Gazetecilik kutsal referansları olan bir meslektir. Haberi getirene, hakikati taşıyana tarih boyunca saygı duyulmuş, hürmet gösterilmiştir. Elçiye zeval olmaması da bundandır. Bir şehrin önce elektriğini kesen, iletişim imkânlarını ortadan kaldıran sonra hastaneleri ve sivilleri hedef alarak bombardıman düzenleyen İsrail için gerçekleri yayınlayan her türlü medya organı bir tehdit unsuruna dönüşmüştür. Hal böyleyken, katliamlara imza atan İsrail’in hukuk dışı uygulamalarını dünyaya duyurmak için zor şartlarda görev yapan medya mensupları hayati risklerle karşı karşıyadır. Filistin Gazeteciler Sendikası tarafından yapılan açıklamalarda gazetecilerin evlerinin bombaların hedefi olduğu, onlarca gazetecinin ve yakınlarının bilinçli olarak öldürüldüğü ifade edilmektedir. İsrail’in özellikle gazetecileri hedef aldığına, eşi ve iki çocuğu öldürülen Al Jazeera çalışanı Vail Dahduh’un evinin maksatlı olarak bombalandığına dikkat çekilmektedir.
Devlet olmakla örgüt olmak arasında büyük farklar vardır. Bu farklardan biri de olası bir savaş veya çatışma durumunda uluslararası hukuk kurallarını uygulamak, sivilleri, sağlık çalışanlarını ve gazetecileri hedef almamaktır. Yani insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü gözetmektir. Filistin topraklarını işgal eden İsrail’in hukuk tanımaz uygulamaları ve Arz-ı Mev’ud hedefleri Orta Doğu için önemli bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. “İsrail Sorunu” yalnızca Orta Doğu’yu değil artık tüm dünyayı ilgilendiren bir meseledir. 1948’den beri Filistin’de yaşanan insanlık dramı dil, din ve ırk fark etmeksizin bir başkasının yaşam hakkına saygı duyan her insan için üzücüdür. Her ne kadar uluslararası medya bu durum karşısında üç maymunu oynasa da soykırım boyutuna varan İsrail mezalimi tüm insanlığın gözü önünde cereyan etmektedir. Halklar hükümetlerin İsrail destekçisi tavrına rağmen kitlesel gösterilerle yaşanan zulme tepki göstermektedir. İsrail zulmünü her türlü konvansiyonel ve dijital medya aracıyla dünyaya duyurmak görev ve kimlik fark etmeksizin herkesin insani sorumluluğu haline gelmiştir.
Tarihsel olarak savaşların haberleştirilmesiyle birlikte gelişen Savaş Gazeteciliği, savaş bölgelerindeki olayları aktaran önemli bir gazetecilik türüdür. Kavram daha çok Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak işgalinde popülerlik kazanmıştır. Savaş veya çatışma bölgelerinde gazetecilik yapmak medya çalışanlarının karşılaşabileceği en zorlu görevlerin başında gelir. Savaş ortamında görev yapan medya mensupları psikolojik ve fiziksel zorluklar içerisinde haber yapmak ve objektif kalmak zorundadır. Savaş muhabirleri genellikle büyük risklerle karşılaşır ve güvenlikleri sık sık tehlikededir. Riskleri olabildiğince bertaraf etmek için güvenlik ekipmanlarına, savaş gazeteciliği bilgisine ve temel tıbbi müdahale eğitimine sahip olmak önemlidir. Dünyanın zor coğrafyalarında farklı tarafların savaş ve çatışma durumu söz konusu olabileceğinden göreve başlamadan önce bölgeyi ve tarafları çok iyi tanımak gerekir. Savaş ve çatışma ortamında medya mensupları uluslararası hukukun koruması altındadır. Uluslararası insancıl hukuk, gazetecilerin savaş ortamında faaliyet gösterirken korunmasını sağlar. Uluslararası insancıl hukuk, savaşın etkilerini sınırlandırmayı ve sivillerle savaşanları birbirinden ayırmayı hedefleyen yasaklar ve emirler ortaya koyar. Bu hukuk kuralları, savaşın olduğu durumlarda gazetecilerin ve medya araçlarının korunmasını da içerir. Yürürlükteki insancıl hukuk kurallarına göre savaş ve çatışma ortamında medya mensupları da siviller gibi dokunulmazdır.
Gazetecilik etik ilkeler ekseninde yapılır. Bu ilkelerin başında “Gazetecinin ilk görevi, hakikate ve toplumun bilgiye erişim hakkına riayet etmektir” maddesi gelir. Şartlar ne olursa olsun gerçekleri aktarmak gazetecinin görevidir. Söz konusu başkasının topraklarını işgal eden ve dünyanın güçlü devletlerinin desteğini alan bir ülke dahi olsa durum değişmez. İsrail’in Gazze saldırıları başladığından beri birçok gazeteci hayatını kaybetmiş, yüzlerce basın çalışanı yaralanmıştır. Palestine Chronicle gazetesinin yazarlarından Youssef Dawwas, İsrail’in, 14 Ekim’de Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Beyt Lahya kasabasındaki aile evine düzenlediği saldırıda öldürülmüştür. Filistinli medya şirketi Ain Media’nın kurucularından Rushdi Siraj, 23 Ekim’de İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırısında öldürülmüştür. Al Aksa Radyosu için çalışan kadın gazeteci Doaa Sharaf 26 Ekim’de İsrail’in düzenlediği bir hava saldırısında, Gazze kentindeki evinde oğluyla birlikte öldürülmüştür. Said et-Tavil, Muhammed Subh, Hişam en-Nevacihe, İbrahim Lafi, Muhammed Cerğun, Muhammed es-Salihi, Esad Şemlah ölen gazetecilerden sadece bir kaçıdır.
Hukuk tanımayan İsrail askerleri hem gazetecileri hedef almakta hem de tehdit ederek gerçeklerin dünya kamuoyu tarafından öğrenilmesini engellemeye çalışmaktadır. TRT Haber sunucusunun bir İsrail askeri tarafından tehdit edilmesi kamuoyuna yansıyan son somut engelleme girişimidir. Kamerayla sunucu arasına giren İsrail askeri, TRT Haber sunucusu Fuat Kozluklu’ya Türkçe konuşarak: “Seni yarın sabah burada görmek istemiyorum. Gelirsen sana tabancanın bütün mermilerini boşaltırım” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Medya mensuplarını öldürmek, tehdit etmek ve yıldırmak gerçekleri gizlemek isteyen İsrail için bir savaş taktiği halini almıştır. İsrail’in tehditleri ve engelleme girişimleri sadece bölgede görev yapan gazetecilerle sınırlı değildir. İsrail medyası Gazze’de yaşanan insanlık dramını tüm dünyaya duyuran, dezenformasyon odaklı algı yönetimi girişimleri karşısında gerçekleri ortaya çıkaran kurumları ve kişileri hedef göstermeye devam etmektedir.
Times of Israel adlı internet gazetesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’in Gazze’deki saldırılarına karşı çıktığını vurgulayarak İletişim Başkanlığı’na bağlı TRT ve Anadolu Ajansı’nın Türkçe, İngilizce, Arapça yayınlarıyla dünya kamuoyunun dikkatini İsrail ordusunun katliam yaptığına çektiğini ifade etmiştir. TRT Haber, TRT Arabi ve TRT World’ün Filistinlilerin yaşadığı dramı anlık olarak ulusal ve uluslararası kamuoyuna anlatan yayınlarından duyulan rahatsızlık İsrail medyasında yer almaktadır. Times of Israel’deki yazının sonunda “Erdoğan’ı devirmek mümkün değil ama Fahrettin Altun ve ekibinin durdurulması gerekiyor. Hemen!” ifadelerine yer verilmiştir.
Türkiye, küresel bir hakikat mücadelesi içerisindedir. Yalanın, kitleleri manipüle etmek için haber kisvesi altında ambalajlanarak sunulduğu uluslararası medya düzenine karşı da bu mücadelesini sürdürmektedir. Türkiye, uluslararası tezleri ve çıkarları veya dünyada zulme uğrayan milletlerin hakları söz konusu olduğunda bedeli ne olursa olsun gerçeği haykırmaktan geri durmamaktadır. Özellikle İsrail’in Gazze saldırılarında Türkiye’nin barış odaklı diplomatik girişimleri ve dezenformasyon karşıtı iletişim politikaları İsrail’i ve destekçilerini rahatsız etmektedir. Türkiye, kamu kurumları, televizyonları, gazeteleri, internet medyası ve tüm medya mensuplarıyla hakikati önceleyen gazetecilik anlayışını sürdürmeye devam etmektedir.