Rusya ile Batı arasında yıllardır süregelen eski Sovyet coğrafyası üzerindeki nüfuz savaşında yeni bir kriz daha patlak verdi: Kilise. Uzmanlar, kilise krizinin sadece Ukrayna-Rusya ya da ABD-Rusya ya da Avrupa-Rusya arasında bir anlaşmazlık değil, Ortodoks dünyasının tamamını içine alacak ciddi bir sorun olduğunu söylüyor.
Kırım'ın Ruslar tarafından işgalinin anlatıldığı Kırım Ateşi kitabının yazarı ve aynı zamanda bölgedeki ülkelerde derin tecrübeleri olan gazeteci Gönül Şamilkızı, Ortodoks dünyasındaki krizi değerlendirdi:
Rusya ile Batı arasında yıllardır süregelen eski Sovyet coğrafyası üzerindeki nüfuz savaşına yeni bir boyut daha ekleniyor. Bu defa krizin adı “kilise”.
Kilise krizi sadece Ukrayna ile Rusya ya da ABD ile Rusya ya da Avrupa ile Rusya arasında bir anlaşmazlık değil, Ortodoks dünyasının tamamını içine alacak ciddi bir sorun. Ama aynı zamanda gerek dini gerekse siyasi boyutuyla malumun ilanı.
Öte yandan Ukrayna’da aslında sadece -Ukrayna’da da değil- dinin sadece şeklen devletten ayrı olduğu, kilisenin her zaman siyasete nüfuz ettiği, Rusya’nın Ukrayna’yı kaybetmemek için uyguladığı çok boyutlu hibrit savaşın da, Batı’nın Ukrayna’yı kazanma mücadelesinin de en önemli unsurları arasında kilisenin mühim yer tuttuğu bilinen bir gerçek. Gerek Ukrayna halkının bağımsızlık mücadelesinin gerekse Ukrayna içindeki Rusya kaynaklı ayrılıkçılığın kilise boyutu da uzun yıllardır dillendirilen, konuşulan bir konu.
Ukrayna üzerindeki siyasi çekişmelerin bir yansıması
Bu anlamda, Kiev’de bulunan Ortodoks kiliseleri arasındaki bölünmüşlük aslında Ukrayna üzerindeki siyasi çekişmelerin bir yansıması. Hatta bunun tersini savunanlar da var:
Bu komplo teorisyenlerine göre, kilise savaşı Batı ile Rusya arasındaki mevcut siyasi gerilimin ana etkenlerinden biri. Dolayısıyla, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna’yı Rusya’nın dini yetki alanından çıkartacağını beyan etmesini ve Moskova Patrikhanesi’nin buna verdiği oldukça sert tepkiyi yeni bir kriz olarak değil, var olan krizin açıklık kazanması şeklinde değerlendirmek gerekiyor.
Ukraynalılar bu konunun gerek dini, gerekse siyasi boyutunda Batı ile hemfikir. Çünkü onlar için bağımsız kilise bağımsız bir devletin teminatı. Ukrayna’da Ukraynacılığı, dolayısıyla Kiev Prensliği’nin Rusya’nın iddia ettiği gibi Rusların değil Ukrainlerin anavatanı olduğunu ve Moskova Patrikliği’nin Ortodoks dünyasındaki gücünün önemli kısmının da aslında Ukrayna’ya ait olduğunu savunan kesim, Rusya’dan bağımsız bir Ortodoks Kilisesi arzusunu yıllardır yaşatıyor. Ülkenin bağımsızlığı meselesinde karşılaşılan her fırsatta bu konu gündeme geliyor. Gerek 1917-21 yılları arasında Ukrayna Halk Cumhuriyeti ve Skoropadskyi Hetmanlığı sırasında ortaya çıkan Ukrayna Otosefal Ortodoks Kilisesi gerekse de 90’lı yılların başlarında Ukrayna’nın yeniden bağımsızlığını ilan etmesinin ardından kurulan Kiev Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi, kendi topraklarında Rusya hegemonyası istemeyen milliyetçi-Ukraynacı kesimin bağımsızlık arzusunun tezahürleridir. Bu iki kilisenin kendi arasındaki anlaşmazlıkları ise yine Rusya’nın müdahalesi ile açıklanıyor:
Toplumun çoğunluğu 'otosefali'den yana
Toplumun çoğunluğu, Fener Rum Patrikhanesi’nin “otosefali” (muhtariyet) vermesi durumunda, Moskova Partihkanesi’nin otoritesinin kırılmasıyla birlikte, bu sorunun da kendiliğinden çözüleceğine inanıyor. Zira hem Kiev Patrikhanesi hem de Otosefal Ortodoks Kilisesi Patrik, Ukrayna’nın tek yerel ve bağımsız Ortodoks kilisesinin kurulmasından yana. Bartholomeos’a “tomos” (ayrılık) için müracaat edenler arasında bulunan Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin 10 piskoposu da aynı düşüncede.
Filaret liderliğindeki Ukrayna Ortodoks Kilisesi Ukrayna milliyetçiliğinin merkezlerinden birisi olarak biliniyor. Bu kilise gerek 2004 senesinde gerekse de 2013-2014’te yaşanan devrimlerde protestoculardan yana açık tavır sergilemiş, Bağımsızlık Meydanı’nda dua çadırları kurmuş, kilise binalarını insanlara açmıştı. Kırım’ın işgalinin ardından Donbass’ta Rusya’nın başlattığı savaş sırasında da Kiev Patrikhanesi Ukrayna askerlerine yardımlarını sürdürmüştü. Patrik Filaret ise kendilerini eleştirenlere “Kilisenin orduya yardım etmemesi gerektiğini savunanlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında da kilisenin aynı şeyi yaptığını unutuyorlar. Her zaman kendi toprağımızı savunmamız gerekiyor. Vatanı savunmuyorsan, günah işliyorsundur” diyerek cevap vermişti. Hatta daha sonra kilise bünyesinde Savunma Bakanlığı ile çalışmaları koordine edecek bir birim oluşturulmuş, din adamları askeri papazların saflarına katılmıştı.
Kiev destekli Ortodoks Kilisesi’nin açık tavrından farklı olarak, Moskova Patrikhanesi’ne bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesi siyasete karışmadığını iddia ediyor. Ancak bu “siyasete karışmama” durumu, Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Donbass’ta Ukrayna’nın bütünlüğü için savaşarak hayatını kaybeden insanların defin hizmetlerini “kardeş kavgasında öldüğü gerekçesiyle” reddetmesi ve ölen ayrılıkçılar için ise bu gerekçeyi “unutması” şeklinde tezahür ediyor. Kilise Ukrayna’daki hibrit savaşı “iç savaş” olarak tanımlarken Rusya’yı işgalci ya da saldırgan olarak görmüyor. Ukraynalıların büyük kısmı tam da bu nedenle, Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Kremlin’in Kiev’deki ideolojik bürosu olarak görüyor ve özellikle son 4-5 yılda inançlı kesimin kilise mensubiyetinde ciddi değişim gözlemleniyor.
- Amerikan Pew Research Center’ın 2015-2016 yıllarını kapsayan araştırmasına göre, Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni otorite olarak gören Ukraynalı Ortodokslar yüzde 17 iken, Kiev Patrikhanesi Ortodoks Kilisesi’nin destek oranı yüzde 46 civarında.
Ukrayna’nın Razumkov Merkezi’nin anketinde de Kiev Patrikliği’ne desteğin yüzde 40-50 arasında değiştiği, Moskova Patrikliği’nin desteğinin ise yüzde 20’nin altında kaldığı görülüyor. Patrik Filaret ise bu oranların yüzde 40-44 ve yüzde 20-24 civarında olduğunu söylüyor.
Bütün veriler Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin taban gücünün iyice daraldığını ve Donbass ağırlıklı olmak üzere ülkenin güney ve doğusuna sıkıştığını gösteriyor. Fakat buna rağmen Moskova Patrikhanesi Kilisesi, Ukrayna’nın hâlâ kendisinin “kanonik” arazisi olduğunda ısrar ediyor ve kilisenin bağımsızlığını kabul etmemekte direniyor.
Ukrayna için yerel bir kiliseye otosefali verilmesi artık dini değil siyasi, hatta jeostratejik bir konu. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, bunun Kiev için önemini, geçtiğimiz Nisan ayında parlamentoda yaptığı konuşmada “Bağımsız kilise mücadelesi AB ve NATO üyeliği için verdiğimiz mücadeleye eşdeğerdir. Aynı zamanda Rusya’nın yürüttüğü hibrit savaşta bizim için ulusal güvenlik ve savunma meselesidir” sözleriyle ifade etmişti. Aslında konu Poroşenko için aynı zamanda epey kişisel.
Maydan vaatlerinin gerçekleşmemesi, yolsuzluğun azalmaması, pahalılık, fakirlik ve bitmeyen savaş nedeniyle Poroşenko popülaritesini ciddi şekilde kaybetmiş durumda ve onu 2019 seçimlerinde yeniden cumhurbaşkanlığına taşıyacak ciddi bir “jeostratejik zafer”e ihtiyacı var. Dindar Ukraynalılarının oranı dikkate alınırsa, “otosefali” bu büyük zaferin ta kendisi olabilir. Bazı yorumcular, Ukrayna’yı otosefali için 25 senedir bekleten Fener Rum Patrikhanesi’nin bu yıl aniden ve kararlı şekilde harekete geçmesinin arkasındaki nedenlerden birinin ABD’nin Poroşenko’yu “kurtarma” niyeti olduğunu öne sürüyor. Bu iddianın sahiplerine göre, Washington Poroşenko’nun cumhurbaşkanlığının şimdilik sürmesinden yana.
Fakat Ortodoks dünyasını ayaklandıran “otosefali” olayını sadece Poroşenko’nun cumhurbaşkanlığına bağlamak da çok yüzeysel değerlendirme olur. Evet, Washington meselenin içinde ve hatta merkezinde; ama bu, Poroşenko’nun cumhurbaşkanlığının garantiye alınmasından daha büyük bir olay. Asılında bu, Ukrayna’yı Rusya’nın yörüngesinden tamamen çıkartma ve Rusya’ya Ortodoks dünyasında “yerini bildirme” hamlesi. Şimdi asıl soru, bu hamlenin faturasının kime kesileceğidir.
Krizin görünürdeki aktörlerinin açıklamalarına bakılırsa, ne Fener Rum Patrikhanesi, Kiev ne de Moskova geri adım atacak gibi görünmüyor. Fener Rum Patrikhanesi, Moskova’nın tehditlerine rağmen, Ukrayna’nın “tomos” alma sırasının geldiğini ve bunun gerçekleşeceğini beyan ediyor. Kiev ise yeni kilise için maksimum çok sayıda Ortodoksu bir araya getirmek için uğraşıyor. Bu işin koordinasyonunun Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Sekreteri Nikolay Turçinov'a havale edilmesi de konunun Poroşenko için öneminin bir başka işareti.
Eğer vaatler gerçekleşirse yeni kilise sadece Ukrayna’nın en büyüğü haline gelmeyecek ve sadece “Rus dünyası” fikrinin aktif taşıyıcısı konumundaki Moskova Patrikliği Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin ideolojik/siyasi gücünü zayıflatmış olmayacak, aynı zamanda küresel ölçekte de yeni güç dağılımının bir unsuru olacak. Bu nedenle Kremlin’in Ukrayna’da bağımsız yerel kilise oluşumunu kabulleneceğini düşünmek saflık olur.
Şimdilik Rusya’nın yürüttüğü propaganda kampanyasının en önemli ayağını, Ukrayna’ya bağımsız kilise gelmesi durumunda, Moskova Patrikhanesi’ne bağlı kilisenin kontrolündeki manastırların ve katedrallerin “işgal edileceği” iddiası oluşturuyor. Rus medyasına göre, Ukraynalı milliyetçiler 14 Ekim Pokrova Günü’nde Moskova Patrikhanesi Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Peçersk Manastırı’na saldırı düzenlemeye hazırlanıyor. Bu iddiaların temeline ise Patrik Filaret’in “Ukrayna’daki manastırlar Ukrayna’nındır ve er geç evrim yoluyla yeni kilisenin kontrolüne geçecekler” açıklaması oturtuluyor. Moskova Patrikhanesi Kilisesi, Ukrayna Kültür Bakanlığı’nın da kilisenin malvarlıklarını incelemeye aldığını öne sürüyor. Kremlin’in propaganda mekanizması için, bu durumdan “Ukrayna’daki Moskova Patrikhanesi’ne bağlı Ortodokslara zulüm” senaryosu çıkartmak hiç zor değil.
Donbass’taki Rus tankları için “yerel isyancılar Voentorg’dan (askeri ürün satan mağaza) çalmışlardır” açıklamasını yapabilen bir devletin, “kilise mülkiyeti yağmalandı, Rus Ortodokslar katledildi” bahanesiyle Ukrayna topraklarındaki işgalini genişletme girişiminde bulunması, gerçekleşmeyecek bir ihtimal değildir. Önemli olan, bu durumda Batı’nın hangi pozisyonu sergileyeceğidir. Ukrayna Batı’nın desteğinin beyanlarda kalması ve yaptırımlarının gecikmeli oluşu nedeniyle, Avrupa’ya entegrasyon tercihinin bedelini Kırım’ın işgali ve Donbass’ta sonu görünmeyen savaşla ödedi ve hâlâ ödüyor. Kilise bağımsızlığının bedelini nasıl ödeyeceği de önemli ölçüde Batı’nın tavrına bağlı olacak.