İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi onlar açısından tarihi ve stratejik bir karar ve dönüşümdür. Türkiye’nin ise vetosunu kaldırması karşılığında elde etmesi gerekenler çok mühimdir. Bu çerçevede, yaptırımların kaldırılması gibi günlük taleplerden ziyade, stratejik, uzun vadeli ve kalıcı hususlar talep edilmelidir. İktidarıyla muhalefetiyle herkes kararlı bir şekilde milli ve ortak bir duruş sergilemek zorundadır. Sessiz kalanları tarih affetmez!
Öncelikle sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim; başta kendisini NATO’nun güney kanadı olarak göstermeye çalışan Yunanistan’ın ve Türkiye düşmanlarının ciddi şekilde Türkiye’yi uluslararası arenadan ve kurumlardan dışlama çabasına rağmen, son gelişmelerle birlikte tıpkı Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi Türkiye’nin önemi bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgale başlaması, başta Avrupa kıtası olmak üzere küresel güvenlik ortamını kökünden değiştirdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’da görülen en büyük savaşın diğer ülkelere ve kıtanın diğer coğrafyalarına sıçrama olasılığı, özellikle NATO üyesi olmayan ülkelerde güvenlik kaygılarını artırdı.
NATO’nun 5’inci maddesinin yarattığı güvenlik şemsiyesinden yararlanmak isteyen ilk ülke, Rusya ile 1300 kilometrelik sınır hattını paylaşan Finlandiya oldu. İsveç kamuoyu da Fin komşularını takip etti ve ülkenin 200 yıllık tarafsızlık politikasını sonlandırdı.
Terörü destekleyen İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO’ya girme talepleri değerlendirilirken, bir zamanlar ülkemizde, Türkiye’nin NATO’dan çıkarak tıpkı Finlandiya gibi bir model benimsemesini savunanların olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Bugün görülüyor ki Finlandiya modeli çökmüş ve örnek gösterilen Finlandiya NATO üyesi olabilmek için NATO’nun kapılarına dayanmış vaziyettedir.
NATO ÜYELİĞİ, TÜRKİYE’Yİ NATO’YA KARŞI DA KORUYOR
Üye her devletin, NATO’da kararların oy birliği ile alınması mecburiyeti nedeniyle, veto yetkisi vardır. Türkiye bugüne kadar zaten milli menfaatleri doğrultusunda veto yetkisini tereddütsüz kullanmıştır. Türkiye NATO’da olmasa Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail gibi yönetim/devletler hızla NATO’ya dahil olacaklardır. NATO’ya kabul edilen bir GKRY’nin toprakları, NATO’dan çıkmış olan ve artık NATO üyesi olmayan Türkiye tarafından işgal edilmiş sayılacak ve NATO’nun “birimiz hepimiz için” anlamına gelen 5. maddesi gereğince Türkiye’ye NATO’nun müdahalesinin önü açılabilecektir.
Diğer yandan NATO’ya üye olan bir İsrail’in, Filistin’de yaptıkları dahil, tüm müdahaleleri NATO şemsiyesi altına girebilecektir. Daha da ötesi NATO’ya üye bazı devletlerin de parmağının olduğu 15 Temmuz hain darbe girişimi ve geçmişteki diğer darbeler gibi dolaylı müdahalelerin yerini doğrudan müdahaleler alabilecek, bunun için de Türkiye’nin terör ile mücadelesini başka kılıflarla yaftalayarak mazeret oluşturulabilecektir. Kısacası; Türkiye’nin NATO’da bulunması, bir bakıma Türkiye’yi NATO’ya karşı da korumaktadır. Bugün eğer Türkiye NATO’da olmasaydı, Türkiye düşmanlığına destek veren tüm ülkeler NATO çatısı altında bulunacaktı. Gelelim İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya müracaatlarına ve Türkiye açısından bu durumun ne anlama geldiğine…
İKİ ÜLKENİN DE TERÖRE DESTEK SİCİLİ KABARIK
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusu, ittifaka yönelik önceki tarafsızlık politikalarında radikal bir değişimi de beraberinde getiriyor. Bu nedenle atılan adımlar tarihi olarak görülüyor. Ancak, NATO’nun iki ülkeyle birlikte genişleme olasılığı, Türkiye’nin itirazıyla karşı karşıya. Bir kere daha görülmüştür ki, veto hakkı nedeniyle “NATO eşittir ABD” manasına gelmemektedir.
Bilindiği üzere 1980’den sonra Rogers Planı çerçevesinde sözde asker sözüne güvenerek, NATO’da her şeyimize karşı çıkacak Yunanistan’ın NATO’ya girişine izin verdik. Bu Türkiye için ciddi olumsuz sonuçlar doğurdu ve doğurmaya devam etmektedir. Bugün ise Türkiye’nin mücadele ettiği FETÖ ve PKK üyesi teröristlere kapılarını açan iki ülkenin üyelik talepleriyle karşı karşıyayız. Somut bazı örneklerle açıklarsak;
İsveç Göçmen Dairesi 15 Temmuz’da Türkiye’den kaçan yüzlerce FETÖ üyesine oturma ve çalışma izni verdi. 2015’ten beri bilinen 2 bin 311 FETÖ üyesi İsveç’e sığınma ve çalışma talebinde bulundu. İsveç, FETÖ okullarının faaliyetlerine izin ve yoğun teşvik verirken, aynı zamanda Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşıtı diaspora oluşturmaları için FETÖ ve PKK’ya her türlü imkanı sunmaktadır.
Bununla birlikte, bırakınız sözde Ermeni Soykırımı iftirasını, İsveç 2010 yılında Keldani, Asuri, Süryani, Pontus sözde soykırım iftiralarını dahi kabul edip yasalaştırmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak, Suriye ve Türkiye’de yaptığı operasyonlarda, terör örgütü PKK’dan ele geçirilen silahlar arasında İsveç yapımı AT-4 roketatarlar da bulunuyordu ve bu silahların, askerlerimizi şehit eden saldırılarda kullanıldığı tespit edildi.
Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı terör örgütünün sözde Avrupa sorumlusu Zübeyir Aydar çok yakın bir tarihte, 27 Nisan 2022’de, İsveç Parlamentosu’nda iki gün boyunca konferans verdi, basın toplantısı gerçekleştirdi.
İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde; terör örgütü PKK/YPG’nin Suriye uzantısı SDG’nin sözde Eş Başkanı İlham Ahmed’i makamında ağırladı. Bu görüşmede örgüte yapılacak maddi yardımın 2023 yılında 376 milyon dolara çıkarılması kararlaştırıldı. Linde diğer taraftan da Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde YPG’ye karşı başlattığı askeri operasyonlardan sonra Avrupa Birliği ülkelerine “Türkiye’ye silah ambargosu koyun” çağrısında bulundu. Böylece İsveç, Türkiye’ye ilk silah ambargosunu uygulayan Avrupa Birliği ülkelerinden biri oldu. Bunlar yetmedi, Suriye Kamışlı bölgesine heyet gönderdi. Burada halaylar çekildi, terörist cenazelerine çelenkler bırakıldı. Our War adlı bir belgeselde de, İsveçli Rafael Kardari’nin YPG’ye katılma hikayesi anlatılıyor.
İsveç Savunma Bakanı Hultqvist ise “SDG” adını kullanan terör örgütü YPG/PKK’nın sözde genel komutanı Ferhat Abdi Şahin’le görüşmesinde, “İsveç olarak, sizlerle uzun süre iş birliği yapmaya ve yardım etmeye hazırız.” ifadelerini kullandı.
İsveç, PKK’yı terör örgütü olarak tanımlasa da, PKK üyelerini Türkiye’ye teslim etmiyor ve tüm faaliyetlerini yürütmesine izin veriyor. İsveç parlamentosunda, PKK ile bağlantılı 6 milletvekili bulunuyor.
Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun, İsveç’in PPK ve FETÖ bağlantılı Türkiye’deki bir takım STK’lara maddi destek sağladığını ortaya çıkardığı söyleniyor. Terör örgütüne maddi kaynak toplanmasında önde gelen kuruluş, bu ülkelerde bürosu bulunan sözde “Kürt Kızılay”ı (HSK). PKK’nın Avrupa çapındaki teşkilatları, yılda yaklaşık 30 milyon avroyu “bağış” adı altında topluyor. Stockholm Kürt Kültür Derneği ve bazı oluşumların yasal kılıf altında PKK’nın dağ kadrosuna militan temin ettiği de yine iddialar arasında.
FETÖ üyeleri ise İsveç’te serbestçe dolaşıyor, yerleşim ve çalışma izni, hatta vatandaşlık alıyorlar. FETÖ’nün Türkiye aleyhine faaliyete geçirdiği medya kuruluşlarının da birçoğu bu ülkede bulunuyor. Türkiye’nin taleplerine rağmen FETÖ üyeleri iade edilmiyor. Üç bini aşkın FETÖ mensubu teröristin halen İsveç’te son derece rahat koşullarda yaşadığı biliniyor.
İsveç’in eski Başbakanı Stefan Löfven, FETÖ’nün darbe girişimi hakkında Türkiye karşıtı bir takım küstah açıklamalarda bulunup, darbecilerin yanında yer almış, “Bütün bu tutuklanıp devletteki işlerinden atılanların darbe girişimine katıldığını ispatlamak zor olsa gerek” şeklinde konuşmuştu.
PKK’nın Suriye’deki kolu Suriye Demokratik Konseyi (SDK) ve sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) heyeti Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de Finlandiya Dışişleri Bakanı ve diğer yetkililerle görüşebiliyor, iş birliği yapabiliyorlar. FETÖ üyeleri de Finlandiya’da serbestçe dolaşıyor ve örgütleniyorlar.
ANKARA’NIN GÜVENLİK ENDİŞELERİ GÖZ ARDI EDİLİYOR
Türkiye İsveç ve Finlandiya’da bulunan 33 FETÖ ve PKK üyesini istedi fakat bu ülkelerin bunları teslim etmediğini hatırlamakta fayda vardır. Ayrıca mesele bu 33 teröristin teslimi değildir, bugün her iki ülkede de bırakın 33’ü, 33 bin tane Türk ve Türkiye düşmanı terörist ikamet etmektedir. Türkiye bu iki ülkenin sözlerine itimat ve itibar edecek durumu çoktan geçmiştir.
Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç özelinde güvenlik endişesi had safhadadır. Avrupa’nın güvenliğine sözde tehdit oluşturduğumuz iddiası da son derece yanlıştır. Avrupa zaten NATO’nun güvenlik şemsiyesi altındadır. Diğer yandan Türkiye’nin beka ve güvenliğine yönelik ciddi endişeleri ve riskleri Avrupa ve ABD tarafından göz ardı edilmektedir.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi konusu Türkiye açısından tüm bu bilgiler ışığında değerlendirilmelidir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi onlar açısından tarihi ve stratejik bir karar ve dönüşümdür. Türkiye’nin ise vetosunu kaldırması karşılığında elde etmesi gerekenler çok mühimdir. Türkiye eğer uzun vadede etkili olacak isteklerini somut olarak belirleyip, bunları kabul ettirip, sözle değil fiilen net bir şekilde karşılık alırsa, bu ülkelerin üyeliğine onay da verebilir.
Türkiye, bu iki devletin NATO’ya girdikten sonra Türkiye karşıtlığı yönünde Yunanistan ile iş birliği yapmasını engelleyecek şekilde tüm argümanları (Adalar (Ege) Denizi, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meseleleri gibi) üyelik öncesinde ellerinden almalıdır.
TÜRKİYE EN AZ YUNANİSTAN KADAR KARARLI OLMALIDIR
Bu çerçevede, Türkiye Finlandiya ve İsveç’ten NATO’ya üyeliklerine vetosunu kaldırma şartları olarak, yaptırımların kaldırılması gibi günlük taleplerden ziyade, stratejik, uzun vadeli, kalıcı şu hususları talep etmelidir:
Bu ülkelerde, PKK, FETÖ ve benzeri terör örgütlerin faaliyetlerinin derhal yasaklanması ve Türkiye’nin isimlerini vereceği, bu terör örgütleri ile iltisaklı ve irtibatlı tüm kişilerin sınır dışı edilerek Türkiye’ye iadesi.
Yine bu iki ülkeye iltica etmiş ya da iltica talebinde bulunmuş tüm FETÖ ve PKK mensuplarının; yapılmış ve/veya devam etmekte olan iltica işlemlerinin iptal edilip, Türkiye’ye iadeleri.
Bu ülkelerde kabul edilmiş olan tüm Türk ve Türkiye aleyhtarı ve atalarımıza atılan iftiraları içeren sözde soykırım ve benzeri kabul edilmiş olan karar ve yasaların derhal kaldırılmasının sağlanması, Türklerden ve Türkiye’den özür dilenmesi.
Sözde Kıbrıs meselesinde, bu ülkelerin Yunanistan ile iş birliği oluşturma imkanlarının şimdiden ortadan kaldırılması için KKTC’yi tanımalarının şart koşulması.
Bu iki ülkenin, Yunanistan ve diğer destekçi üye devletlerle birlikte, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi politikasına karşı pakt oluşturmalarını engellemek üzere; Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’nde öngördüğümüz Münhasır Ekonomik Bölgeyi tanımalarının, Adalar (Ege) Denizi’nde karasularının 3 mil olduğu Lozan Anlaşması statüsüne dönülmesi çağrısı yapmalarının, Yunanistan’ın Lozan ve Paris Anlaşmalarına aykırı olarak askerileştirdiği Gayri Askeri Statüdeki Adaların derhal askersizleştirilmesi çağrısında bulunmalarının ve Yunanistan’ın kendisine anlaşmalarla devredilmediği halde sahiplendiği 152 EGAYDAAK’ın (Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) Türkiye’ye devredilmesi çağrısının şart koşulması ve bu şartlar yerine getirildikten sonra NATO’ya kabul edilmeleri yönündeki vetonun kaldırılacağının belirtilmesi zaruridir.
NATO içerisindeki duruma da bakıldığında vetonun kaldırılması yönündeki bu tarz baskıların yeni olmadığı görülür. Unutulmamalıdır ki bu konular ve şartların yerine getirilmesi uzun vadeli işlerdir. Önümüzde Yunanistan’ın Makedonya’yı 24 seneye yakın bekletme süreci örneği vardır. Yunanistan, 1995’te Barış İçin Ortaklık Üyeliği ile NATO üyelik sürecine başlayan Makedonya’nın NATO üyeliğine onay vermek için anayasasında yapılacak değişikliklerden, silahlı kuvvetlerinin terkibine ve hatta ülkenin adının değiştirilmesine kadar bir dizi çok zor şart koşmuştur. Makedonya, Yunanistan’ın tüm şartları yerine getirmesinin yanısıra adını Kuzey Makedonya olarak değiştirince ancak 2019’da Yunanistan vetosunu kaldırmış ve Makedonya Kuzey Makedonya adıyla NATO’ya üye olabilmiştir.
Unutulmamalıdır ki; Yunanistan Makedonya’nın NATO’ya kabulü için senelerce hiçbir şartından taviz vermeden direnmiş, tüm şartları yerine geldikten sonra vetosunu kaldırmıştır. Türkiye de en az Yunanistan kadar kararlı bir duruş sergilemek zorundadır.
Bugün Türkiye, kısa vadeli kazanımlar karşılığında, gelecek nesillerin minnetle anmayacağı asırlık kayıplara neden olabilecek kararlardan kaçınmalıdır. Bu nedenle iktidarıyla muhalefetiyle herkes kararlı bir şekilde milli ve ortak bir duruş sergilemek zorundadır. Sessiz kalanları da tarih affetmez!