İsrail, özellikle İran, Lübnan ve Filistin’de kendisi ile mücadele eden ve silahlı direnişi benimseyenleri zayıflatmak amacıyla uzun süredir suikastları bir araç olarak kullanmaktadır. Direniş eksenindeki kilit figürleri ortadan kaldırmayı hedefleyen bu suikastlar, İsrail’in bölgedeki siyasi ve askeri üstünlüğünü koruma stratejisinin bir parçasıdır. Ancak bu suikastlar, Hizbullah, Hamas ve İran destekli milisler gibi örgütleri geçici olarak sekteye uğratsa da uzun vadede direnişi bastırmakta başarısız olmaktadır. Aksine, bu eylemler genellikle direniş güçlerini daha fazla harekete geçirerek, destekçi kitleleri genişletmekte ve onların kararlılığını artırmaktadır.
İsrail’in 21. yüzyılda gerçekleştirdiği suikastlar hem askeri hem de siyasi ‘tehditleri’ ortadan kaldırmaya yönelik kasıtlı ve sofistike bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu öldürmelerin birçoğu, terörizmi önlemek ya da İran’ın nükleer kabiliyetlerini zayıflatmak için gerekli adımlar olarak meşrulaştırılsa da aynı zamanda İsrail’in işgal ve politikalarına karşı duran direniş güçlerini zayıflatmayı hedeflemektedir.
İsrail, Filistin direnişini zayıflatmak için uzun yıllar boyunca Filistinli ve bölgedeki direniş liderlerine yönelik suikastlar gerçekleştirmiştir. Bu suikastların ilk önemli hedeflerinden biri 1972 yılında, Beyrut’ta aracına yerleştirilen bir bombayla öldürülen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) sözcüsü Gassan Kenefânî olmuştur. Kenefânî’nin ölümü, İsrail’in Filistin direnişine karşı başlattığı suikast politikasının erken bir adımı olarak kabul edilmektedir. 1988’de el-Fetih’in kurucularından Ebu Cihad, Tunus’ta İsrail komandolarının düzenlediği bir operasyonda öldürülmüştür. El-Fetih’in önemli liderlerinden biri olmasına rağmen, onun ölümü örgütün faaliyetlerini durdurmamış, direniş devam etmiştir.
1992 yılında, Hizbullah Genel Sekreteri Abbas Musavi, İsrail tarafından düzenlenen bir helikopter saldırısında hayatını kaybetmiştir. Musavi’nin ölümünden sonra, Hizbullah’ın başına geçen Hasan Nasrallah, örgütün hem askeri hem de siyasi gücünü artırarak İsrail için daha büyük bir tehdit oluşturmuştur. 1996’da Yahya Ayyaş, “Mühendis” lakabıyla bilinen Hamas’ın bombalı saldırılarından sorumlu bir liderdi. Cep telefonuna yerleştirilen bir bomba ile suikasta uğrayan Ayyaş’ın ölümü, Hamas’ın direnişini durdurmamış, aksine örgütün kararlılığını artırmıştır. 2004 yılında İsrail, Hamas’ın kurucusu ve ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin’i bir hava saldırısında öldürmüş, kısa süre sonra Yasin’in yerine geçen Abdülaziz el-Rantisi de aynı yıl bir başka hava saldırısıyla öldürülmüştür.
Ancak bu suikastlar, Hamas’ın gücünü azaltmak bir yana, hareketin halk desteğini artırmış ve direnişi güçlendirmiştir. 2008’de Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından İmad Muğniye, Şam’da bir araç bombasıyla öldürülmüş, fakat Hizbullah hızla toparlanarak askeri kapasitesini korumuştur. 2020’de İran’ın nükleer programının başındaki isimlerden Muhsin Fahrizade, yine bir suikastla öldürülmüştür. Fahrizade’nin ölümü İran’ın nükleer çalışmalarını yavaşlatmak için önemli bir hamle olarak görülse de bu program devam etmiştir. 2024 yılında ise İsrail, Hamas Siyasi Ofisi Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri ve Hamas’ın siyasi lideri İsmail Heniye’ye yönelik suikastlar düzenlemiş, ancak bu hamleler Hamas’ın direnişini durdurmakta başarısız olmuştur. Aynı yıl, Hizbullah’ın önemli komutanlarından Fuad Şükr ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da suikastlarla öldürülmüştür. Yahya Sinvar, Gazze’deki Hamas liderlerinden biri olarak İsrail tarafından 2024’te öldürülmüş, fakat tıpkı önceki liderlerin suikastlarında olduğu gibi, Sinvar’ın ölümü de direnişi zayıflatmamış, aksine güçlendirmiştir. İsrail’in suikastları ulusal güvenlik gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılsa da bu eylemler aynı zamanda İsrail’in siyasi rakiplerini zayıflatma amacı taşımaktadır. Ancak bu girişimler beklenen sonuçları vermemiştir. Yahya Ayaş ya da Şeyh Ahmed Yasin gibi liderlerin öldürülmesi, genellikle bu figürlerin şehitlik statüsünü kazanmasına yol açmış ve direniş hareketlerini daha da güçlendirmiştir.
İsrail’in suikast stratejisi, uluslararası hukuka aykırıdır. Yabancı ülkelerdeki siyasi ve askeri liderlerin hedef alınması hem devlet egemenliğini hem de uluslararası normları ihlal etmektedir. Ancak bu operasyonlar genellikle sorgulanmaksızın devam etmekte, uluslararası hukuk açısından ciddi sorunlar doğurmaktadır. Bu yüksek profilli suikastlara rağmen, direniş ekseni – İran, Hizbullah, Hamas ve diğer gruplar – uzun vadede zayıflatılamamıştır. Aksine, bu gruplar her seferinde yeniden organize olmayı başarmış ve İsrail’e karşı direnişi sürdürmüşlerdir. Örneğin, Yahya Ayyaş ve Şeyh Ahmed Yasin gibi liderlerin öldürülmesinin ardından Hamas, operasyonlarına kesintisiz devam etmiştir. Benzer şekilde, Abbas Musavi’nin öldürülmesinden sonra Hizbullah, Nasrallah’ın liderliğinde daha da güçlenmiştir. Ayrıca, İsrail’in suikast politikası bölgedeki tansiyonu artırma riski taşımaktadır. Her bir suikast, misilleme olasılığını artırmakta ve bölgeyi yeni çatışmalara sürüklemektedir. 2024 yılında Heniye ve Sinvar’ın öldürülmesi, İsrail’in Gazze’deki operasyonları sırasında bölgedeki gerilimi tırmandırmış, İran’la olan ilişkileri daha da gerginleştirmiştir.
İsrail’in İran, Lübnan ve Filistin’de gerçekleştirdiği suikastlar, bu ülkelerdeki direniş hareketlerini zayıflatmaya yönelik temel bir strateji haline gelmiştir. Bu suikastlar, kısa vadede direniş örgütlerinin operasyonlarını sekteye uğratsa da uzun vadede bu grupların güçlerini yitirmesini sağlamamıştır. Aksine, suikastlar bu liderleri şehit haline getirmiş, direnişi daha da güçlendirmiştir. İsrail’in suikast stratejisi, kalıcı bir barış ya da güvenlik sağlayamamış, aksine bölgedeki çatışmaları derinleştirmiştir.