İskandinav ülkeleri olarak tanımlanan Kuzey Avrupa devletleri, müreffeh ve demokratik yapılar olarak pazarlanır. Gerçekte durum böyle değildir. Bu ülkeler, bazı ailelerin kontrolüne verilmiş taşeron yapılardır. Amerika denilince nasıl ki akla Rockefeller, İngiltere denilince Rothschild gelirse İsveç denildiğinde de Wallenberg gelmesi gerekir. Ayrıca hem Batı hem Vatikan hem de en başta NATO bu devletçiklere şemsiye germiş yapılardır.
Öte yandan NATO’yu sadece askerî bir pakt olarak görmek büyük hata. Çünkü NATO’nun asıl işlevi, askerî olmaktan ziyade ülkeleri yontarak şekil vermektir. FETÖ’yü ve 28 Şubatçıları da besleyip büyüten, NATO gladyosundan başkası değildi.
NATO sürekli olarak Türkiye’ye, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine onay verme çağrısı yapıyor. Finlandiya meselesi halloldu ve NATO üyeliği gerçekleşti. Ancak İsveç’in üyeliğini hem Türkiye hem de Macaristan veto ediyor.
Danimarka’da siyasi parti başkanlığı yapan bir çapulcu gelip, Türkiye’nin İsveç Sefareti’nin önünde 2 milyardan fazla Müslüman’ın mukaddes kitabı ve aslında sadece Müslümanların değil tüm insanlığın yegâne mukaddesi Kur’an-ı Kerim’in Mushaf-ı Şerif’ini yakması akıl ve mantıkla izah edilebilir değilken şimdi daha fazlasına müsaade ediliyor. Hadi normal zamanda bir ‘deliliktir’ yapıldı. Peki, NATO üyeliğiniz iki dudağı elinde olan bir ülkeye bu yapılır mı? Yapılıyorsa, arkasında birden çok şeytanlık var demektir.
Diyelim ki İsveç devletini yönetenler bunca aptallığı yaptı. Atlas Copco, Ericsson, ABB, SKF, AstraZeneca, Electrolux ve Saab AB gibi şöhretli markaların sahibi, bunların yanı sıra İKEA, Volvo, King ve H&M gibi firmaların ortağı ve daha çok sayıda büyük markayı kontrol eden Wallenberg ailesi neden sessiz?
İsveç mahkemeleri, Tevrat veya İncil’in de yakılmasına müsaade eder miydi? Elbette etmezdi ve etmedi de. Tevrat ve İncil’in yakılmasına müsaade etmeyenler neden Mushaf-ı Şerif’in yakılmasına izin veriyor? Üstelik kritik NATO zirvesi öncesinde Irak kökenli birine yakılma fiili neden tekrar ettiriliyor? Bütün bu gelişmeleri sıradan bir İslam düşmanlığı olarak değerlendirmek safdillik olur. Her bahsin ve özellikle de devletlerarası meselelerin zâhirî ve bâtınî yani görünen ve görünmeyen yönleri vardır.
Kur’an-ı Kerim’in Mushaf’ını yakma girişimini engelleyen polis müdürünü cezalandıran İsveç mahkeme ve makamları, İsrail Büyükelçiliği önünde yine aynı sapkın grubun -asla tasvip etmeyeceğimiz- Tevrat yakma girişimine yasak getirdi.
Bütün bunların Türkiye’ye ve özelde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik bir provokasyon olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
Mühim bir gelişme daha yaşandı ki, İsveç’teki yakma fiilinin fikri Rasmus Paludan’a ait değilmiş. İsveç merkezli Dagens Nyheter adlı gazeteye konuşan Paludan, Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur’an yakma fikrinin Nyheter Idag haber sitesinin sahibi İsveç Demokratları Partisi’nin (SD) YouTube kanalı Riks’te sunucu olan Chang Frick ile Exakt24 sitesinin bir muhabirinin teklifi olduğunu ve bunun için para aldığını itiraf etti.
Ayrıca yakma fiilinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç’te ifade özgürlüğünü etkileme girişimine tepki olduğunu söylemişti. Bu itiraf, eylemin NATO cenahını oluşturan unsurların Erdoğan’ı zora sokmak girişimi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İsveç’te Mushaf-ı Şerif sayfalarını yaktıranlar, Tevrat’ı yakma talebini reddettiler. Meşhur komedyen Dieudonne M’bala’ya sadece Yahudileri âdâbı muaşeret çerçevesinde eleştirip, Filistin’e destek verdiği için memleketi Fransa’yı değil tüm dünyayı dar ettiler.
Rockefeller ve Rothschild ailelerinin şöhret gölgesinde kaldıkları için pek çok satanist/siyonist ailenin varlık ve etkisi bilinmez. Bazı ülkeler var ki orada devletten ziyade bir takım varlıklı aileler daha mühimdir. Önce NATO, sonra ise Mushaf-ı Şerif’in yakılması ile gündeme gelen İsveç’teki Wallenberg ailesi bunlardan sadece biri.
Yahudi Wallenberg ailesi, Atlas Copco, Ericsson, ABB otomasyon, SKF rulman/kete, AstraZeneca İlaç, Electrolux, Saab AB, Kopparfors Skogar, BraunAbility, Epiroc, EQT, Grand Hôtel, Husqvarna, Höganäs, IPCO, Laborie, Mölnlycke, Nasdaq, Nefab, Permobil, Piab, Sarnova, SAS, SEB, Sobi, Stora Enso, Wärtsilä ve kapatılan Stockholms Enskilda Bank gibi şirketlerin ya tümüne sahip yâhut önemli miktarda hissedarı. Ayrıca Volvo, Ikea, Spotify, Skype, Klarna, Mojang, King, H&M ve Acne gibi firmalarda ise muhtelif miktarlarda paya sahip. Bugün bu şirketlerin iktisâdî gücü İsveç’ten büyüktür.
Evet görünüşte İsveç 1905’de bugünkü hâlini almış ve tarihi de 1523’e kadar uzanıyor. Ülkeyi hâlen Kral XVI. Carl Gustaf ve Başbakan Ulf Kristersson idare ediyor ise de gerçekte davul bunların boynunda, tokmak ise Wallenberglerin elinde.
Mâlum İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üye olmak isteyince Türkiye vetosuyla karşı karşıya kaldı. Bu iki ülkede ve özellikle İsveç’te çok miktarda PKK ve FETÖ’cü yaşıyor. Türkiye haklı olarak bu ülkelerin teröre verdiği desteğe son vermeleri ve ellerindeki PKK ve FETÖ’cüleri Türkiye’ye iadesini istedi.
Görüşmelerde ‘mesafe alındı’ denilirken, İsveç’te Erdoğan’a benzetilen bir paçavrayı yaktı PKK’lılar. İsveç yönetimi güya tepki gösterdi, PKK ortalığı cehenneme çevirdi. Bu hâdise sıcaklığını korurken aynı zamanda İsveç vatandaşı da olan Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) Genel Başkanı Danimarkalı Rasmus Paludan, İsveç polisinin koruması altında, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Mushaf-ı Şerif’i yaktı. İslam dünyasından tepkiler yükselince geri adım atmadan kelime oyunları ile gündemi değiştirebileceklerini sandılar.
Rasmus Paludan adlı kişi, 2020 yılında da İsveç’in Malmö şehrinde Mushaf yakma girişiminde bulunmuş, fakat önceden izin almadığı için polis tarafından engellenmiş. Hatta Paludan bu nedenle sınır dışı edilerek Danimarka’ya gönderilmiş. 2 yıl süreyle İsveç’e girmesi de yasaklanmış.
Kısa bir süre sonra Mushaf-ı Şerif-i yakma eylemlerini organize etmek için Malmö şehrine yeniden gelmiş. 300 kişilik grubuyla Värnhems Meydanı’nda yine aynı eylemi yapmış. Bunun üzerine 4 gün süren hâdiseler çıkmış, 20 polis aracı yakılmış, 30 dolayında polis yaralanmış, 26 kişi tutuklanmış. Hâdiselerin müsebbibi olan Paludan’a ise dokunulmamış.
Aynı şahıs 2022’de İsveç’in beş bölgesinde Mushaf yakmak için İsveç İdare Mahkemesi’ne müracaat ederek izin almış. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Stockholm, Husby, Boros ve Trolhattan bölgelerinde ise yakma iblisliğini icra etmiş. Bu da yetmemiş, geçen yılın ekim ayında, Göteborg’daki Müslümanların yaşadıkları bir mahallede alçaklığın tekrarı için mahkemeden yeni bir izin almış. Hâdiselerin çıkmasından tedirgin olan polis makamları yeri değiştirince, Paludan mahkemeye tekrar başvurarak polisin bu kararına itiraz etmiş. Sözde mahkeme, polisi haksız bularak Müslümanların yoğun yaşadığı yerde yakılmasını münasip görmüş. Yetmemiş mahkeme adlı müsvedde, ilk karara uymadığı gerekçesiyle Göteborg Emniyet Müdürü Emelie Kullmy’e kınama cezası vermiş.
İslam’a mesafe hatta düşmanlığı ile tanınan Cumhuriyet Gazetesi bile “Rasmus Paludan, bu provokatif eylemlerini neden kendi ülkesi Danimarka’da değil de İsveç’te gerçekleştiriyor? Ona bu rahatlığı veren, İsveç yasalarındaki esneklik mi? Düşünce özgürlüğü adına gösterilen hoşgörü mü ve bu olayın Türkiye’deki seçimlerle bir ilgisi var mı?” diye sormuştu. Eksik bıraktığı nokta ise NATO ve Wallenbergler idi.
Wallenberglerin ehemmiyeti sadece varlıklı bir aile oluşu değil, satanist global çeteye bağlılığı, sadece İsveç değil İskandinav bölgesi ve AB’nin pek çok yerindeki siyâsî ve iktisâdî gücü ile İsveç’in resmî olmasa da gayri resmî hâkimi oluşu.
Finlandiya’nın sınırlarının yarısı Rusya ile. Ukrayna sonrasında çok da olmasa endişelenme hakkı olabilir. Ancak İsveç’in Rusya’ya kara sınırı yok. Deniz komşuluğu da yok. Savaşa sebebiyet verebilecek bir sınır ve deniz sahanlığı ihtilafı da söz konusu olamaz. Yakın ve uzak gelecekte savaş sebebi sayılabilecek bir durum da söz konusu değil. Bu yüzden artık arada NATO’ya üye olmuş bir Finlandiya varken İsveç’in NATO üyeliğinin bir mânâsı yok. İsveç bugüne dek nasıl yaşadıysa aynı şekilde yaşayabilir.
Hâl böyle iken İsveç’in bir yandan teröre hâmilik yapması, diğer yandan Müslümanların mukaddesine saldırmasının derin bir mânâsı olmak zorunda. Ancak bu, İsveç devletinin boyunu çok aşan derin bir siyaset. Bütün bunların asıl amacı Rusya ile iyi ilişkiler içinde olan ve askerî, iktisâdî ve siyâsî olarak güçlenen Türkiye’yi zora sokmak, ayrıca Türkiye’nin F30 ve F16 gibi haklı taleplerinde köşeye sıkıştırmaya yönelik çabalardır. Erdoğan’ı, Avrupa ülkelerinin NATO üyeliğine engel olan lider olarak göstermek ve Türkiye’yi özellikle Avrupa halkları nezdinde menfi bir hissiyata sürüklemektir.