komisyonu ile neredeyse yarışacak şekilde destek toplaması da bu anlamdan geçiyor. Çalışmalar esnasında bu kurumlarımızın yaşadığı can kayıpları ya da yaralanmalar da gerçek fedakarlığı bir kez daha hatırlatıyor.
Sosyal medyanın hayatlarımızdaki yerinin artmasının dezenformasyonu da beraberinde getirdiği bir kez daha bu süreçte net olarak görülse de; bu sürecin edilgeni kadar etkeninin de bizler olduğunu unutmamak gerekiyor. Saha ile sosyal medya arasındaki dezenformasyon kaynaklı uçurum, bu hakikat ile yansımalarının anlaşılma eşiklerini değiştiriyor. Her ne olursa olsun iyilik ve vicdanın sesinin değiştirici ve dönüştürücü gücü, bu seferberlik ve merhamet ikliminde de değişmeyecektir.