Danimarka'nın mültecilerin değerli eşyalarına el koyma kararının yasalaşmasının ardından, Suriyeli mültecileri kabul eden ülkelerin ne kadar insanlık dışı bir misafirperverlik sergilediği ortaya konuldu. Sığınmacılara karşı göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanılması, eşyalarının imha edilmesi, dikenli tellerle engel konulması da ülkelerin insanlık dışı muamelelerinin arasında yer alıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) eleştirdiği mültecilerin değerli eşyalarına el koyma politikasını uygulayan ülke yalnızca Danimarka değil. Almanya ve İsviçre de sınırlarına giren mültecilerin değerli eşyalarına el koyan ülkeler arasında. BMMYK'nin uluslararası hukuku ihlal ettiği uyarılarına rağmen, mültecilerin değerli eşyalarına el koymaya devam eden ülkeler bu politikayı mültecilere verilen sosyal haklara karşılık uyguladıklarını savunarak meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Maalesef, ülkelerindeki savaş ve zulümden kaçmak zorunda kalan mülteciler için uygulanan ''değerli eşyalara el koyma'' politikası insan haklarını ihlal eden durumlardan yalnızca biri.
İngiltere'nin Middlesbrough şehrinde ise göçmenlerin kapılarının kırmızı renge boyanması, göçmenleri ırkçıların hedefi haline getirdi. Geçtiğimiz günlerde gece yarısı evlerinin camları boyanan, duvarların dibinde ateş yakılan göçmenler yıllardır İngiltere'de ikamet etmelerine rağmen kendilerini güvende hissetmediklerini dile getirdiler. Birçok ulusal gazetede haber olan bu durum İngiltere'nin Nazi Almanya'sına dönmemesi için önlem alınması gerektiği tepkisiyle karşılaştı. Kasıtlı olarak kapıları kırmızıya boyandığını ifade eden göçmenler, fiziksel ve sözlü olarak şiddete uğradıklarını ifade ettiler.
Bir diğer insanlık dışı davranış örneği ise, Avrupa'da nasıl davranılması gerektiğini adeta mültecilere öğretmeye yeltenen görseller... Avrupa'nın birçok ülkesinde rastlanan bu tip görseller, yeni gelen mültecilere adabı muaşeret kurallarını göstermek adına adeta hakaret edercesine resmediliyor. Bu tip görsellerin çoğaltılıp mültecilere dağıtılması ise savaştan kaçıp huzurlu bir yaşam arayışına giren göçmenlere nasıl misafirperverlik edildiğini ortaya koyuyor.
Almanya'daki Köln Katedrali civarında yaşanan toplu taciz olaylarından sonra olayın faillerinin Ortadoğu kökenli olarak lanse edilmesinden sonra, göçmenlerin kriminalize edilme süreci başka bir boyuta taşınmış oldu. Olayın faillerinin yakalanıp cezalandırılması yerine, dramatize edilen olayların ardından, bir batı Almanya kenti, bütün erkek göçmenlerin yerel bölgedeki havuzlara alınmasını yasakladı. Danimarka ise benzer bir tutumla, göçmenlerin eğlence mekanlarına girememesi için, Danca, Almanca veya İngilizce bilmeyen yabancıların eğlence mekanlarına girmesini yasakladı.
Politikacıların ve medyanın mültecilere yönelik kullandığı ırkçı ve ötekileştirici dil ise göçmenlere gösterilen insandışı davranışların temelini oluşturuyor. İngiltere Başbakanı David Cameron'ın mülteciler için kullandığı ''swarm'' kelimesi (doluşma, üşüşme) gibi veya Donald Trump'ın müslümanlar için burada kullanmayı uygun görmediğimiz ifadeleri durumun ne kadar vahim bir hal aldığını gözler önüne seriyor.
Mültecilere karşı göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanılması ise sözün bittiği yer. Geçtiğimiz eylül ayında Macar polisinin Sırbistan sınırlarında Almanya'ya gidebilmek için kapatılan geçiş yolunun açılması için eylem yapan, içlerinde kadınların ve çocukların da bulunduğu mültecilere karşı kullandığı göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su iki çocuğun hastanelik olmasına sebep olmuştu.
Slovenya, Avusturya, Macaristan ve Makedonya'da inşa edilen 3 metre civarındaki dikenli teller ve Schengen anlaşmasına rağmen sınır kapılarına koyulan nöbetçiler mültecileri kontrol altına almak adına insanlık dışı muameleler uyguluyor. Öte yandan Schengen sisteminin iflas etmemesi için bu hafta Amsterdam'da toplanacak olan Avrupa Birliği'nin ajandasında sınırların kontrolü konusu önemli bir yer tutuyor.
Mültecilerin ülkelerine gelmelerini istemeyen aşırı sağcıların ülkelerinde yürüyüşler düzenlemesi ise mülteci krizinin doğurduğu başka bir boyut. Özellikle ülkelerinde göçmen sayısı artan Almanya, Finlanda ve İsveç gibi ülkelerde son dönemde artan mülteci karşıtı yürüyüşler, mültecilere karşı insanlık dışı davranış örneklerinden bir başkasını temsil ediyor.
Fransa'nın kuzeyinde yer alan Calais bölgesinde ise geçtiğimiz hafta yaklaşık 2 bin mültecinin yaşadığı geçici yerleşim yerinden tahliye edilmesi mülteci krizinin insanlık dışı boyutunu göz önüne serdi. Kararın uygulanmasından yalnızca birkaç gün önce uyarılan mülteciler, göz yaşartıcı gaz ve cop kullanılarak tahliye edildi. Bununla beraber, bazı mülteciler kamplardan ayrılabilmek için sabah 07.00 sıralarında uyanmak ve kişisel eşyalarını taşımak zorunda kaldı. Ancak bazı mülteciler geride bıraktıkları eşyaların imha edilmesini izlemek zorunda kaldılar.
Tüm bu örnekler göz önüne alındığında mültecilere karşı uygulanan insanlık dışı uygulamaların ne kadar ciddi boyutlarda olduğu ortaya çıkıyor. Bu konuda yetkililerin kendi vatandaşlarının çıkarlarını korumak için gösterdikleri çabalar dikkate alındığında, kimsenin kendisini bir Suriyeli mültecinin yerine koyarak empati yapmak istemediği ve insanlık adına siyasi karar alma konusunda erdem sahibi olmadığı gözler önüne seriliyor.