Petrol ihracatçısı ülkelerin oluşturduğu OPEC+ grubunun arzda kesintiye gitme kararı, ABD’nin gazabını örgütün de facto lideri Suudi Arabistan’a yöneltti. Washington, savaşta Rusya’nın elini güçlendirdiği gerekçesiyle Riyad’a yönelik sert eleştirilerde bulundu. ABD’nin yakın zamana kadar Orta Doğu’daki en önemli müttefikini sadece bu sebeple hedef haline getirdiğini söylemek elbette mümkün değil. Başta Riyad yönetimi olmak üzere Körfez ülkelerinin son dönemde Çin ile artan ilişkileri, Beyaz Saray’ı rahatsız eden bir diğer konu başlığı. Riyad-Washington hattındaki enerji anlaşmazlığının, eski Başkan Donald Trump döneminden beri devam eden bir konu olarak iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyebileceği ve başka alanlara da yansıyabileceği ihtimali son gelişmelerle güç kazandı. Söz konusu kriz, Biden’ın yönetim dönemini de aşarak kronik boyut kazanma potansiyeli taşıyor.
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), 14 Eylül 1960’ta Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt ve Venezuela tarafından kuruldu. Petrol piyasasında fiyatları kontrol etmek ve uluslararası petrol şirketlerine karşı blok oluşturmak amacıyla kurulan yapıya, 1962-1975 döneminde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi Körfez ülkeleri ile Endonezya, Libya, Nijerya, Cezayir ve Ekvador gibi önemli petrol üreticisi ülkeler katıldı. Böylece OPEC'in 1970'lerde küresel petrol piyasasındaki payı yüzde 70'e ulaştı ve örgüt piyasadaki arzı, dolayısıyla da fiyatları büyük ölçüde kontrolü altına aldı. OPEC şu an Suudi Arabistan, BAE, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Nijerya, Cezayir, Angola, Gabon, Endonezya, Venezuela ve Ekvator Ginesi olmak üzere 13 üye ülkeden oluşuyor.
OPEC bir kartel değil, bağımsız petrol üreten ülkeler arasında iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan bir kuruluş. Bununla birlikte petrol fiyatlarını ve üretim miktarlarını belirlemesi açısından kartel özelliği de taşıyor. Ancak uygulamada örgütün aldığı kararlara uyulmasını fiilen sağlayacak bir mekanizma bulunmuyor. OPEC+ grubu ise petrol fiyatlarının düşük olduğu 2016 yılında OPEC'in diğer 10 petrol üreticisi ülkeyle güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıktı. Bu yeni üyeler arasında günde 10 milyon varilin üzerinde üretim yapan Rusya başı çekiyor. Yine günde 10 milyon varilden fazla üretim yapan Suudi Arabistan da OPEC içindeki en büyük petrol üreticisi konumunda. Söz konusu 23 ülke, dünyadaki toplam ham petrol arzının yaklaşık yüzde 40'ını sağlıyor.
OPEC'e üye Arap ülkeleri, petrolü ilk kez 6 Ekim 1973'te başlayan Arap-İsrail Savaşı sırasında silah olarak kullandı. Mısır'ın İsrail'e yaptığı hamleyle fitili ateşlenen Arap-İsrail Savaşı, Tel Aviv’in 1967'de patlak veren ‘6 Gün Savaşı’nda işgal ettiği topraklardan çekilmeyi kabul etmemesi üzerine başladı. Savaş hazırlıkları kapsamında dönemin Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz ile Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, yaklaşmakta olan silahlı mücadelede petrolü silah olarak kullanma kararı aldı. Savaşta Washington’ın Araplara karşı İsrail’e yardım etmesi üzerine OPEC, 15 Ekim 1973'te, her ay petrol üretiminin yüzde 5 azaltılmasını öngören ambargoyu duyurdu. ABD ile başlayan yasak, Hollanda başta olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya'ya kadar genişletildi. Üretimdeki kesinti, ambargonun başladığı ekimden aralık ayına gelindiğinde yüzde 25'e ulaştı.
Arap ülkelerinin uyguladığı ambargonun kısa vadede çarpıcı etkileri oldu. Petrol fiyatlarının yaklaşık yüzde 400 artması, petrol ihraç eden ülkelerin ekonomilerine ciddi şekilde yaradı. Bu dönemde petrol gelirleri yön değiştirerek Orta Doğu ülkelerine doğru akmaya başladı. OPEC'in ambargosu ve fiyat yükseltmesi sebebiyle, ABD başta olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin ucuz petrole göre yapılandırılmış üretim sistemlerinde zorlanmalar ve daralmalar görüldü. Petrol fiyatlarındaki artış maliyetlere yansıdı ve bu durum enflasyonun hızlanmasına yol açtı. ABD'nin İsrail'e desteği üzerine başlayan ambargo, NATO içinde de çatlaklar oluşturdu. Bu durum hem Avrupa ülkeleri hem Japonya'nın ABD'nin Orta Doğu politikasından uzaklaşmak istemesine neden oldu. 1973-74 yıllarında petrol fiyatlarındaki artışla birlikte New York borsası yaklaşık 100 milyar dolar değer kaybetti. OPEC ülkelerinin yabancı şirketlere karşı kendi petrolleri üzerindeki milli payları artarken, Suudi Arabistan'ın Aramco şirketi kamulaştırıldı ve bu süreçten bir petrol devi olarak çıktı.
1973 petrol krizinden 49 yıl sonra, 5 Ekim 2022’de OPEC+ ülkelerinin petrol arzını günlük 2 milyon varil azaltacağını duyurması, ABD ile Orta Doğu’daki en önemli müttefiki Suudi Arabistan'ı yeniden karşı karşıya getirdi. Riyad yönetimini Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Moskova’nın yanında yer almakla suçlayan Washington’dan peş peşe sert açıklamalar geldi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Direktörü John Kirby, “OPEC+ grubunun aldığı karar, (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin'in savaşına askeri ve manevi destek mahiyetinde” dedi. Kirby, ABD Başkanı Joe Biden'ın, Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden gözden geçirdiğini kaydetti. Biden da OPEC'in petrol üretimini kısma kararının Suud için sonuçları olacağını dile getirdi. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez, Riyad’la silah satışları dahil tüm ilişkilerin askıya alınması çağrısında bulundu. ABD Kongresi’ndeki Demokratlar da Suudi Arabistan ve BAE’de konuşlu 5 bine yakın Amerikan askerinin geri çekilmesi için tasarı sundu.
Riyad yönetimi ise suçlamaları reddederek, kararın sadece ekonomik olduğunu savundu. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan, “OPEC+ kararlarının siyasi bir yönü bulunmuyor, bunlar tamamen ekonomik. ABD ile ilişkilerimiz ise stratejik” diye konuştu. Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman da ekonomik gerekçelerle atılan bu adımdan dolayı Ukrayna'ya karşı Rusya'nın yanında yer almakla suçlanmalarına şaşırdıklarını belirtti. Suud medyası, ABD'nin “Riyad'la ilişkiler gözden geçiriliyor” açıklamasına çok sert tepki gösterdi. Suud rejimine ait Okaz gazetesinde yayımlanan “Washington'ın ergenliği ne zaman bitecek?” başlıklı yazıda, ABD’nin Riyad’ı sorumlu tutması ‘mantıksız’ olarak nitelendirildi ve Biden yönetimi ‘ergence’ tavır takınmakla eleştirildi. Ayrıca Rus lider Putin de “Petrol piyasalarında attığımız adımlar kimseye karşı değil” açıklamasında bulundu.
Biden yönetiminin, ABD'de 8 Kasım’daki ara seçimlerden önce benzin fiyatı ve enflasyonun yükselmesinden endişe ettiği için girişimlerde bulunduğu, olumsuz yanıt alınca da bu şekilde sert tepki verdiği iddiası çokça konuşuldu. Wall Street Journal gazetesinin haberine göre, ABD yönetimi Suudi Arabistan’a, üretimi azaltma yönündeki adımın Rusya ile aynı tarafta görünmelerine yol açacağı uyarısında bulundu ve kararın 1 ay ertelenmesini talep etti. Böylece üretim kesintisi ve fiyat artışları seçimlerden sonraya kalacaktı. Haberde, Suudi yetkililerin Biden'ı siyasi hesap yaparak böylesi bir talepte bulunmakla suçladığı ve olumsuz yanıt verdiği belirtildi. ABD Başkanı geçen temmuz ayında da hızla yükselen enflasyona çözüm bulmak amacıyla, daha önce ‘parya’ haline getirme sözü verdiği Arabistan’a giderek Suud Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’la görüşmüş; bu ziyaret ABD kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştı.
Körfez ülkelerinin son dönemde Washington’ın güdümünden çıkarak Çin ve Rusya’yla yakın ilişkiler kurmaya çalıştığı görülüyor. Nitekim Batı ile derin tarihsel bağları olan ama aynı zamanda Moskova’yla da 2015’ten bu yana çok yönlü iş birliği geliştiren Körfez ülkeleri, Rusya-Ukrayna krizinde temkinli bir siyaset yürüttü. Her ne kadar ABD, Körfez’i Ukrayna krizinde Rusya’nın karşısında ve kendi yanında durmaya davet etse de Körfez’in verdiği tepki, Beyaz Saray’ın artık bölgede tek hegemon ve hâkim güç olmadığını ortaya koydu. Özellikle 2010 sonrası eski ABD Başkanı Barack Obama ile başlayan ve bugüne kadar süregelen “Washington’ın bölge siyasetindeki sorumluluğu başkalarına atma ilkesi”ne dayalı siyaseti ve bölgesel rolü, Körfez’in ABD’yi sorgulamasına neden oldu. Riyad, Washington’la güvenlik iş birliğini sürdürürken bu ilişkinin tek taraflı bağımlılığa dönüşmesinden rahatsızlık duymaya başladı. Olası riskleri aşmak için de aktör çeşitlendirme yoluna gitti. Bu anlamda Rusya ve Çin, öne çıkan iki aktör oldu. Moskova ve Pekin yönetimlerinin, Körfez’de Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Kuveyt’le birçok açıdan yakınlaşarak ABD’nin oluşturduğu güç boşluğunu doldurduğu söylenebilir.