Saadet pazarlamacıları, metre metre gönül kumaşı biçen bezzazlar, fikirleri notaya döküp istediği makamdan dinleti sunan bestekârlar, ceplerine yaşam destek ünitesi bağlayacak reçeteler yazan iç âlem doktorları… Tüm bu meslekî betimlemeler birer hayal ürünü. Fakat bir o kadar da idrakleri bulandıran sloganların sahiplerini kimliklendirmede son derece ergonomik.
YAZ BAHÇELERİMİZİ YAĞMALAYAN ZEMHERİ TAKLİDİ
Ruhları ve fikredişleri yeknesak bir rotaya sabitliyorlar. Tek tip saadet formüllerini, ticarî kazanımlara göre çalıntı rakam ve işaretlerle tasarlıyorlar. Ne ürperten bir zemheri taklididir ki içimizin yaz esintisi bahçelerini yağmalıyorlar. Bize ne kadar latif gelen zaman kıpırtısı varsa; bir yan kesici maharetiyle cebimizden çalıyor, saadeti resmederken kullanacağımız boyaları, yeni istikametimizin hudutlarını belirlemede savurganca harcıyorlar. Aslında fikrimizi kodluyor, hissedişlerimizi komutlarla sevk edilen birer uygulama dosyasına dönüştürüyorlar. Estetik yargılarımızı lisanımızdan derlenmiş sözcüklerle değer kaybına uğratıyor, kendi sentetik vizyonlarını, bizim kanaatimizmiş gibi nöronlarımıza yediriyorlar. Hayal dünyamızın organiğini, kanserojen katkı maddeleriyle kirletiyorlar. Tüm bu dayatmalara direnç gösteren organizmamızı, alerjik bir tepkimeye girmekle yaftalıyor, bize zarar veren her şeyin kaynağı olarak, yine kendi sistemimizdeki hataları işaret ediyorlar. Kalp huzurumuzu, gönül rahatlığımızı yıkan patojenik ajanları, damar yoluyla vücudumuza zerk ediyor, yataklara düşen iç dünyamızı otoimmüm hastalıklara duçar olmakla tanılıyor, bizi katleden zanlıyı, yine içimizde saptıyorlar.
KORKARIM BİZİ KANDIRIYORLAR!
Bu çağdaş(!) duygu, fikir ve ruh tasarımcıları, içimizin anayasasını dehlizlere saklayıp yeni kanunlar peyda ettiler. Menfaatperest ve biçimsiz yargılarını içimize madde madde yazdılar. Dertsiz sofralarda buluşan aile fertlerinin, saadet kadrajına sığmadığını iddia ettiler. Helalinden lokmaların, lüks kategorisinde yoklamaya alınan fotoğraflık menülerden daha lezzetli bir cennet huzuru vaat ettiğini hafızamızdan sildiler. Güzelliği; ahlâk ve edep hudutlarını aşmadan erişilmeyen bir ‘açılım’ projesi ilan ettiler. Ahlâkı; eylemde ve sözde saptayamayan, sadece var olduğunu, sahibinin beyanı ile saptayabileceğimiz bir afakî söyleme indirgediler. Sevgiyi; evvela kendi benliğini kutsamaya dayalı bir hissediş cenderesine sıkıştırdılar ve saygıyı, öz güvensiz ruhların pespaye bir duygu durumu olarak alaşağı ettiler. Mutlu olmanın formüllerini, en göz alıcı reklam panolarına astılar da; bu formüllerin vardığı sonuç, her defasında nefsini şımartan bir ahmaklığa ve azgınlığa işaret etti. Başkalarını mutlu etmenin kalbi okşayan nezaketli iltifatları yerine, sürekli alan ve kazanan el olmanın açgözlülüğünü, aslî gaye olarak, beynimizin tarlalarına ektiler. Bu ekinlerden hırs, ihtiras ve haset mahsulleri topladılar, bu mahsulleri renkçe ve biçimce tezyinleyip gösterişli paketlerde yine bize sattılar.
SAADET NEREDEDİR?
Saadet tohumları, fıtratın Mekkî toprağında, tarh tarh ekilmişti oysa. İnsanı, huzurlu bir iç ferahlığına eriştirecek yegâne formül, Yaradan’ın ruhumuzda var ettiği Âdemce sıfatlarda, Muhammedî eylemlerde ve Kur’ânî endazelerde sırlanmıştı. Bütün bu cevherlerin kendi içimizden kazınarak, kanırtılarak ayrıştırılması ve yerine sentetik, el yapımı sahte parıltılı taşların, insan tüccarlarınca döşenmiş oluşu, içimizin işgal edilişi değil de nedir?
Saadet; bir cami avlusu şadırvanından zemini ıslatan çeşmelerdir. Saadet; annelerin toprak toprak izlenmiş avuç içleridir. Saadet, besmeleyle oturulan helal sofralar, secde iziyle parıldayan alınlar, sokaktaki yavru kediye verilen süt için yol kenarında bulunan, eski ve çatlak kâselerdir. Saadet; emekle ve şefkatle rayihalanmış yaşlıca bir baba elini öpen dudaklardır. Ve eli öpülen kalbi şefkatle bezeli babaların iman tahtasına yerleşen tebessümün dışavurumudur. Saadet, incitmeyen dillerde işlenip tabiata bırakılan Allah’ın selâmıdır. Mutlu bir ömrün kompozisyonunu yazan sözde kalemler ‘hakkıyla yaşamak’ tamlamasını allayıp pullarlar ama Hakk ile yaşayıp şehadet ile ahirete hicret, saadetle ilmek ilmek örülmüş bir ömre son saadetli düğümü atmaktır.