Amerika Birleşik Devletleri, yirmi yıl önce işgal ettiği Afganistan’dan askeri varlığını çekme kararı alarak bölgede belirsizliklerle dolu yeni bir süreci başlattı. Esasen bu çekilme sürecinin Taliban ile müzakere süreci çerçevesinde bir ivme kazandığı düşünüldüğünde, ABD Başkanı Barack Obama döneminde Taliban ile görüşme girişimlerinin başladığı ve Donald Trump döneminde görüşmelerin ilerleme kaydettiği görülüyor. Küresel rekabette artık ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı tartışmaları yer bulsa da ABD gibi küresel bir gücün Afganistan’dan çekilmesinin ABD açısından belli strateji ve planlamalar çerçevesinde yürütüldüğü söylenebilir.
Trump döneminde ABD’nin askeri olarak çekilme politikaları, Amerikan halkının teveccühünü kazandı ve halk askeri ve mali açıdan tartışmalı olan bölgelerden çekilmeye yönelik bir beklentiye girdi. Yani ABD’nin Afganistan politikasının hem iç siyasetteki beklentilere yönelik hem de küresel rekabette özellikle Çin’in enerjisini dağıtmaya odaklı bir strateji içerdiği söylenebilir.
Afganistan, her ne kadar küresel güçlerin mezarlığı veya çatışmaların membaı bir bölge olarak bilinse de stratejik olarak önemli bir bölgededir. Bu anlamda ABD’nin çekilme sürecini küresel rekabet başta olmak üzere pek çok yönden değerlendirmek gerekiyor.
Diğer taraftan Çin açısından Afganistan hem Kuşak ve Yol İnisiyatifi bakımından hem de Doğu Türkistan’ı kontrol altında tutmak ve Uygur Türklerinin Taliban ile ilişkilerini zayıflatmak bakımından bir fırsat olarak görülebilir. Afganistan’da Doğu Türkistan kökenli girişimlerin artması ihtimali Çin’i endişelendiriyor. Bölgede krizin tırmanması, Çin’in enerji kaybına neden olacaktır.
ABD, Çin ile rekabete benzer bir zemini Rusya ile de oluşturmak istiyor. Rusya, askeri bakımdan yayılmaya ve genişlemeye iştahlı bir ülke olarak son dönemde Suriye dahil büyük ölçüde ABD’nin açtığı alanlarda enerjisini yoğunlaştırmış, askeri olarak genişleme göstermiş ve bazı durumlarda genişlemenin verdiği handikapları hisseder hale gelmiştir. Diğer taraftan, ABD’nin iki küresel rakibi Çin ve Rusya’nın Afganistan’da güç dengesini paylaşmada olası sorunlarla karşılaşması, sürecin ek bir beklentisi olabilir ancak bu noktada henüz tamamen bilinmeyenli bir denklem olması nedeniyle aksi bir durumun ortaya çıkması da mümkün.
Çin, özellikle Kuşak ve Yol için önemli bir güzergâh olan bölgedeki istikrara önem veriyor. Rusya, bölgedeki gelişmeleri barış süreci açısından sıkıntılı olarak değerlendiriyor. Çin ve Rusya’nın, ABD’nin hızlı çekilme sürecinde ortak hareket etme ihtiyaçlarının arttığı düşüncesiyle ilişkileri geliştirmek istediği görülüyor.
ABD’nin geçmişte Körfez bölgesinde izlediği politikanın bir benzerini Afganistan’da izlemek istemesi olası stratejilerden biri olarak gösterilebilir. Bu politika, 1971 yılında İngiltere’nin Körfez’den çekilme kararıyla şekillenen “Çifte Sütun” politikasıdır.
Bu anlamda ABD’nin, Türkiye ile Kabil Havalimanı konusu gibi, Afganistan’da Türkiye’nin rolüne ilişkin gerçekleştirdiği görüşmeler ve verdiği mesajlar bir nevi bu stratejiyi destekler niteliktedir. İran ile ABD’nin arasında, ABD için vazgeçilmez bir dinamik olan İsrail olsa da, Biden döneminde İran’la nükleer müzakerelere yönelik görüşmeler ve Trump dönemine nazaran daha mesafeli bir Suudi Arabistan yaklaşımı İran’a kısmi bir nefes aldırdı.
Buraya kadar ABD’nin kaos oluşturarak rekabet ettiği ya da zayıflatmak istediği tüm aktörleri bir çıkmaza sokmak ya da ciddi bir enerji kaybına uğratmak yönünde bir Afganistan politikası izlediği görülüyor.
Esasen bu kriz sürecini geliştiren ABD, son dönemde pek çok yerde sergilediği politikanın bir benzerini Afganistan’da da sürdürmek istiyor. Yani ABD’nin kendi askeri varlığını azaltarak karşılıklı çıkarlar temelinde bölgedeki bir aktörü (Taliban) taşeron hale getirip rakiplerini zayıflatma yönünde bir strateji izlediği söylenebilir. Böylece vekalet örgütleri ile politika üreten ABD’nin risksiz, insan kaynağı maliyeti neredeyse olmayan, perde arkasında süreç yönettiği stratejik bir pozisyon ile Afganistan’daki nüfuzunu kimlik değiştirerek sürdürmek istediği sonucuna ulaşılabilir. Ancak ABD bu politikayı izlerken diğer aktörlerin de bu durumun farkında olduğunu söylemek gerek.
Afganistan’da ABD’nin izlediği strateji kadar Çin, Rusya, Türkiye, Pakistan, İran ve Tacikistan’ın da nasıl bir strateji izleyeceği Afganistan’ın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir işleve sahip. Belirtilen aktörlerden Türkiye ve Pakistan’ın çok yakın ilişkileri bulunsa da Afganistan’da farklı konum aldıkları biliniyor. Türkiye ve Pakistan’ın pek çok konuda kurduğu yakın ilişkilerin başka aktörleri rahatsız ettiği malum. Dolayısıyla Afganistan’da gelişen süreç Türkiye ve Pakistan arasında bir sınamayı da içeriyor.
Bu anlamda ABD’nin meydana getirdiği kitesel göç silahına karşı Türkiye, Pakistan ve İran’ın ortak bir önlem alması gerektiği belirtiliyor. Bu nedenlerle diğer aktörlerle güçlü bir etkileşime giren ve Taliban ile de bir iletişim zemini sağlayabilen aktör, Afganistan’ın geleceğinde daha etkin bir konum elde edecektir.
ABD’nin Taliban’a yönelik politikasının, Taliban’ı bir vekil aktör olarak kullanmanın yanında Taliban’ı zayıflatmaya yönelik bir ihtimali barındırdığı da düşünülmelidir. Taliban 1998 yılında Afganistan’ın yüzde 90’ını kontrol ederken ilerleyen yıllarda Taliban faktörünün Afganistan’da yüzde 40-50 düzeylerine çekildiği görülüyor. Bu yönüyle ABD, Taliban’a geniş bir alan açarken Taliban’ın hızlı gelişen bu genişlemeyi kontrol etmesinin zorluğunu değerlendirmesi de mümkündür. Bir bölgede varlık gösterip kalıcı olabilmek sadece toprakları teslim almakla olacak bir iş değildir.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Afganistan’daki gelişmelere dair yeni konumlanmalar ve yeni gelişmeler, Afganistan’ın geleceğine ilişkin tabloyu ortaya koymada daha somut veriler sunacaktır. Sonuç olarak; ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinde Çin, Pakistan, İran, Türkiye ve Rusya gibi bölgede etkili olması muhtemel aktörlere tuzaklar kurduğu ve sürecin gelişimine göre bir pozisyon alacağı değerlendirilebilir.