20 Haziran 2023 Salı… Karaköy, Galataport…
Renzo Piano’nun tasarladığı İstanbul Modern Müzesi’nin yeni binasının açılış gecesi…
İtalyan mimar bizzat açılışta…
Birden fazla sergi aynı anda gösterimde. Fahrelnissa Zeid’den Komet’e, Abidin Dino’dan günümüz sanatçıları Taner Ceylan’a, Seçkin Pirim’e… 1945 sonrası kompakt bir özet. Bir başka sergide Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafladığı başka “yalnız ve güzel ülkeler”. Hintli çocuklar, Çinli kızlar, Rus kadınlar, Gürcü adamlar. Objektife yansıyan yüz ifadeleri, en çok da acıları… Bir başka sergide, Piano imzalı farklı tasarımların fotoğrafları. Malta’daki Valleta City Gate, Houston’daki Menil Koleksiyonu Müzesi, New York’taki Whitney Amerikan Müzesi. Yani İstanbul Modern’in kardeşleri…
Farklı bir bölümde fotoğrafçı Cemal Emden’in 2018’de başlayan şantiyeden çektiği fotoğraflar… Benzer şantiye fotoğraflarını Bülent Eczacıbaşı da çekmişti. Fakat ona gelmeden önce biraz daha geriye gidelim. İstanbul Modern’in kuruluş yıllarına…
Başlıktaki 3 püf noktasından ilkine; bu müze, kuruluşunu hiç beklemediğiniz bir isme borçlu…
Oya Eczacıbaşı, 2003’te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir sunum yaptı. Karaköy’de bir müze kurmak istediklerini anlattı. Dünyadaki örneklerden bahsetti. Erdoğan dinledi ve kararını verdi: “Olur, yeri tahsis edelim…” Yani müzenin 3 püf noktasından ilki, Erdoğan’ın verdiği olur…
Müze 1 yıl sonra kuruldu ve 2018’e kadar hizmet verdi. Eczacıbaşı Grubu, 2018’de Galataport inşasında yıkılan binanın yeniden yapımı için Piano’nun ofisiyle anlaştı. Meselenin bam teli şu;
Eczacıbaşı Grubu, bina için herhangi bir ücret ödemedi. Bir satış gerçekleşmedi. Tapu hala devlette. Böylece Türk sanatı kazandı…
Şimdi 2. püf noktasına geliyoruz. Bu gibi nitelikli yapılarda mimarlar, müşterisinden “brief” alıyor. Yani mimar müşterisinin beklentisini dinliyor ve tasarımını ona göre yapıyor. Peki Piano’ya nasıl bir brief verildi? Yanıt için yaklaşık 1 yıl önceye gidiyoruz; 2 Haziran 2022 Perşembe…
Beyoğlu eski Union Française binası… Fotoğrafçılığa meraklı Bülent Eczacıbaşı, burada sanata ilgi duyan küçük bir grupla buluştu. Piano’nun şantiyesinde çektiği fotoğrafları anlattı. O gün o grupta ben de vardım. Konu döndü dolaştı ve Piano’yla diyaloğuna geldi. Eczacıbaşı, brief’inde bir şeyin üzerinde ısrarla durmuştu; o da müze binasının şehrin geri kalanıyla harmoni içinde olmasıydı. Şatafatlı değil, Tophane’yle uyumlu bir bina. Sihirli sözcük buydu, müzenin 2. püf noktası uyumdu… Yeni bina gerçekten de Beyoğlu’yla uyum içinde. Piano bu uyumu, yalnızca şehirle değil, denizle de yakalamış…
Binanın terasında, yaklaşık 1 karış yüksekliğinde bir havuz var. Müdavimleri, suların içinde sakince oturan İstanbul’un Gümüş Martıları. Neticede bina, brief’e uygun biçimde. Karadan Tophane’yle birleşirken, terastaki havuzuyla İstanbul Boğazı’yla bütünleşerek bir sonsuzluk hissi veriyor…
Şimdi gelin 130 yıl önceye gidelim… Bizi ilgilendiren bir başka İtalyan’a…
1892’de Taksim’e bir ressam yerleşti. İsmi Fausto Zonaro idi. 1890’lar boyunca resim dersleri verdi. 1902’de resimlerini sürpriz birine gösterme fırsatı buldu. Bu kişi Sultan II. Abdülhamit’ti…
Zonaro’nun tabloları Sultan’ın hoşuna gitti ve Zonaro’yu sarayın başressamlığına getirdi. Ona Akaretler’de bir ev tahsis etti. Türk sanatının önemli isimleri; Hoca Ali Rıza, Abdülmecid Efendi, Celal Esad bu evde Zonaro’dan dersler aldı. Zonaro, Osmanlı’nın önemli zaferlerini tuvale aktardı. İstanbul’un eşsiz resimlerini yaptı. II. Abdülhamit’in portresini yapan tek ressamdı. Sonu ne oldu dersiniz?
1909’da II. Abdülhamit’i deviren çağdaş(!) İttihatçılar hızını alamayıp Zonaro’yu da devirdi. Görevlerinden kovulan Zonaro, İtalya’ya dönmek zorunda kaldı. Türk sanatına ciddi katkılar sağlamış İtalyan ressamın hüzünlü öyküsü işte böyle…
Zonaro’nun Türk sanatına katkıları yarım kaldı ama bereket Türkiye’yi artık İttihatçılar yönetmiyor da Piano, binasını tamamlayabildi…
Şimdi gelelim 3. püf noktasına…
Müzenin ilk püf noktası Erdoğan’ın Oya Eczacıbaşı’na verdiği olur’da yatıyordu. 2. püf noktası Bülent Eczacıbaşı’nın Piano’ya verdiği brief’teki “şehirle uyum” vurgusuydu. 3. püf noktası Eczacıbaşı ailesi ile Erdoğan arasındaki geçmişte saklı…
Bunun için 1999 yılının Ekim ayına gidiyoruz. Erdoğan, cezaevinden çıkalı 2 ay olmuş. Dönemin iş dünyası, merkez medyası Erdoğan’a hoş bakmıyor. İşte tam böyle bir dönemde, TÜSİAD Yüksek İstişare Komitesi Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Erdoğan’ı Yeniköy’deki yalısında verdiği bir yemekte ağırlıyor…
Ve kıyamet kopuyor… Eczacıbaşı o kadar eleştiriliyor ki… Yemekten sonra yazılı açıklama yapmak zorunda kalıyor.
“… Tayyip Erdoğan yıllarca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yönetmiş bir kişi… Onu dışlayarak hiçbir şey elde edebileceğimize inanmıyorum. Ülkemiz nasıl jeolojik fay hatları üzerinde yer almasının bedelini ödüyorsa, sosyal ve politik fay hatları üzerinde yer almasının da bedelini ödüyor... Sağ-sol fay hattı, İslamcı-laik fay hattı, Kürt sorununun yarattığı fay hattı… Toplumumuza zaman ve güç kaybettiriyor…’’
Müzenin 3. püf noktası işte bu kelimelerdeki ruhta saklı…
Yani diyalog…
Erdoğan ve Eczacıbaşı bu diyalogu sürdürebildiler. Cumhurbaşkanı, 19 Mayıs 2023’te Piano’nun tasarladığı binaya geldi ve Eczacıbaşı ailesine teşekkür etti. Peki toplumsal diyalogda ne durumdayız? Yeniköy’deki yemekten bu yana 24 yıl geçti…
2023 Şubat Hatay depremi… 2023 Mayıs-Haziran seçimlerindeki gerilim...
Eczacıbaşı’nın açıklamasındaki jeolojik ve sosyal-politik fay hatları bize bedel ödetmeye devam ediyor mu? Kararı siz verin…