Türkiye’nin Avrasya’da güç kazanması Avrupa tedarik zincirine pozitif etkisi ve Rusya etki sahasını daraltma potansiyeli bağlamında görece olumlu görülürken, Afrika’da Fransa başta olmak üzere Batılı ülkelere rakip olarak etkinlik kazanması müttefikliğin paranteze alınarak sorgulanmasına kadar giden değerlendirmelere yol açmıştır.
Batı'nın önemli düşünce kuruluşları son dönemde peşi sıra Türkiye ile ilgili analizler yayınlıyor. Metinlerin dili farklılaşmakla birlikte ortak noktaları, Türkiye’nin Avrasya’dan Afrika’ya kadar uzanan coğrafyada etkisini artırdığı vurgusu.
TÜRKİYE’Yİ MERKEZE ALAN RAPORLARDA ARTIŞ
Akademisyenler, saha uzmanları, eski siyasetçiler, emekli askeri ve sivil bürokratlar gibi alanında uzman kişileri çatıları altında toplayan düşünce kuruluşları, güncel gelişmelerle ilgili analizleri, raporları, geleceğe dönük projeksiyonları ve etkinlikleriyle genelde kamuoyunu, özelde ise karar alıcıları etkileme potansiyelleri bağlamında modern toplumun önem arz eden sivil toplum organizasyonlarıdır. Bu nedenle rekabet ve/veya müttefiklik ilişkisi olan ülkelerin düşünce kuruluşları yakından takip edilmelidir.
Özellikle uluslararası ilişkiler ve güvenliği önceleyen düşünce kuruluşlarının raporlarında ülkelerin bölgesel/küresel etki düzeyleri ile görünürlükleri arasında doğrusal bir ilişki olduğu ifade edilebilir. Yakın dönemde Türkiye’yi merkeze alan ya da bölgesel ve küresel konularda Türkiye’ye etkin aktörler arasında yer veren raporların artış göstermesi ifade edilen etkinlik/görünürlük ilişkisiyle örtüşen bir durumdur.
İKİ ÖNEMLİ ETKİ SAHASI
Soğuk Savaş'ın etkisiyle uzun yıllar iç sorunlarına odaklanıp, bölgesel ve küresel iddialardan uzak, Kıbrıs örneğinde olduğu gibi yaşamsal tehdit olarak gördüğü konular dışında merkezi güçlerin belirlediği gündemlere uygun olarak hareket eden Türkiye, sert güç kapasitesini arttırıp, yumuşak gücüne yatırım yaptıkça cazibe merkezi ve güç odağı haline gelmektedir. İlk olarak yakın coğrafyada başlayan, akabinde Orta Asya’nın içlerinden Afrika Boynuzuna kadar uzanan geniş coğrafyaya yayılan bu etkileşim ağı son dönemde batılı düşünce kuruluşlarının da dikkatini çekmektedir. Bu noktada sorulması gereken soru, Türkiye’yi periferi ülkesi olarak görmeye alışmış ülkelerin düşünce kuruluşlarında bu gelişmeler nasıl yorumlanıyor? Bu sorunun cevabı olgularla algılar arasındaki mesafeyi anlayabilmek ve bütünlüklü resim ortaya koyabilmek açısından önemlidir. Türkiye’yi merkezine alan ya da Türkiye’nin etkin aktörler arasında tanımlandığı analizler incelendiğinde özellikle Avrasya ve Afrika’nın Türkiye’nin yeni etki sahaları olduğu tespiti metinlerde sıklıkla yer bulmaktadır.
“RUSYA’YA MEYDAN OKUYOR”
Eski ABD Başkanı Richard M. Nixon tarafından kurulan, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın uzun yıllar onursal başkanlığını yürüttüğü Center for the National Interest tarafından yayınlanan The National Interest dergisinde yakın zamanda yayımlanan bir analiz yazısında Türkiye’nin Avrasya bölgesinde artan nüfuzuna işaret ediliyor. Johan Engvall imzalı analizde Türkiye’nin Batı yaptırımlarıyla yalnızlaşan Rusya’yla iktisadi ilişkilerini arttırdığı, Avrupa ile Rusya arasında “yeniden ihracatçı” rolünü de üstlendiği belirtiliyor. Buna mukabil Türkiye’nin Türk dünyası başta olmak üzere bölge ülkeleriyle artan iktisadi, siyasi, sosyal hatta güvenlik alanındaki ilişkileri “kendine güveni giderek artan Türkiye’nin, Güney Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya’ya meydan okuma”sı olarak yorumlanıyor. Türkiye’nin, Moskova’nın nüfuzunun temel taşı olan savunma, enerji ve kültür alanlarında ilerlemeler sağlayarak Hazar’da Rusya’ya karşı bir denge unsuru olarak ortaya çıktığına işaret edilen analizde Türkiye’nin ABD ve AB açısından “kendi tarafında olması gereken önemli bir müttefik devlet” olduğunun altı çiziliyor. Sonuç olarak yazar Batı perspektifli politik bir değerlendirmeyle “Türkiye’nin Rusya’ya ya da Çin’e tabi olmayı içermeyen kendi gündemi” olduğu ve Türkiye’nin “revisyonist devletler” (Rusya, Çin, İran) eksenine karşı kısmi bir denge unsuru olarak ortaya çıkmasını teşvik etmenin Batı’nın çıkarına olacağını belirtiyor.
“ESKİ MÜŞTERİ YENİ RAKİP OLDU”
Londra merkezli IISS’in (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) 2024 yılında yayımlanan raporlarında ve analiz yazılarında da Türkiye’nin savunma sanayiinde artan gücüne sıkça vurgu yapılmış; “müşteriden rakibe” dönüştüğünün, insansız hava araçları başta olmak üzere savunma sanayii ürünlerinde tercih edilen tedarikçilerden olmaya başladığının altı çizilmiştir. Çin’den Avrupa’ya uzanan Orta Koridor üzerine aralık ayında kaleme alınan IISS raporu ise Türkiye’nin bir başka yönüne vurgu yapmaktadır. Batının Rusya’ya yaptırımları nedeniyle Orta Koridor üzerinden konteyner geçişinin 2021-2022 döneminde yüzde 33 artış gösterdiği verisine yer verilen raporda, yaptırım uygulanan Rusya ve İran’ın arasından geçen Orta Koridorun Avrupalılar için Hazar Denizi bölgesi ve Orta Asya ile ticaret yapabilecekleri tek erişilebilir yol olduğu belirtilmektedir. Raporda, projeyi destekleyen Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle Avrupa ile Doğu arasındaki en büyük kara köprüsü olduğuna işaret edilmektedir.
“AFRİKA’NIN YENİ AKTÖRÜ”
Almanya’nın ilk Federal Şansölyesi Konrad Adenauer’in adını taşıyan Alman Hıristiyan Demokratlarının küresel ölçekteki önemli düşünce kuruluşlarından olan Konrad Adenauer Vakfı ise yakın zamanda Afrika’da, özellikle de Sahel bölgesindeki gelişmeleri konu alan bir analiz yayınladı. Sahel Bölgesel Program Başkanı Ulf Laessing imzalı analizde Fransa öncülüğündeki Avrupa’nın bölgede desteğini kaybetmeye başladığı; Türkiye’nin Rusya, İran ve Arap ülkeleriyle birlikte bölgede etkisini arttırdığı vurgulanıyor.
ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından CSIS’in (Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi) mayıs ayında yayınlanan rapor ve analiz yazılarının önemli bölümünde de Türkiye’ye atıflar yapıldığı görülüyor. Analiz konuları ise Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin stratejik rolünden, Türkiye’nin Afrika’da artan etkisine kadar çeşitlilik arz ediyor. Özellikle Kenya Devlet Başkanı'nın ABD ziyareti nedeniyle gündeme gelen ABD-Afrika ilişkilerini konu alan analizlerde ABD’nin bölgede etki kapasitesinin gerilediği belirtilirken, Türkiye’nin artan etkisi vurgulanmaktadır.
Lahey merkezi Clingendael Enstitüsü de yakın dönemde birden fazla araştırma yazısında Türkiye’nin Afrika’daki artan etkisine işaret etmiş; Sahel’in yanı sıra Afrika Boynuzunda da varlığı artan bir aktör olduğu belirtilmiştir.
“G7’DE OLMAMASI EKSİKLİK”
Türkiye’nin Avrasya ve Afrika’da artan etkisine vurgu yapan analizlerin yanı sıra Batının ekonomik güvenliğine odaklanan çalışmalarda da Türkiye’nin önemine vurgu yapılmaktadır. NATO’nun yeniden şekillenen küresel gündemde ekonomik güvenliğe odaklanma ihtiyacını tartışan Emily Benson ve Pau Alvarez-Aragones imzalı CSIS analizi bunlardan biridir. Çalışmada, G7’nin ekonomik bir NATO olup olmayacağı sorusunun cevabı Türkiye üzerinden aranıyor. Türkiye gibi kritik NATO müttefiklerinin yer almadığı G7’nin, NATO’nun tedarik zincirlerini ve Baltık’tan Karadeniz’e kadar uzanan jeostratejik boğazlarının tam resmini anlamakta zorlanacağına işaret ediliyor.
Küresel Think Tank indeksinde üst sıralarda yer alan batı merkezli düşünce kuruluşlarının rapor ve analiz yazılarından hareketle, Türkiye’nin Avrasya ve Afrika’da artan etkisinin batı entelijansiyası tarafından görüldüğü ve gözlendiği belirtilebilir. Fakat her etkinlik artışı rekabeti de getirdiğinden nesnel tespitleri takiben yapılan yorumlarda reel politik devreye girmektedir. Türkiye’nin Avrasya’da güç kazanması Avrupa tedarik zincirine pozitif etkisi ve Rusya etki sahasını daraltma potansiyeli bağlamında görece olumlu görülürken, Afrika’da Fransa başta olmak üzere batılı ülkelere rakip olarak etkinlik kazanması müttefikliğin paranteze alınarak sorgulanmasına kadar giden değerlendirmelere yol açmıştır.
TÜRK DÜŞÜNCE KURULUŞLARINA DÜŞEN GÖREV
Özetle Türkiye’nin kazan-kazan ilişkisine dayalı, tarihsel bagajları olmayan, iktisadi ve askeri gücün yanı sıra kamu diplomasisi aktörleriyle de desteklenen girişimci ve insani dış politikası etki üretmektedir. Etki arttıkça rekabetin daha da sertleşeceği değerlendirmesinden hareketle küresel ve bölgesel gelişmelerinin yakından takip edilmesi, Türkiye karşıtı dezenformasyon faaliyetlerine karşı hazırlıklı olunması, proaktif ve reaktif iletişim stratejilerinin yeni gelişmeler ekseninde güncellenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Görüldüğü üzere mücadele tek bir sahada verilmemektedir. Rekabetin iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Bu nedenle sorumluluk sadece siyasal aktörlere ve uygulayıcılara havale edilmemelidir. Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşabilmek için Türk düşünce kuruluşları ve üniversiteleri de batılı muadillerine benzer biçimde üretkenlik ve etkinliklerini arttırarak hem ilgili aktörleri fikri anlamda beslemeli hem de Türkiye karşıtı tezvirata varan yorum ve değerlendirmelerin çürütülmesine katkı sunmalıdır.