Üç kıtanın menteşesi, büyük Türkistan’ın ön cephe hattı Anadolu yarımadası, dün olduğu gibi bugün de jeopolitik kilitlerin altın kilidi ve aynı zamanda anahtarı. Bu bağlamda, Akdeniz’de Mavi Vatan doktrinini marjinalleştirmesi ve denizlerdeki Misak-ı Milli sınırlarını kalın çizgilerle belirlemesi, Türkiye’nin diplomatik ve askeri derinlik altyapısı tesis etmesine imkan verdi.
Son dünya savaşından sonra kurulan bağışıklık sistemi daha ilk 10 yılında çökmüştü. Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek toprak paylaşımı mücadelesini, Osmanlı coğrafyası üzerinde gerçekleştiren emperyalist güçler, özellikle Anadolu ve Mezopotamya üzerinde istedikleri paylaşımı yapamamaları üzerine ilk dünya savaşının ikinci perdesi olan İkinci Dünya Savaşına 21 yıl içinde hazırlanmaya başladılar. Halbuki Birinci Dünya Savaşına giren başat güçlerden biri olan Alman imparatoru II. Wilhelm “Noel’de evlerimizde olacağız.” derken savaşın uzun süreli olmayacağını düşünüyordu.
ÇOK KUTUPLU DÜZEN NE ZAMAN BAŞLADI?
Rusya’da 1917’de Bolşevik Devrimi gerçekleşip Sovyetler Birliği kurulurken, devrimin lideri Lenin, “Sovyetler Cumhuriyeti, dünya sermayesinin kuşattığı bir kaledir.” diyordu. Belki de kutuplu dünya düzeninin temelleri daha devrim ile birlikte atılmıştı. İkinci Dünya Savaşı, tarihin en kanlı savaş olması özelliğinin yanında bir öncekinden daha fazla kara ve deniz harekat çapına ve sayısına sahipti. Dünya ekonomik tarihinin en derin finansal krizlerinden biri olan 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrası çöken Avrupa ekonomisinin neticesi, Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesiydi. Adolf Hitler liderliğinde dünya yeni bir savaşa koşar adım ilerlerken, ülkesi savaş ekonomisi ile güçleniyordu.
ABD EMPERYALİZMİ AYAK İZİNİ BÜYÜTÜYOR
Almanya-İtalya-Japonya bloku yenilip İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde ABD’nin dünyanın yarı kömür rezervlerine yakın yaklaşık 684 milyon ton kömürü, petrol rezervlerinin üçte ikisine tekabül eden 244 milyon ton petrolü vardı. Ayrıca dünya elektrik üretiminin yarısından fazlasını üretiyor, sanayide 95 milyon ton çelik, 1 milyon ton alüminyum, 20 milyon ton gemi, 10 bin uçak, 1.2 milyon sentetik kauçuk sağlama kapasitesine sahip olmasının yanında envanterinde toplamda 15 bin uçak yer alıyordu. İkinci Dünya Savaşından sonra kendini “demokrasilerin askeri fabrikası” ilan eden ABD, Ödünç Kiralama Kanunu vasıtasıyla silah ve mal üzerinden ülkeleri borç batağına sürükledi.
SAVAŞIN SICAĞI SOĞUĞU OLUR MU?
“Yeni Dünya Düzeni”, elbette yeni diplomasi anlayışını gerektiriyor. Yeni metot savaşlar yeni silahlanma yöntemlerini doğururken, buna uygun diplomasiyi de şekillendiriyor. “Saldırmazlık paktları” ve “Silahsızlanma” gibi terimlerin Soğuk Savaş ve sonrası dönemde içi boş oyalama taktiklerinden başka bir şey olmadığı anlaşıldı. 1950’li yıllardan itibaren dünya küçük ölçekli bölgesel sıcak savaşların yaşandığı bir Soğuk Savaş ilkimi ile şekillendi. Elbette “Savaşın sıcağı veya soğuğu olur mu?” ayrı bir tartışma başlığı fakat yeni düzenin ihtiyacı olan, ne büyük miktarda insan, asker ve para kaybedecek kadar “sıcak” ne de dünyayı kalıcı barış ortamına sürükleyecek kadar “soğuk” çatışma ve savaş coğrafyalarıdır.
MODERN SAVAŞIN YOL HARİTASI
Günümüz düzeninin içinde bulunduğu ortam, dünya savaşı diyemeyecek kadar güvenli, ebedi barış diyemeyecek kadar da uçurumun tam kenarında. BM Güvenlik Konseyi daimî üyelerinin nükleer güçleri ve bunun caydırıcılık üzerinden sağladığı denge, uzun zamandır kabul edilen bir gerçek. Fakat artık tehlike nükleer felaketin çok daha üzerine yükseldi. Modern harbin en etkili yönetimi Hibrid Savaşlar, konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan metotları da içeriyor. Bu bağlamda; savaşların çok kısa sürede kıtaları hatta bütün dünyayı kapsayan bir hale gelme olasılığı güçleniyor. Bu savaş anlayışı içinde örtülü operasyonlar ve psikolojik savaş bugün özellikle emperyalist aktörlerin gayrinizami savaş stratejileri içeren karma harp yöntemidir.
İKİ MÜCADELE RİNGİ
Üçüncü dünya savaşı çıkacak mı, çıktı mı yoksa tam da savaşın göbeğinde mi insanlık? Bu sorunun cevabını net olarak vermek oldukça zor ise o zaman dünyanın, tarihi olarak başı ve sonu olmayan büyük bir kaos döneminin içinde olduğu söylenebilir. Ya da kontrollü tehdit-çıkar-savaş dengesi üçgeninde iklimlendirilen yeni bir Soğuk Savaş denilebilir mi? Eğer bu soruya evet denilecekse, iki büyük projenin mücadele ringi beliriyor; Büyük Orta Doğu Projesi'ne (BOP) karşı Büyük Avrasya Projesi (BAP). BOP’un ön saflarında, ABD, AB, İsrail, İngiltere, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore; BAP’ın ön saflarında ise Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran yer alıyor. Hindistan ise kendini jeopolitik olarak anahtar ülke olarak görürken taraf olarak görünmemeye özen gösteriyor. BOP ve BAP’ın bilek güreşinde tarihi Mezopotamya, Doğu Akdeniz ve elbette Anadolu yarımadası en kritik ağırlık merkezi haline geliyor.
NETANYAHU KENDİSİNİ İSRAİL’İN İKİNCİ KURUCU BAŞBAKANI İLAN ETTİ
Büyük İsrail Projesinin BOP’un çimentosu olduğu ilanını, 1952 yılında İsrail’in kurucu başbakanı, etkili bir Siyonist olan Ben Gurion, ABD Kongresindeki ilk konuşmasında ifade etmişti. Konuşmasında özetle; İsrail’in varlığının ve güvenliğinin ABD’nin bölge politikaları bakımından hayati olduğunu ve her ABD başkanının İsrail’i desteklemek zorunda olduğunu söylemişti. Çünkü Tevrat’ta geçtiğine inandıkları Arz-ı Mevud, yani vaat edilmiş toprakların (Nil’den Fırat’a kadar) kendilerine Tanrı tarafından hediye edildiğini ve bir gün bu sınırlara ulaşacaklarını kendilerince teolojik inançlarıyla birleştirmeye çalışıyorlar. Öyleyse büyük İsrail için en önemli toprak parçası, tıpkı 1897 I. Siyonist Kongre’de Theodorl Herzl’in vurguladığı gibi Torosların güneyiyse, o zaman Türkiye parçalanmadan Siyonistlerin hedeflerine ulaşacaklarını söylemek zor olacaktır. İsrail’in Başbakanı Netenyahu 24 Temmuz 2024’te ABD Kongresindeki konuşmasında yaptığı katliamları ayakta alkışlatırken, kendini adeta İsrail’in ikinci kurucu başbakanı ilan ediyordu. Çünkü Siyonizm’in hedeflediği topraklara ABD’nin desteğiyle Filistin’i yok ederek kendisinin başaracağını dile getirmişti.
ANADOLU BÖLÜNMEDEN ARZ-I MEVUD GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ
1876 yılında ünlü İngiliz yazar Johnstone; “Şimdi Türkiye’ye karşı başlatılan Haçlı Seferinin kışkırtıcı faktörü, halkın genel isteği değil, kralların, prenslerin zaferleridir. Bütün yollar meşrudur, yeter ki İstanbul’a çıkılsın!” diyordu. 2 Aralık 1833’te ABD’nin en ünlü ve büyük misyoner kuruluşu American Board of Commissioners for Foreign Missions’ın Türkiye’ye gönderdiği Johnstone’a şu talimatı veriyor; “Bir fetih savaşına girişmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Bu mukaddes ve vaad edilmiş topraklar silahsız bir Haçlı seferiyle geri alınacaktır.” ABD eski başkanı G. W. Bush ise 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası “Haçlı saldırılarını yeniden başlatacağım!” tehdidini savurmuştu.
Hülasa; üç büyük kıtanın menteşesi, büyük Türkistan’ın ön cephe hattı Anadolu yarımadası, dünya tarihinde olduğu gibi bugün de jeopolitik kilitlerin altın kilidi ve aynı zamanda anahtarı. Bu bağlamda, Akdeniz’de Mavi Vatan doktrinini marjinalleştirmesi ve denizlerdeki Misak-ı Milli sınırlarını kalın çizgilerle belirlemesi, Türkiye’nin diplomatik ve askeri derinlik alt yapısı tesis etmesine imkan verdi. Ankara merkezli milli diplomasi projektörü, çevre coğrafyalarda yer alan çatışma konularında aranan ve ihtiyaç duyulan Türkiye güçlü imajını kurumsallaştırdı. Türkiye’yi nizami savaşlarla mağlup edemeyenler, terör çekim merkezi haline getirerek istikrarsızlaştırmak ve darbelerle yıkmak istediler. İster BOP ister BAP olsun vatanın milli çıkarlarına aykırı her politikaya karşı duran bir “Türkiye”nin dahil olmadığı barış sağlama girişimlerinin neticeye ulaşması artık imkansız. Çünkü Birinci Dünya Savaşı henüz bitmedi…