Türkiye, Gazze’deki soykırım karşısında en dik duran ülkelerden birisi olarak her fırsatta İsrail’e olan tepkisini dile getiriyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti, özellikle dış politik girişimler yoluyla Filistin’i haklı mücadelesinde yalnız bırakmayan bir devlet olarak tarihe geçecek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gibi devlet ricali yanında geniş halk kesimleri de Gazze meselesinde Filistinli kardeşlerini yalnız bırakmadı. Protesto eylemleri ve boykotlar tüm hızıyla devam ediyor. Artık insanlar marketlere girdiklerinde aldıkları ürünün menşeini merak ediyor, ürün İsrail malı ise uzak duruyor. Diğer yandan neredeyse her hafta büyükşehirlerde ses getirecek eylemler yapılıyor. En son 1 Ocak’ta üç yüz küsur STK’nın katılımıyla İstanbul’da yapılan yürüyüş ve miting Siyonist İsrail terör örgütünü çileden çıkarmak için önemli bir gelişmeydi.
İsrail, kendisini tanıyan ilk devletlerden birisi olan Türkiye’nin bu denli büyük tepkiler vereceğini hesap edemedi. Basında, iş dünyasında, sanat aleminde, akademide yuvalanmış İsrail sevicilerin tüm manipülasyon gayretlerine, tüm gündem değiştirme girişimlerine rağmen Türkiye Müslümanları seslerini sonuna kadar yükselttiler. Ancak geçmişte İsrail’in içimize kurduğu hücreler de yavaş yavaş uyanmaya başlayarak Gazze gündemini değiştirmek ve Türkiye Müslümanlarının haklı protestolarını gayrimeşru göstermek için boş durmuyor.
ODATV gibi yayın unsurları şimdiden Filistin mitinglerine katılan insanları bazı örgütlerle yan yana getirmek için gayret sarf ediyor. 1.1.2024 tarihinde ODATV’nin web sayfasında yer alan bir haberde (https://www.odatv4.com/guncel/hilafet-geliyor-kaldir-sancagi-120019109) Filistin mitinglerinde Kelime-i Tevhid bayrağı açan Müslümanları Hizbü’t Tahrir ile ilişkilendiren kanal sinsi sinsi İsrail lobisine göz kırpıyor. Bu tip haberlerle yapılmak istenen, Gazze konusunda hassas olan sıradan insanları gayr-ı meşru göstermek ve protestoların meşruiyetine gölge düşürmek. Herkes çok iyi biliyor ki Türkiye’de Hizbü’t Tahrir gibi örgütler kendilerine kolay kolay zemin bulamazlar. Türk halkının doğal tepkisini çeşitli yabancı örgütlerle yan yana getirmeye çalışmak bir takım merkezlere sinyal yakmaktan başka bir şeyle açıklanamaz.
1 Ocak mitinginin gerçekleştirildiği gün, beyni yıkanmış ırkçı-faşist bir üniversite öğrencisinin, elinde Kelime-i Tevhid bayrağı taşıyan bir protestocuya yumruk atması ise tamamıyla buram buram provokasyon kokan bir davranıştır. Belli ki Türkiye’de birileri düğmeye basmışlar ve çeşitli görüşlerden insanlar arasına nifak sokarak sosyal olaylar üzerinden kaos çıkarma gayretindeler. Olay sonrasında sosyal medyada sıraya giren bazı ırkçı Kemalistler şu söylemi kullanmaya başladılar. “Mitinge giden insanlar neden ellerinde hilafet bayrakları taşıyorlar? Bu anayasal suç değil mi?” Oysa ki söz konusu mitingde bol miktarda Türk bayrağı da vardı. Bazı insanlar İslam’ın temel umdesi olan Kelime-i Tevhidi bayraklaştırarak İsrail’e bir cevap vermiş oluyorlardı. Ülkedeki Müslümanların, ellerinde böyle bir bayrağı taşımları tamamıyla inançlarıyla ve duyarlılıklarıyla ilgili. Bir kesim meseleyi öylesine kabarttı ve kaşıdı ki dışarıdan birisi olayları takip ediyor olsa şunu diyecek: Acaba Türkiye’de hilafet yeniden tesis mi ediliyor? Irkçı Kemalistlerin Kelime-i Tevhid bayrağını hilafet bayrağı sanmaları ise bambaşka bir cehaletin dışa yansıması olarak kayda geçti.
Cumhuriyetin ve demokrasinin kendi tekellerinde olduğunu zanneden, her fırsatta çeşitli simgeler üzerinden İslam ve Müslümanlara kin kusan ırkçı yobazlar, cahil bazı Kemalistler şu an Türkiye’de Siyonist lobinin değirmenine su taşıyorlar. Gazze’de yaşanan soykırım umurlarında olmadığı gibi, Türkiye’de, masum insanların katledilmesine sesini yükselten insanları çeşitli provokasyonlarına malzeme edecek kadar bayağılaşmış bir kitleyle karşı karşıyayız. 12 askerimizi şehit verdiğimiz meş’um olaydan sonra milli yas ilan edilmesini isteyen Kemalist çevreler, aradan birkaç gün geçmeden, yılbaşı gecesinde, TV ekranlarında dansözlerle göbek atacak kadar bayağı ve aşağılık bir pozisyona düşürdüler kendilerini. İsrail beslemesi PKK hakkında ağızlarını açmaya cesaret edemeyenler 12 askerin şehit olmasından bir hafta sonra ekranlarda göbek atacak kadar seviyesizleşebildiler. Bu tavra karşılık Müslüman Türk halkının İsrail’i tel’in eden tavrını ise Cumhuriyet düşmanlığı ve hilafet arzusu olarak yorumladılar. Oysa ki seçimlerde ittifak yaptıkları terör örgütü uzantısı partilerin dağdaki eşkıyalarıyla nihai kertede mücadele edenler Gazze mitinglerinde İsrail’i tel’in eden sıradan vatandaşların çocuklarıdır. Demek ki yiğit Anadolu halkının ve bu halkın çocuklarının bunların nezdinde zerre kadar değeri yok! Bu çevreler için değerli olan tek şey yuvalandıkları siyasi oluşumlar içindeki itibarları ve konumları! Bugün ülkede bir milli güvenlik sorunu haline gelen CHP ne kadar yasadışı aşırıcı sol örgüt varsa (PKK-DHKPC dahil) hepsinin sırtını sıvazlamakla meşgul! Savcı Selim Kiraz’ın şehadetinde DHKPC’li katillerin nasıl arakasında durduklarını bu millet unutmadı.
Suudi Arabistan’da yaşanan sözde futbol krizinde ise Türkiye’de uyandırılmaya başlanan Siyonist hücrelerin ve onlarla iş birliği yapan FETÖ’cülerin, Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen derin çetelerin parmağı var. Olayın detayına girmeye gerek yok. Yaşanan olayların hemen sonrasında sadece futbol yorumcularının yaptığı analizlere bakmak yeterli. Mesele tamamıyla FIFA kuralları ve uluslararası teamüllerle ilişkiliyken bir işadamı kulüp yöneticisinin provokasyonu ile olaylar büyüdü ve iş rejim meselesine kadar geldi. Arap düşmanlığı ile ün salmış çevreler hemen bu işin üzerine çökerek kendilerine durumdan vazife çıkarmaya başladılar. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Suudlarla olan ilişkilerini görmezden gelen çevreler işi ırkçılığa ve İslam düşmanlığına dökmeye başladılar. İşin bir başka enteresan tarafı ise şu: Olayları tetikleyen aktörler devreden çıktılar, büyük bir sessizliğe gömüldüler, topu Ekrem İmamoğlu’nun kucağına atarak Kemalist çevreleri konsolide edecek sokak çağrılarına giriştiler. Meselenin sorumluluğu hemen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzerine yıkıldı. Belli ki tam seçim arefesinde giriştikleri provokasyonun tek gayesi ortamı germek ve Türk halkının zihnini bulandırmak. Sonradan öğreniyoruz ki aslında Sayın Cumhurbaşkanı o maçın Suudi Arabistan’da oynanmasına sıcak bakmamış. Şimdi tam da bu noktada bir hatırlatmada bulunalım. Gezi eylemlerinin baş sponsoru olan Koç Grubu ile Ekrem İmamoğlu arasında hatırı sayılır düzeyde sıcak ilişkiler var. Dönemin gazete haberlerine göre, İmamoğlu, İBB koltuğuna oturduktan sonra KOÇ Grubu’nun pazarladığı araçlardan çok sayıda alım yaptı ve grubu memnun eden adımlar attı. Yüzlerce aracı Kazlıçeşme meydanına toplayarak şov yapan İmamoğlu bu olayın hemen akabinde KOÇ Grubu’ndan hatırı sayılır alımlar yaptı. Peki İmamoğlu’nu siyaseten destekleyen ve bir proje olarak sahaya sürenler kimler? Pek çok gazeteciye göre İmamoğlu’nun siyasi bir proje olarak ortaya çıkmasında FETÖ’nün parmağı var. Aynı FETÖ bugünlerde İsrail lobisine çalışıyor ve açıktan İsrail’e destek veriyor. FETÖ’nün yurtdışında kaçak vaziyette yaşayan elemanlarının sosyal medya hesaplarında bu durum çok net olarak anlaşılıyor. Gazze’de yaşanan soykırım karşısında zerre kadar müteessir olmamalarının sebebi arkalarını yaslandıkları ABD ve İsrail çevrelerine olan koşulsuz sadakatleri. Şimdi aynı çete Türkiye’de sermaye çevreleri, Kemalistler ve İsrail kuklalarıyla el ele vererek kaos yaratma planları peşinde. Bizdeki sıradan Kemalist vatandaşlar ise bu oyunu görmekten aciz vaziyetteler. “Yeter ki Erdoğan gitsin de kimle yürüdüğümüz önemli değil” havasında olan bazı kesimler, Türkiye’ye ne denli büyük bir tuzak kurulduğunun farkında değiller.
Tam da bu noktada dile getirmek istediğimiz husus şudur: Seçim arefesinde bazı mihraklar -ki o mihraklar Türkiye’deki Siyonist hücreleri harekete geçiren merkezlerdir- hilafet, şeriat vb. söylemler üzerinden Türkiye’ye operasyon çekme gayretindeler. Atatürk’ü operasyonlarında bir kalkan olarak kullanıyorlar. Atatürkçülerin hassasiyetlerini kaşıyarak kamuoyu oluşturuyorlar. Oysa ki bu ülkede bu devletin kurucusu olan Gazi’ye kolay kolay kimse sesini yükseltmez. Kemalist çevrelerin putlaştırıcı tavrı hariç tutulursa sıradan vatandaşların Atatürk ile bir sorunu yoktur. Atatürk ile sorunu olanlar aslında Gazi’yi yarı ilah koltuğuna oturtup yaşanan her olayda bir “antikemalist tezgah” arayan aklı evvellerdir. Bu tavırlarıyla Atatürk’ü değersizleştiriyor ve anti Kemalist öfkeyi büyütüyorlar. Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir devlet adamı ve asker olarak haysiyetiyle oynayanlar esasında bu ülkede Kemalizm’i din haline getirmiş sapkın zihniyettir. Kemalizm’i Müslüman Türk’ün karşısına bir mahalle baskısı ve karşı din olarak çıkaran Kemalistler aslında Siyonist çevrelerin oyunlarına alet oluyorlar. Devletin kurucusu ve milli mücadelenin önderlerinden olan bir zata saygısızlık yapılmasını bu ülkede kimse hoş görmez. Diğer taraftan Atatürkçülüğü bir yaşam biçimi ve modern bir din olarak algılayan sapkın zihniyet kimseyi kendileri gibi düşünmeye ve yaşamaya da zorlayamaz. Bu açık bir faşizmdir.
Şimdi cumhuriyet savcılarının esas soruşturması gereken mesele Kemalizm üzerinden ırkçılığı kaşıyarak toplumda gerginlik üretmek üzere harekete geçen çetenin açığa çıkartılması ve ırkçı söylemle sokaklarda onu bunu yumruklayan provokatörlerin arkasında kimler olduğunun acilen tespit edilmesidir. Eğer bu süreç böyle devam ederse Türk gençliği bu işten büyük zarar görecektir. Arap nefretini kaşıyan ve her fırsatta İslam’a “Arabın dini” yaftasını yapıştırarak toplumu galeyana getiren gizli ellerin acilen açığa çıkarılması gerekiyor. Arap’ın dini söyleminin arkasında lokal anlamda bir İslam karşıtlığı üretilmek istendiği açıktır.
Peki bu kimin işine yarar? Tabii ki İsrail’in işine yarar. İsrail lobisi Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmak ve Müslüman dünyadan soyutlamak için tezgah kuruyor. İçimizde uyuyan hücrelerin harekete geçirilmesinin bir diğer sebebi de budur. Mesela Fatih Altaylı gibi 28 Şubat’ta İsrailci paşaların peçeteciliğini yapmış bir gazetecinin 1 Ocak mitinginde elinde Kelime-i Tevhid bayrağı taşıyan vatandaşa yumruk atan ırkçı magandaya sahip çıkması, başka kalem sahiplerinin Suudi Arabistan’da yaşanan olayı Türkiye ve Atatürk düşmanlığı olarak yorumlaması, bir sözde akademisyenin Osmanlı’nın kurucularını at hırsızı olarak lanse etmesi mide bulandırıcı gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor. Amaçları belli ki gündem değiştirmek ve manipülasyon yapmak. Aziz milletimizin hassas olduğu noktalara vurarak çirkin bir oyuna payandalık yapıyorlar.
Türkiye kendi içindeki şahsiyetsizleri, kimliksizleri, bizden gibi gözüküp bize hunharca saldıran ikiyüzlüleri deşifre etmedikçe rahat ve huzur yüzü bulamayacaktır. Türkiye şu haliyle büyük bir maskeli balo görüntüsü arz etmektedir. Kemalizm ve vatanseverlik maskesiyle milletin değerlerine, inançlarına saldıran, Türkçülük maskesi altında Şamanizm’e ve Tengricilik’e selam duran, ırkçılık bataklığına saplanarak Türkiye’yi gönül ve inanç coğrafyasından soyutlamaya çalışanlar elbette ne gerçekte Türk ne de Müslümandırlar. Zira Türk’ten kafir çıkmaz. Kafirse zaten Türk değildir. Türklük ve İslamlık tarih boyunca dünyaya adalet, vicdan ve merhamet dağıtmıştır. İdeolojilerin kör bataklıklarında çırpınan, beynini kiraya vermiş kimseler elbette bu ülküyü anlayamazlar, kavrayamazlar.
Öte yandan Türk’ün bir dini vardır bu da İslam’dır. Türk’e başka din arayan artık bizden değildir. Türk yüzünü Kâbe’ye çeviren yiğidin adıdır. “Arap’ın dini” diyerek İslam’ı aşağılamaya çalışanlar, neseplerinde, soylarında şüphe bulunan, devletin yakın takibine alınması gereken kimselerdir. Bu zümre artık bu devlet ve millet için bir milli güvenlik sorunudur. Aziz milletimize düşen ise bu ırkçı yobazlara prim vermemek ve provokasyona alet olmamaktır…