Yeni toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilmek, dördüncü sanayi devriminin gerektirdiği beceri ve işgücünün yetiştirilebilmesi açısından eğitimin hayatla, bilimle, teknolojiyle bağını uygulamalı bir şekilde kurmak yeni dönemde üzerine yoğunlaşmamız gereken meselelerden birisi olmalıdır.
Eğitim anlayışı açısından bir çağın kapanıp yeni bir çağın açıldığı bir dönemdeyiz. Şu anda dünyada eğitimin dönüşümü açısından bir geçiş süreci yaşanmaktadır. Dünyanın her tarafında geleceğin eğitimini nasıl tasarlayacağımız ve hangi parametrelerin üstüne oturtacağımız yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Yaşadığımız dönemin belirgin özellikleri vardır. Bunlardan birincisi değişimin kazandığı hızdır. Artık toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümler kavramakta zorlandığımız çok büyük bir hızla gerçekleşmektedir. Toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatta yaşanan dönüşümler yeni ihtiyaçları doğurmakta ve eğitim sistemlerinin bu ihtiyaçlara cevap verebilmesi için kendini dönüştürmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu çerçevede tartışmamız gereken birkaç temel başlık bulunmaktadır bunlardan ilki sanayi devrimi sonrası oluşmuş eğitim paradigması ve bu paradigmanın sonucu olarak doğmuş eğitim sistemidir. Mevcut eğitim sistemleri sanayi devrimine uygun olarak kurgulanmış ve bu kurgunun bir sonucu olarak mevcut okul, sınıf, öğretmen, ders, ders süreleri, teneffüs ve program sistemi şekillenmiştir. Dünyamızın yaşadığı yeni devrimler artık geleneksel eğitim kalıplarının sorgulanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bireyselleşme ve özgürleşmenin bu kadar her birimizi kuşattığı, bilgiye erişim kanallarının çeşitlendiği bir çağda 200 yıl öncesinin eğitim paradigması ve sistemi ile nereye kadar gidebiliriz. Akredite edilmiş bilgiyi monolitik bir biçimde kitlesel bir katılım ve katı bir disiplin düzeni İle aktarmak üzere kurulmuş bir sistem bugün geldiğimiz dünyada hangi gerçekliğe karşılık gelmektedir. Her bir öğrencinin ayrı bir kişilik, öğrenme kapasitelerinin farklı, ilgi ve zevklerinin çeşitli olduğu bir dünyada bütün bir eğitim ekosistemini yeniden ama hızlıca tartışmamız gerekmektedir.
Tartışmamız gereken bir diğer mesele işgücü piyasasının ihtiyaçlarına eğitim sisteminin ne kadar karşılık verebildiği meselesidir. Genetik, yapay zeka, robotik, nanoteknoloji,3D yazıcılar ve biyoteknolojideki gelişmeler farklı bir geleceğe kapı açmaktadır. Sektörlerde ekonominin talep ettiği becerilere sahip işgücü bulmak güçleşmektedir. Demografik ve sosyo-ekonomik faktörler ile teknolojik faktörler becerilerde değişimin daha önce hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleşmesine neden olmaktadır. Bu değişim pek çok akademik alanda temel derslerin içeriğinin hızla değişmesini gerektirmektedir. Popüler bir tahmine göre dört yıllık bir yükseköğretim programının ilk yılında edinilen bilgilerin %50’si öğrenci mezun olmadan geçerliliğini kaybetmektedir. Dördüncü Sanayi Devriminde beceri değişimindeki hız ile önümüzdeki beş yıllık perspektifte gerçekleşmesi beklenen beceri değişimi ele alındığında, geniş ölçekte yeni beceriler geliştirmek için geleneksel yetiştirme/öğretim sistemleri tasarımlarının artık bir seçenek olmadığı vurgulanmaktadır. Pek çok eğitim sistemi bugün yüzyıl öncesine uzanan modellere dayanmaktadır. Reformlar ve modernleşme çabaları ise çoğu zaman geleneksel eğitim sistemleri ile modern yaşamın ve yeni işgücü piyasalarının talepleri arasında ki açığı kapatmak konusunda yetersiz kalmaktadır. Eğitim sisteminin değişikliklere ve taleplere hızlı bir şekilde tepki vermesini sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir. Son yirmi yılda ortaya çıkan değişiklikler sonucunda üretim sektöründeki birçok mavi yaka iş ortadan kalkmıştır. Bilim, teknoloji, mühendislik, matematik, dijital medya ve iletişim temelinde ortaya çıkan meslekler; yüksek vasıflı, yüksek ücretli ve yüksek talep gören işlerin omurgası haline gelmiştir.
Bu kadar hızlı dönüşümlerin yaşandığı dünyada işgücü piyasasının ihtiyaçlarına karşılık verebilecek ve bu değişimin arkasına düşmeyecek bir eğitim sistemini nasıl kurabiliriz? 10-12 yıllık uzun süreleri kapsayan eğitim sistemleri neredeyse bir kaç yıllık periyotlara inmiş değişim hızını ve bu hızın ürettiği yeni ihtiyaçları bu devasa kurumsal ve geleneksel yapılarla nasıl karşılayabilecektir? Yeni toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilmek, dördüncü sanayi devriminin gerektirdiği beceri ve işgücünün yetiştirilebilmesi açısından eğitimin hayatla, bilimle, teknolojiyle bağını uygulamalı bir şekilde kurmak yeni dönemde üzerine yoğunlaşmamız gereken meselelerden birisi olmalıdır. Dolayısıyla geleceğin eğitimi değişimin bu hızı ve bu hızın ürettiği ihtiyaçları karşılayabilecek yeni bir ergonomiye göre tartışılmalı ve tasarlanmalıdır.
Tartışmamız gereken bir diğer mesele de eğitim sistemleri ile devletlerin ihtiyacı olan iyi vatandaş yetiştirme hedefleri arasındaki gerilimdir. Geleneksel eğitim sistemlerinin önemli amaçlarından birisi de devletin sahip olduğu ideoloji ya da değerler çerçevesinde uyumlu ve iyi vatandaş yetiştirme hedefidir. Dijital devrimin sonucu olarak bilginin sınırlarının kalktığı, iletişim ve etkileşimin sınır tanımaz hale geldiği bir dünyada iyi insan kimdir ve iyi insanı inşa edebilmek için eğitim sistemleri nasıl bir rol almalıdır? Öte yandan milli değerlerle evrensel değerler arasında var olabilecek çelişkiler bakımından eğitimin hedefleri ve içeriğinin önceliğini nasıl kurgulayacağız. Tüm bunları da yeniden tartışmak zorundayız. Dünyanın birçok ülkesinde eğitim bütün paydaşlarla çok ciddi bir şekilde tartışılmaktadır ülkemizde de geleceğin eğitimini nasıl inşa edeceğimiz meselesini açık bir şekilde tüm paydaşlarla bütün önyargılardan sıyrılmış olarak tartışmalıyız. Çünkü bu konu hepimizin bu ülkeye ve insanlığa olan borcudur.