İsrail ve Suriye arasında 20.Yüzyıl'ın ortasında başlayıp ve ihtilaflı sınırlar çerçevesinde ele alınabilecek çatışmalar silsilesi günümüzde de devam etmektedir. Genel anlamda bu savaş, ateşkes ve taciz saldırıları üçgeninin uçlarında gidip gelen bu büyük kriz iki ülke toprakları arasında cereyan etse de bu çatışmanın tarafları kesinlikle sadece Israil ve Suriye ile sınırlı kalmamaktadır. Şam hükümeti ve Tel Aviv arasında çift kutup arasına sıkışmış bir güç savaşı olarak tabir edemeyeceğimiz bu mücadele İran’ın Şam yönetimi ABD’nin ise İsrail tarafında yer almasıyla özellikle Suriye İç Savaşının başından günümüze kadar farklı boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
Suriye’deki savaşın, müdahil olan ülkeler için çeşitli önceliklerde öneme sahip olduğu ortadadır. Savaşa müdahil olan devletleri “stratejik olarak müdahil” ve “güvenlik politikaları sebebiyle müdahil” olanlar olarak iki gruba ayırdığımız zaman İsrail şeklen “güvenlik politikaları sebebiyle müdahil” grupta yer aldığı düşünülebilir. Fakat, sahip olduğu teknolojik üstünlük ve hali hazırdaki sınır hattının güvenliğini sorunsuz sağlayabilen bir ülke olarak gerçek pozisyonunun “stratejik müdahil” olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Suriye’deki muhaliflerin DAEŞ dahil olmak üzere İsrail’in sınırsal bütünlüğüne tehdit olabilecek kapasitede bir girişimde bulunmadıkları ve sahip oldukları teknolojik imkanların İsrail ordusu ile kıyaslanmasının mümkün olmadığı bir gerçektir. İlaveten, Suriye İç Savaşı’nın ana muhtevasının da bir hak arayışı olduğunu ise göz ardı edemeyiz. Pekala, kendi sınır güvenliğini Suriye İç Savaşı’nın giriftliğine rağmen sağlayabilen İsrail’in bu savaşa aktif müdahil pozisyonda olmasının altında yatan sebepler nelerdir?
İsrail-Suriye hattında 1948’den itibaren bazen cephe savaşı bazen de vesayet savaşı olarak devam eden kriz, nihayete ermemiş ve yakın zaman da bitecek gibi görünmemektedir. 1967’de İsrail’in Golan’ı ele geçirmesi ve 1973’ten sonra da iki tarafın da bölgeden asker çekmesi ise bu ihtilafa çözüm olmamıştır. 1981 yılında İsrail’in Golan’ı tek taraflı işgali ve 2019 yılında da ABD Başkanı Donald Trump’ın bu işgali meşru olarak tanıması ise İsrail’in Suriye sınırındaki mevcut sorunları daha da derinleştirmiştir. Gerek İsrail başbakanları gerekse Esad ailesi bu çatışma üzerinden iç siyasete şekil vermeye çalışmış olsalar da bu değişken oranlı çatışma süresince her iki tarafın da ardına aldığı unsurlar meseleyi bölgesel bir krizin ötesine taşımıştır.
İsrail Camp David ile Mısır (Güney), Oslo süreci ile Ürdün (Batı) sınırlarını, barış antlaşmaları çerçevesinde, güvenceye almasına rağmen kuzey sınırlarındaki Lübnan ve Suriye ile uzun yıllardır kendi açısından kontrollü gerginlik politikasını korumaktadır. Golan’ın işgalinde geri adım atılmaması ve Lübnan’a yapılan askeri operasyonlar kuzey komşusu olan bu iki devlet ve uluslararası kamuoyu tarafından egemenlik haklarını ihlal olarak değerlendirilirken, İsrail için tehlikeyi sınırlarının ötesinde karşılamak olarak algılanmaktadır. HAMAS ve İslami Cihat, Gazze şeridinde abluka altına alınmış iç düşman olarak değerlendirilirken, kuzey sınırlarındaki Lübnan ve Suriye toprakları İsrail için dış düşmanın hareket sahası olarak görülmektedir. Dış düşman ise Şii hilalinin son noktaları olan kuzey sınırının ötesindeki yönetimler ve bu yönetimler ile iş birliği yapan İran destekli Hizbullah ve çeşitli örgütleri içermektedir. İsrail’in savunma kapasitesi kuzeyden gelebilecek tehlikeleri kendi sınırları içerisinde karşılayacak güçte olsa da Kuzey Doğu’da Golan ve ötesi Kuzey Batı’da ise Beyrut’a kadar olan Cebel-i Lübnan etekleri olası risklere karşı etkin gözetleme altındadır. Buna rağmen hem Ortadoğu’da kendisine politik anlamda daha fazla alan açmak hem de iç siyaset açısından kullanışlı bir argüman olması sebebiyle Suriye’deki savaş İsrail için kullanışlı bir bahanedir.
İsrail, Suriye Savaşı’nın ilk evrelerinde nispeten daha az müdahil bir tavır sergilemiş, kendi sınırına yakın bölgelerde bazı muhalif gruplara tıbbı yardım ve mali destek sağlamıştır. Fakat İsrail’in Suriye Savaşı’na karşı müdahaleci bir tavır takınmasını ve bu meseleyi kendi hareket kabiliyeti açısından bir avantaja çevirme çabasını birkaç sebeple sıralayabiliriz: İran’ın ve Devrim Muhafızları eski Komutanı Kasım Süleymani’nin gün geçtikçe Suriye’de etkin olması, Rusya’nın Şam yönetimine ve İran’a olan desteğini arttırması, ABD’nin Trump yönetimi ile birlikte bölgede olan varlığında sınırlamaya gitme kararı alması, Kuzey Irak’ta bağımsızlık için yapılan fakat başarısızlığa uğrayan referandum süreci ile paralel olarak Türkiye’nin YPG terör örgütüne ve terör koridoruna yapmış olduğu operasyonların başarıya ulaşması gibi nedenler; İsrail’i Suriye’de aktif müdahale içine sürükleyen ya da başka bir deyişle “kendi müdahalelerini meşru kılan” sebeplerdir.
Bilhassa ABD’nin Suriye’den çekileceğini açıkladığı dönemde Suriye ve Lübnan’a karşı düzenlenmesi muhtemel operasyonlarının gündeme geldiği İsrail’de, erken seçim açmazı siyasal iradeyi bir yılı aşkın bir süre hükümetsiz bırakmıştır. Bu geçiş döneminde (2019-2020) savunma bakanlığının Suriye’ye karşı uyguladığı politika ABD Başkanı Donald Trump’ın çekilme açıklaması yaptığı tarihinden itibaren birkaç ay sakin bir seyir izlese de kısa bir süre içerisinde Suriye topraklarında İran hedeflerine karşı yapılan hava saldırılarına devam edilmiştir. 2020 Şubat’ında dönemin savunma bakanı Naftali Bennet’e göre İran’ın bir yıl içerisinde Suriye’den çıkartılacağı öne sürülmüş fakat yeni koalisyon hükümetinde 2020 Mayıs ayı itibariyle İsrail Savunma Bakanlığı’nın ve Dışişleri Bakanlığı’nın merkez parti olan Mavi-Beyaz’ın lideri Benny Gantz’a geçmesi ile birlikte İsrail’in sürekli saldırıları bir süredir tekrarlanmamaktadır. Bir aydır süren bu yalancı baharı ise hükümet önceliklerinde geri planda kalması ile değerlendirmemiz mümkündür.
Netanyahu-Gantz hükümetinin hali hazırda kontrol altında tutulabilen kuzey sınırı üstünde yeni tartışmaları fitillemek yerine öncelikli hedefleri olan Batı Şeria’nın ilhakına odaklandıkları ve Kovid-19 pandemi sürecinde yavaşlayan işgal programının ABD Başkanlık seçimleri öncesine yetiştirilmeye çalışıldığı aşikardır. Bu noktada İsrail’in Suriye’de en etkin aktör olarak tanımlanabilecek olan Rusya ile 2015 yılından itibaren mekik diplomasisi içerisinde bulunduğunu söylememizde yarar vardır. Başbakan Bünyamin Netenyahu’nun geçtiğimiz beş yıl içerisinde yapmış olduğu onlarca Moskova ziyareti sayesinde İran’ın Suriye’de kâğıt üstünde müttefiki olarak gösterilen Rusya’dan ciddi ayrıcalıklar elde etmiştir. 2016 Rusya-İsrail saldırmazlık anlaşması ile yapılacak olan operasyonlarda iki ülkenin birbirini tolere etmesinin yolu açılmıştır. Böylelikle İsrail karşıt cephesinde ciddi bir ortak kazanmıştır.
İsrail’in salt güvenlik endişeleri ile Suriye savaşına müdahil olmadığı ortadadır. İsrail’in Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan ile olan ilişkilerindeki pozitif ivmenin Suriye savaşındaki tutumu ile doğru orantılı olarak yükseldiği düşünülünce İran karşıtlığı üzerinden Suriye ve Lübnan topraklarına yapmış olduğu müdahaleler yeni ortaklıkların kapısını açmıştır. Öte yandan İsrail’in ana söylemi Suriye-Lübnan aksından İran’ı çıkartmak olsa da göz ardı edilmemesi gereken pragmatist bir yaklaşım söz konusudur. İsrail, Suriyelilerin Şam yönetimine karşı ayaklanmalarının meşru sebepleri ile ilgilenmek yerine etnik ayrılıkçı bir politikayı da devreye sokmaya çalışmaktadır. Savaşın başlangıcından günümüze YPG eksenindeki unsurlar aracılığı ile propaganda faaliyetleri içerisinde bulunan İsrail kurumları gözden kaçmamaktadır. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde 2017 yılında düzenlenen ve ülke gündemine bomba gibi düşen “Suriye muhalifleri” konferansında YPG tezleri üzerinden bir Şam yönetimi ve DAEŞ karşıtlığı oluşturmak istenmiş, ilerleyen yıllarda Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı olan terör operasyonlarında bizzat İsrail başbakanı Netenyahu tarafından manipülatif bir dille eleştirilmiştir.
Suriye İç Savaşı’nın İsrail açısından büyük bir konformizm doğurduğu aşikardır. Ortadoğu’da sınırsal hareket serbestîsinin ötesinde diplomatik mevzi kazanmasını sağlayan bu kriz, Suriye’den İsrail’e yönelecek tehditlerin bertaraf edilebilmesinin ötesinde siyasal bir avantaja dönüşmüştür. Suriye’nin güneyinde Şam yönetiminin etkinliği ortadayken. Suriye’nin güneyinde İsrail tarafından desteklenen bazı muhalif unsurlar olsa da İran destekli merkezlere saldırı bahanesi ile Suriye ve Lübnan hava sahalarının ihlali İsrail’e askeri anlamda ve siyasi anlamda manevra kabiliyeti sağlamaktadır. İsrail Lübnan’ın kara, hava ve deniz sınırlarını 2019’da 2.290 kez 2020’nin ilk beş ayında ise 1010 kez ihlal etmiştir. Bu hareket kabiliyetinin ötesinde de İran karşıtlığı üzerinden derinleştirdiği Suriye politikası İsrail’i; Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yakınlaştırmıştır. Uzun yıllardır Netanyahu’nun tek başına büyük bir pragmatizm ile idare ettiği Suriye politikasının yeni koalisyon hükümeti ile ne şekilde sürdürüleceği şu an için muammadır. En azından; Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ittifakının test alanlarından birisi olan Suriye’de İsrail’in Suriye politikalarının 20. Yüzyıl'daki kadar Ortadoğu’nun dengelerinden bağımsız olmayacağını söylenebilir.