Bölge ülkeleri Filistin konusunda neden birlik olamıyor?

04:008/06/2024, Cumartesi
G: 8/06/2024, Cumartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Siyonizm'in İsrail için hedeflediği sınırlar sadece Filistin’le sınırlı değil. Dolayısıyla sadece Filistinliler için değil bölge ülkelerinin tamamının güvenliği ve geleceği için apaçık bir tehdit oluşturan bu yerleşimci kolonyalist devlete sessiz kalmak ya da daha da ileri gidip destek vermek, aslında celladına aşık olan mahkûmun durumuna benziyor.

Dr. Hacı Mehmet Boyraz - İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Görevlisi

İsrail’in 7 Ekim’de Gazze’de başlattığı ve geçen hafta itibarıyla Refah’a yaydığı soykırım hunharca devam ediyor. Sivillere yönelik gerçekleşen ve alenen Filistin toplumunun soyunu kırmayı ve büyük İsrail projesinde yeni bir merhaleye geçmeyi amaçlayan katliamlar nedeniyle 15 bini çocuk ve 10 bini kadın olmak üzere 36 binden fazla Filistinli şehit oldu. 80 binden fazlası da gazi oldu. Ayrıca Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından yapılan tahminlerine göre 1,7 milyon Filistinli–ki bu rakam ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 80’inine tekabül ediyor–ülke içinde yerlerinden edildi. Dolayısıyla ortada korkunç bir insani kriz var.

Medeniyetin beşiği olduğunu iddia eden iki yüzlü Batı dünyası kendisine yakışır şekilde katliamlara göz yumuyor. Müslüman nüfus çoğunluğuna sahip Orta Doğu ülkeleri de ne yazık ki Filistin konusunda birlik olabilmiş değil. Yani bölgedeki ülkeler kendi aralarında birlik olamadıkları için Filistin’deki zulüm hız kesmeden devam ediyor. İsrail de bu gerçekliğin bilincinde olduğu için hiç tereddüt etmeden dünyanın gözü önünde çadır kentlere sığınmış insanları dahi bombalayabiliyor. Bu sebeple Filistin’deki zulüm, bir yönüyle bölge ülkelerinin tevhid şuurundan uzak olmalarından kaynaklanıyor.

Kendilerini yad etme adına rahmetli Tuğrul Efendi Hazretleri de ömrü boyunca iştirak ettiği programlarda zaman zaman bu duruma değinir ve Müslümanların Filistin konusunda içinde bulundukları halin tevhid ehli olamamalarından ve tefekkür edememelerinden kaynaklandığını vurgulardı. Nitekim kendilerinin dem vurduğu gibi bölgedeki ülkeler, Filistin konusunda amiyane tabirle farklı tellerden çalmayı bırakıp zulme karşı fikirde ve eylemde ittifak etselerdi İsrail, Filistin’deki kardeşlerimize bunca zamandır bu kadar zulmü edebilir miydi? Elbette edemezdi.


ULUSAL ÇIKAR KAYGISI

Peki, İslam dünyası dendiğinde akla ilk gelen Orta Doğu coğrafyasındaki bölge ülkeleri, nasıl oluyor da Filistin gibi kendi güvenliklerini ve geleceklerini de doğrudan ilgilendiren bir konuda birlik olamıyor? Konuya merak salan herkesin ister istemez sorduğu bu çetrefilli sorunun elbette birçok cevabı bulunuyor ama bu yazıda sadece bir yönüne değineceğiz. Buna göre ilgili sorunun cevabını öncelikle ben-merkezli bakış açısının devlet düzeyinde tezahür ettiği ulusal çıkar mefhumunda aramak lazım. Güç ve güvenlik kavramları gibi Uluslararası İlişkiler disiplininde en fazla Realizm ile özdeşleştirilen bu mefhum, devletlerin dış politika stratejilerini ve kararlarını açıklamada çoğu zaman bir maymuncuk işlevi görüyor.

Kullanıldığı bağlama göre anlam kazandığı için muğlak bir muhtevaya sahip olsa da ulusal çıkar, özünde her devletin anarşik uluslararası ortamda kendi faydasını gözetmek durumunda olduğu ve buna uygun kararlar aldığı savına dayanıyor. Nitekim konumuzla ilgili olarak 7 Ekim öncesindeki duruşlarına büyük oranda sadık kalan bölgedeki ülkelerin 7 Ekim’den sonra da ulusal çıkarlarını ön planda tuttuklarını görüyoruz. Bu sebeple Gazze’deki soykırımı engellemek şöyle dursun İsrail’e karşı müşterek bir tepki göstermekten bile aciz kalıyorlar.


BEN-MERKEZLİ FAYDA GÖZETİYORLAR

Burada Filistin’deki zulme sessiz kalmak bölge ülkelerinin ulusal çıkarlarıyla nasıl bağdaşıyor sorusu akla geliyor. Bu ülkelerden bir kısmı İsrail’i kendi güvenliği açısından tehdit olarak algılamadığı için üç maymunu oynuyor. Bir kısmı kendi içindeki sorunlarla boğuştuğu için Filistin’de ne olup bittiğiyle ilgilenmiyor. Bir kısmı ise İsrail’e meydan okuyabilecek güçte olmadığını düşündüğü için sessiz kalmayı yeğliyor. Yine bir kısmı dünyanın jandarması rolüne bürünen ABD’nin Orta Doğu’daki kolu İsrail’le sorun yaşamadan ulusal bütünlüğünü ve/ya ülkedeki siyasi rejimin devamlılığını sağlamanın derdinde. Yani İsrail’le ilişkileri dengede tutarak yakın tarihte Amerikan işgaline maruz kalan Afganistan ve Irak’ın durumuna düşmek istemiyorlar. Son olarak bir kısmı okyanus ötesinden gelen maddi ve askeri yardımları devam ettirebilmek için piyonluğa devam ediyor. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere bölgedeki ülkelerin kısmı küllisi Filistin konusunda sürekli ben-merkezli bir fayda gözetiyor.


YANLIŞ HESAP BAĞDAT’TAN DÖNER

Öte yandan Filistin konusuna çıkar eksenli yaklaşan ülkelerin hepsi meseleyi yanlış değerlendiriyor. Zira su götürmez bir gerçeklik olarak Siyonizm ideolojisinin günümüzde vücut bulduğu İsrail devletinin hedeflediği sınırlar sadece Filistin’le sınırlı değil. Arz-ı Mev’ûd yani Yahudilere vaat edildiğine inanılan topraklar, Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar oldukça geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Dolayısıyla sadece Filistinliler için değil tüm bölge ülkelerinin tamamının güvenliği ve geleceği için apaçık bir tehdit oluşturan bu yerleşimci kolonyalist devlete sessiz kalmak ya da daha da ileri gidip destek vermek, aslında celladına aşık olan mahkûmun durumuna benziyor.

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşayın” düşüncesindeki bölge ülkelerinin günün sonunda aynı sorunla muhatap olabileceklerini unutmamak lazım. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen ayki bir konuşmasında isabetli şekilde Hamas’ın Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunmasını yaptığını söyleyerek tam da bu gerçekliğe işaret etti. Buradan çıkarılabilecek sonuç şudur; Erdoğan, Gazze’nin yıkılması durumunda tehdidin bir gün Türkiye’ye yöneleceğini şimdiden gördüğü için bu toprakların müdafaasını Anadolu’nun müdafaasıyla eş değer tutuyor.

Burada konuyla ilgili olması bakımından geçen yıl yayınladığımız “Bölgesel Aktörlerin Filistin Politikaları” başlıklı kitabımızdan bahsetmek istiyorum. 13 yazarın katkısıyla hazırladığımız kitabımızda Fas’tan Irak’a, Körfez ülkelerinden Tunus’a ve İran’dan Lübnan’a kadar uzanan geniş siyasi coğrafyadaki bölgesel aktörlerin Filistin politikalarını enine boyuna analiz ettik. Meseleyi ağırlıklı olarak Siyaset Bilimi ile Uluslararası İlişkiler pencerelerinden değerlendiren çalışmamız sonucunda Türkiye dışındaki ülkelerin neredeyse tamamının salt ulusal çıkar kaygısıyla hareket etmelerinden ötürü Filistin konusunda birlik olamadıklarını ve bu durumun İsrail’in yayılmacı politikalarına hizmet ettiğini gördük. Yani bölgedeki ülkelerin Filistin konusunda birlik olamamaları güçsüz ya da kapasitesiz olmalarından evvel kendi çıkarlarını bir yana koyup ortak değerler ekseninde birleşememelerinden kaynaklanıyor.


LİDER FAKTÖRÜ

Bölge ülkelerinin Filistin konusunda birlik olamamalarında siyasi lider faktörünün de etkili olduğunu unutmamak gerekiyor. Zira sahip oldukları konumları ve sorumlulukları itibarıyla yönettikleri devletlerin dış politika davranışlarına yön veren siyasi liderlerin şahsi tutumları Filistin konusunda da kendisini gösteriyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi az sayıdaki hasbi lider, bu konuda olması gerektiği gibi bir tavır sergiliyor ve Filistin’in İsrail zulmünden kurtulabilmesi için yoğun çaba sarf ediyor. Bu sebeple Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı meşhur “One Minute” çıkışını yaptığı 2009’dan beri hâlâ daha Filistin halkı nezdinde mazlumların davasını sahiplenen ve bu davayı tüm dünyaya kabul ettirmeye çalışan lider olarak görülüyor. Erdoğan dışındaki siyasi liderlerin önemli bir kısmı ise ya kendi ülkesinin izafi çıkarlarını gözeterek ya da şahsi istikbalini düşünerek “dilsiz şeytan” gibi sessiz kalmayı tercih ediyor.

Filistin’deki zulmün sona ermesinin yolu ise evvela bölge ülkelerinin İsrail’in Filistin kadar kendileri ve İslam dünyası için bir tehdit olduğu gerçeğini anlamalarından geçiyor. Bunun için “beni” bırakıp “biz” olabilme şuuruna erişmeleri gerekiyor. Aksi takdirde konuya dair getirilecek her öneri havanda su dövmeye benzer. Bunun akabinde bölge ülkelerinin ulusal çıkar gibi bencil ve materyalist tutumlardan sıyrılıp Müslümanca bir edayla en azından Filistin konusunda ortak düşmana karşı “bir” olmaları gerekiyor. Yani bölge ülkeleri, kendi içlerindeki siyasi bölünmüşlüğe ve hamasete son verip tevhid şuuruna erişmedikçe Filistin’deki zulüm de sona ermeyecektir. Nitekim Enfal suresindeki “Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider.” ayet-i kerimesi tam da bu gerekliliğe işaret ediyor. Buna göre Müslüman nüfus çoğunluğuna sahip bölge ülkelerinin önünde ortak düşmana karşı kuvvetlerini birleştirmekten başka bir yol bulunmuyor.


TÜRKİYE’NİN KENDİNE HAS DURUŞU

Buraya kadar anlatılanlar bir yana sahip olduğu beşeri ve askeri güç kadar bölgedeki tarihi sorumluluğu sebebiyle Türkiye, Filistin konusunda 7 Ekim’den önce olduğu gibi 7 Ekim’den sonra da en güçlü ve isabetli duruşu sergileyen bölge ülkesi olarak ön plana çıkıyor. 7 Ekim referans noktası olarak alındığında bile Türkiye, ilk günden beri İsrail’in Gazze’deki saldırılarının meşru müdafaayla örtüşmediğini ve bir etki-tepki değil alenen soykırım olduğunu savunuyor. Bu sebeple Türkiye, kendi toplumundan aldığı güçlü desteğin de etkisiyle İsrail zulmüne karşı ilk günden beri Filistin halkının yanında yer alıyor.

Dikkate değer bir husus olarak Türkiye, Filistin konusunda gerçekleri söylemekle yetinmiyor söylediklerini eyleme de döküyor. Bu noktada “Türkiye Filistin için ne yapıyor?” diyenlerin sorusuna altı başlık halinde cevap verilebilir. Birincisi Türkiye, spesifik olarak 7 Ekim’den bu yana taraflar arasındaki çatışmaların son bulması adına yoğun bir diplomasi trafiği yürüttü. Bu çerçevede Ankara, bölgedeki kalıcı barışın tesisi için iki devletli siyasi yapı ekseninde Türkiye’nin de garantör olacağı yeni bir çözüm modeli sundu. Ancak gözü dönmüş Netanyahu yönetimi, Gazze’de soykırım gerçekleştirme hevesinde olduğu için Ankara’nın bu teklifini kabul etmedi.

İkincisi Türkiye, İsrail bombardımanı altında yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi her an hisseden Filistin halkının acil ihtiyaçlarını hiçbir zaman görmezden gelmedi. Öyle ki Türkiye, bu konuda alicenaplığını gösterdi ve 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye en fazla yardım yapan iki ülkeden biri oldu. COGAT verilerine göre bu süre zarfında Gazze’ye ulaşan insani yardımların yaklaşık yüzde 25’i Türkiye’den gönderilen yardımlardan oluşuyor. Üçüncüsü Türkiye, zalim İsrail’in ablukasına rağmen Gazze’deki yaralı Filistinlilerin bir kısmını tedavi amacıyla tahliye ederek hayata tutunmalarını sağladı. Dördüncüsü Türkiye, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail’e karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açtığı soykırım davasına müdahil oldu ve Gazze’deki soykırımın varlığını ispatlamak için elindeki tüm kanıtları mahkemeyle paylaştı. Böylece İsrail’e karşı verilen küresel hukuk mücadelesine destek verdi.


TÜRK MEDYASI ASİL BİR MÜCADELE VERİYOR

Beşincisi Türkiye’nin yürüttüğü lobi faaliyetlerinin de bir sonucu olarak geçtiğimiz ay dört Avrupa ülkesi Filistin’i devlet olarak tanıma kararı aldı. Böylece Türkiye’nin de parçası olduğu İsrail karşıtı küresel cephe daha da güçlendi. Altıncısı Türkiye, geçen yılın verilerine göre 5,4 milyar dolar ihracat ve 1,6 milyar dolar ithalat yaptığı İsrail’le ticari ilişkilerini askıya alarak kendi içinde tutarlı bir duruş sergiledi. Kısacası nereden bakılırsa bakılsın Türkiye, diğer bölge ülkelerinden farklı olarak Filistin konusuna ulusal çıkar kaygısıyla bakmıyor ve sahip olduğu güç itibarıyla konuya dair sorumluluk almaktan geri durmuyor.

Türkiye’de milli ve insani duruşunu kaybetmemiş medya kuruluşlarının Gazze’deki soykırımı dünyaya duyurmak için yoğun çaba sarf ettiğini ve bu sayede gerçeklerin üstünün örtülmesine mani olduğunu da unutmamak gerekiyor. Şirazesi kaymış ve şuurunu yitirmiş Batı medyasına meydan okurcasına ana akım Türk medyasının hakikat temelinde ürettiği içerikler sayesinde İsrail’in yürüttüğü dezenformasyon kampanyası inanırlığını her geçen gün yitiriyor. Benzer şekilde Türk toplumu da dün olduğu gibi bugün de İsrail zulmüne duyarsız kalmıyor ve konuya fevkalade yakın ilgi gösteriyor. İslami ve insani hassasiyete sahip sivil toplum kuruluşları öncülüğünde devam eden kampanyalar sayesinde Türk toplumu, sivil protestolara ve boykotlara inatla devam ederek İsrail zulmüne meydan okuyor.


#Filistin
#Orta Doğu
#İsrail
#Gazze