Kızılay Başkanı Kerem Kınık, skype üzerinden Ersin Çelik'in sorularını cevapladı. Çok eski bir tedavi yöntemi olan plazma uygulamasını koronavirüs enfekte olmuş hastalara uygulanacağını söyleyen Kınık, Türkiye'nin dünyaya umut olabileceğini kaydetti. Koronavirüs tedavisi görüp iyileşen hastalardan alınacak plazmaların yoğun bakımdaki hastalara uygulanacağını kaydeden Kınık, "Hacettepe Üniversitesi, Kızılay ve Sağlık Bakanlığı üçlüsü bunun modaritelerini çalışıyor. Aşağı yukarı tanımlandı, belirlendi. Biz altyapısını, lojistiğini oluşturacağız" dedi. Kerem Kınık, Türk Kızılayı'nın koronavirüsle mücadele sürecinde yaptıkların ilişkin detaylı bilgiler verdi ve pandeminin dünyadaki paradigmayı nasıl değiştireceğini anlattı.
1890’dan beri olan, daha sonra antibiyotikler bulunduktan sonra yavaş yavaş klinik uygulamalarda alanı daralmış olan bir uygulama. Hadise şu; mikroorganizma vücudumuza girip bizi hasta ettiği sırada, bizim hücrelerimiz antikor üretmeye başlıyor. Bu mikroorganizma ile savaşmaya başlıyor. Bu mikroorganizmaya karşı üretilen immünglobulinler dediğimiz, aslında aşıların bize pasif olarak yaptığı, yani bu bizi hasta etmeyecek mikroorganizmaların proteinlerini ve antijenlerini bizim içimize vererek, aşı yoluyla, buna karşı oluşturduğumuz immünglobulinler gibi düşünelim bunu. Bu aşılar oluşuyor. Kimlerde oluşuyor? Hastalığı geçirmiş, iyileşmiş ve üzerinden 14 gün geçmiş, maçı kazanmış insanların kanında bu mikroorganizmaların antikorları var.
Evet. Şu anda aşı daha bulunamadı. Önümüzdeki 1.5 yıl içerisinde de biraz zor. Ama bugün bu savaşı yenmiş insanlar var. Bu insanların plazmalarında, yani serum kısmında, kanın sarı olan sıvı kısmının içerisinde şu anda bu savaştan yeni çıktıları için çok yüksek miktardaki titrasyonda bu bizim ‘antikov 2’ dediğimiz, yani kovid mikrobuna, kovid virüsüne karşı oluşmuş antikorlar var. Biz ne yapacağız, bu hastalarımızdan, gönüllü hastalarımızdan plazmalarını alacağız. Bunları toplayacağız. Bunları konsantre edeceğiz. Daha sonra Sağlık Bakanlığımız bu plazmaların hangi hastalara uygulanacağını ki o hastalar ağırlıklı olarak yoğun bakıma gitmiş, özellikle de mekanik ventilasyona bağlanmış ve ölümle yaşam arasındaki sınırda gidip gelen ağır vakalar. Bu vakalar için bu plazma içerisinde, antikov 2 immünglobulini bulunan bu plazmalar hayati bir tedavi edici destek oluyor. Burada ‘konvelesan plazma terapisi’ dediğimiz bu yapı aslında pasif aşılama dediğimiz bir metot.
Hacettepe Üniversitesi, Kızılay ve Sağlık Bakanlığı üçlüsü bunun modaritelerini çalışıyor. Aşağı yukarı tanımlandı, belirlendi. Biz altyapısını, lojistiğini oluşturacağız. Bu kahramanlardan inşallah kanlarını alacağız. Onları ikna edip, ‘kendiniz bu savaştan bir kahraman olarak çıktınız. Şimdi o hayatın sınırında yaşayan insanların kahramanı olma zamanı’ diye onlardan alacağız. Kesinlikle bir zararı yok. O insanların bünyesinde bulunan bu immünglobulinler diğer hastalara da inşallah şifa olacak.
Bu hastalarımızın bir test süresi var. Bu test sürelerinde, bizim ‘nükleik asit testi (NAT)’ dediğimiz nükleer bir testi yapıyoruz. PCR testi. Onların hastalık etkenleriyle ilgili testlerin negatif çıkması gerekiyor. Dolayısıyla kısa bir test süremiz var. Bu kısa test süresini tamamladıktan ve ‘Bu plazma güvenli. Artık bir hastaya takılabilir’ dedikten sonra artık şu anda arkadaşlarımız ülke genelinde. Çünkü hastalarımız çok farklı şehirlerde olabilirler. Bu ağır vakalarımız çok farklı şehirlerde olabilirler. Muhtemelen Türkiye’nin her tarafında biz bir jet uçak ambulans sistemleri ile beraber bu plazmaları bir yerden alacağız yoğun bakımdaki hastalara taşımaya çalışacağız.
Şu anda ‘ha diye’ başlayabilecek durumdayız. Alt yapımız hazır. Bu tedavinin biraz daha ileri noktası, o da bu plazmaların içerisindeki bu immünglobulinleri spesifik olarak toplamak, yani ‘fraksinasyon’ dediğimiz fraksine etme, farklı farklı hastalardan alınmış bu immünglobulinleri ilaç haline getirme ve bu ilacı damar yoluyla insanlar verme.
Aslında ‘spesifik süper immünglobulin’ dediğimiz bu ‘aşının fortunu üretmek’ diyelim. Yani daha yüksek dozlu ve insanlarda daha az riskle daha yüksek tedavi oluşturacak bir kısım. Fraksinasyon projemiz için de bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanımıza da konuyu arz etmiştik. Maliye Bakanlığımız, Çalışma Bakanlığımız ve Sağlık Bakanlığımız ile bir protokol imzalamıştık. Maliye Bakanlığımız Kızılay’a bu altyapının kurulmasıyla ilgili olarak da bir kaynak aktarıyor. Bununla beraber, belki bu kapasitemiz bizim küresel anlamda da insanlığa bir hediyemiz olacak.
Kızılay acının olduğu, ihtiyacın olduğu kendisinden yardım talep edilen her yerde olmaya çalışıyor. Ama özellikle son koronavirüs salgını nedeni ile ortaya çıkan durumda, kriz Türkiye’ye gelmeden önce hazırlıklarını tamamlamıştı. Kendi korona eylem planlarını güncellemişti. Standart operasyon prosedürlerini hazırlayıp, personellerini eğitip bu pandemiye hazırlanmıştı. Ondan sonraki süreçte de zaten Kızılay’ın zaten büyük bir teşkilatı var. Büyük bir profesyonel çalışan yapısı var. On bin çalışanı var. Yüz bini aşan aktif gönüllüsü var. Türkiye’nin 81 ilinde 960’a yakın ilçesinde örgütlü bir yapı. Bu yapı devletimizin ana kurumlarına destek olmak amacıyla kurulmuş 152 yaşında bir yapı. 11 Mart itibariyle devletimiz ulusal pandemi ilanını ortaya koyduktan sonra da zaten planlı şekilde Kızılay’a verilen vazifeleri icra etti. Hem de kendi asli afet, insanı yardım, halk sağlığı ve kan hizmetleri faaliyetleri gibi icra etti. Kızılay 152 yıldır olması gereken yerde milletin yanında.
Burada iki tane eleştiri grubu var. Bir tanesi gerçekten belki ihtiyaç duyulmuştur, ya da etrafında Kızılay’ı görmek istemiştir. Kızılay ile aidiyeti olan, Kızılay’ı seven ve ‘Kızılay’ımız nerede diye’ samimi bir şekilde soran insanlar. Biz elimizden geldiğince kadar bize ulaşan ve bizim ulaşmaya çalıştığımız her ihtiyaç sahibine bu anlamda hizmetleri götürmeyi gayret ediyoruz. Bir başka grup daha var. İçerisinde kötü niyetli insanlar da ve kötü niyetli mihraklar da var. Hatta terör örgütleri ile iltisaklı unsurlar da var. Sadece Kızılay değil, özellikle milleti bir arada tutabilecek, ülkemizde müspet bir hava oluşturabilecek ne varsa buna karşı bir grup var. Bunlar çok değiller. Ama bir takım sosyal medya araçlarını kullanarak çokmuş gibi gözüküyorlar. Eğer bu sosyal medyanın, bu sanal dünyanın imkanlarını, operasyonel kabiliyetlerini bilmezsek, bir de bu insanların her birisinin ayrı bir makine, ajans çalışanı veya terör örgütü mensubu olduğunu bilmezsek birden bire kendimizi onların içerisinde buluyoruz. Bu grup zaten iflah olmaz. Bu grupla artık devletin güvenlik güçlerinin ilgilenmesi gerekiyor.
Bir takım haklılık taşıyan eleştiriler olabiliyor. Biz layüsel bir kurum değiliz. Aldığımız eleştiriye de değerlendirip gereğini yapmaya gayret ediyoruz. Bazen ben sayıları anlattığımda, insanlarla paylaştığımda şaşkınlıklarını görüyorum. Bazen bu olumsuz hava insanların değerlerini de etkileyebiliyor.
Bu kriz 11 Mart’ta başlamıştı. Biz koronavirüs operasyonlarımızı Şubat ayında başlattık. Eğitim içeriklerimizi hazırladık. Vatandaşımızı bilinçlendirecek dijital içerikleri hazırladık. Dünya Sağlık Örgütü ile irtibata geçtik. Sağlık Bakanlığımız ile irtibata geçip, yapacağımız görevlendirmeyle ilgili konumlandırmamızı yaptık. Bütün personelimizi eğittik, kişisel koruyucularımızı temin ettik. Kızılay’ın olası kötü senaryolarına karşı çalışma prosedürlerini güncelledik. Sonra, özellikle sınır hatları kapatıldığında Van, Gürcistan ve İran sınırlarında sahra hastaneleri kurduk Sağlık Bakanlığımıza. Çok hızlı bir şekilde 150 tane. Buralarda karantinalara başladık. Yurt dışından gelen vatandaşlarımız, KYK yurtlarında ve farklı yerlerde on dörder günlük karantina süreçlerine başladı. Şu anda 47 ilimizde, 77 merkezde yaklaşık 20 bin insan karantina altında. Yaklaşık 9 bin 500 Kızılay personeli ve gönüllüsü bu 20 bin insanımıza hizmet veriyor.
65 yaz üzerinde ve kronik hastalığı olan, dolayısı ile evden çıkması kısıtlanmış olan insan gruplarına yönelik yaklaşık Türkiye’nin 400 noktasında hizmet veriyoruz. 50 bini aşkın 65 yaş üstü insana ve 80 bin civarında kronik hastaya ulaşıp ihtiyaçlarını giderdik, gidermeye devam ediyoruz. Arada sosyal medyada ‘Genç Kızılaycılar neredesin’ diye yoklama yapıyorum. Herkes bulunduğu yerden bana fotoğraf çekip göndersin diye. Türkiye’nin her bir noktasında, kimisi bir dağ köyünde bir yaşlıya ihtiyacını götürüyor. Kimisi şehirde bir yaşlının kapısını çalıyor. Kimisi Kadıköy’de yaşlı bir teyzemizin köpeğini sokakta gezdiriyor. Onun ihtiyacını gideriyor. Yani çok sayıda bu anlamda işler yapıyoruz. Gündem o kadar yoğun ki, insanlar gündemi o kadar hızlı tüketiyor ki, bu kadar işin arasından sıyrılıp kendini göstermek çok kolay değil.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Vatandaşın gönül hedefindeyiz. Dualarındayız. Yardım götürdüğümüz, kapısını çaldığımız insanların her zaman yanındayız. Gerçek dünyanın kahramanlarıyız. Sanal dünyanın içerisinde haksız eleştiriler olabilir.
Koronavirüs, bütün mavi küremizi teslim aldı ve ‘pause’ tuşuna bastı. Belki de ‘reset’ tuşuna basacak. Buna benzer kara veba salgını Roma İmparatorluğunu yıkmıştı. Büyük İspanyol grip salgını Avrupa’daki pek çok ekonomik ve siyasi dengeyi değiştirmişti. Koronavirüsün de ben eminin buna benzer bir sonucu olacak. İnsanların tercihleri, devletlerin totaliterleşmesine, özgürlüklerin kısıtlanmasına mı yönelik ya da küresel bir devletlerarası dayanışmaya gideceğini tercihlerimiz belirleyecek. Çok zulüm var bugün dünyada. Dünyanın her bir noktasından arşa yükselen çocuk çığlıkları vardı. Anne babasını yitirmiş, enkaz altından çıkmış çocuklar hep ‘bu yaşadıklarımı Allah’a şikayet edeceğim’ diye ağlıyordu. Biz şuna inanıyoruz; dünyanın herhangi bir yerinde bir yaprak düşerse bunun bir sebebi vardır. Dünyanın herhangi bir noktasında bir kelebek kanadını çırparsa, dünyanın öteki noktasında bunun bir tesiri vardır. Dolayısıyla bugün görebildiğimiz, ölçebildiğimiz sosyal ve tabiat olaylarında her şey birbirileriyle entegredir. Bir amaç için hareket etmektedir.
Herhangi bir sosyal sınıf gözetmeksizin herkesin ciğerinde yer edinebilen bu koronavirüs, yoksul ya da yaşlı, yaşlı, genç demeden herkese tesir eden bir organizmadan bahsediyoruz. Kendi başına yaşayamayan, güneşi gördüğü zaman saniyeler içerisinde yok olup giden bir organizma. Tıpkı Nemrut’un sineği gibi. Ama bütün dünyayı teslim aldı. Olayın farklı veçhelerinden baktığımızda, dünyada aktif olan 40 ayrı savaş vardı. Bugün durdu. İnsani yardım kuruluşları olarak çırpınıyorduk, ‘bize en azından 30 gün verin, 30 gün şu silahları bir susturun da muhtaç olan inşalara yardım götürelim’ diyorduk. Kendiliğinden durmuş bir savaş var.
Paradigma değişecektir. Çünkü bugün küresel sistem içerisinde bizim görmek istemediğimiz, o kadar çok yanlış var ki. Bugün bir milyar insan temiz içme suyuna erişemiyor. Yılda 1.1 milyon insan sıtmadan ölüyor. Bugün ağzından tuz, şeker ve su vererek kurtarabileceğiniz yılda 1.6 milyon insan ishalden ölüyor. Bugün ‘ishalden ölmüş’ deseler herhangi bir hasta için. İnanır mısınız? 1.6 milyon insandan bahsediyoruz. Bugün ‘bizi’, kuzeyi tehdit eden koronavirüs paradigmayı değiştirecektir. İnsanlık adına özeleştiri yapmamız, birbirimizle dayanışmamış gerekiyor. Çünkü öyle bir sorunla karşı karşıyayız ki; bütün siyasi sınırları, ekonomik paktları, askeri odakları aştı, darmaduman etti. Anlamsızlaştırdı. Çin’den çıktı dünyayı dolaştı. Küresel bir tehdit olduğu için siz, ‘ben ülkemde aldığım tedbirlerle mutlu yaşarım’ diyemiyorsunuz. Birlikte mücadele etmek, küresel işbirliği yapmak zorundasınız. Dünyanın artık kendi içine döneceğini, ‘bizim el ele vermemiz gereken pek çok ortak risklerimiz varmış’ noktasına geleceğin düşünüyorum.
Modern dünyada insanlık gıdasının büyük bir kısmını, endüstriyel şekilde üretilmiş ve lojistiği endüstriyel şekilde sağlanan gıdalarla temin etmek durumunda. Bugün 4-5 temel tahıl ve bir iki farklı çeşit proteine mahkûmuz biz. İki yüzyıl önceki atalarımız bizden 100 katı farklı biyoçeşitlilikle besleniyorlardı. Özellikle yüzde 95 oranında şehirlerde yaşayan insanlar, yani kendi ekmeğini üretemeyenlerden bahsediyoruz. 7 milyar insanın yaşam biçiminin farklılaşması nedeni ile gıda arz krizi özellikle lojistik temeller bozulursa… Ya da insanlar kendi gıdalarını içeride stoklamaya, paylaşmamaya başlarlarsa… Rusya’nın buğday ve gıda ürünleriyle ilgili aldığı politik tedbirler gibi, bu küresel bir gıda krizine yol açabilir. Ama bugün dünyada yılda yaklaşık 4 milyar ton gıda üretiliyor ve bunun yaklaşık 1.3 milyar tonu hiç kullanılmadan çöpe atılıyor. 220 milyon ton gıdayı Amerika çöpe atıyor. Türkiye’de 500 bin ekmek çöpe atıyoruz. Yaklaşık 2 milyar ekmek. Attığımız bu ekmekle 80 tane hastane, 500 tane okul yaparız. İnsanlığın küresel ahlaki arınmaya ihtiyacı var, paylaşamaya ihtiyacı var. Gıdanın ticari bir meta olmaktan çıkarılmasına, spekülasyon aracı olmaktan çıkarılmasına ihtiyaç var. Daha da ötesi biraz toprağa dönmemiz, kırsala dönmemiz ve içimize dönmemiz gerekiyor.
Hep söylediğimiz gibi kan acil değil sürekli bir ihtiyaç. Laboratuvarlarda yapılamayan bir insan dokusu. Bir insanın ihtiyacını ancak bir başka bir insan karşılayabiliyor. Bu ihtiyaç korona salgını olmasına rağmen azalmadı. Özellikle kanser hastalarımız, lösemili yavrularımız, Akdeniz Anemisi Talasemi hastalarımız, trafik kazası geçirmiş ya da koronavirüs nedeniyle yoğun bakımlarda çoklu organ yetmezliğine girmiş, damar içi pıhtılaşma rahatsızlığı yaşayan çok sayıda hastamızın kan ihtiyacı devam ediyor. Eğer biz bu kanı toparlayamazsak bu insanların hayati tehlikesi olabilir. Dolayısıyla kan stoklarımız iyi değil. Kan stoklarımız bizim hedeflediğimiz sayıların yarısına düştü. Biz bir de en kötü senaryoya göre hazırlıklı durmayı isteyen bir kuruluşuz. Allah göstermesin bir afet veya ani bir çok kan ihtiyacı olduğunda bunu da karşılayabilecek durumda olmayı arzu ediyoruz. Bir taraftan da günlük ihtiyacımız devam ediyor. Doğal olarak evde kal çağrısına vatandaşlarımızın uyması, salgın nedeni ile bu anlamda oluşan farklı tedirginlikler nedeni ile bizim kan bağışlarımız günlük yüzde 50’nin altına düştü. Günlük biz her çalışma günü 9 bin ünite kan toplarız. Bu 9 bin ünite kan da Türkiye’de yaklaşık bin 564 tane hastane var, bu hastanelerden bizden kan talep edenlere teslim ederiz. Türkiye’de yaklaşık 3 bin 500 Kızılaycı sadece bu iş için arı gibi çalışır. Türkiye’nin 300 noktasından alır, bu kanlar tahlil yapılır. Güvenli kanlar, her hal ve şartta, isterse Muş’ta 3 metre kar olsun, ne olursa olsun o kanlar bir şekilde ulaştırılır. Bugün de bu hastanelerimizdeki ihtiyaçlar devam ediyor.
Kan vermek, sağlımızı olumsuz etkileyen, bağışıklığımızı düşüren bir unsur değil. Kızılay kan merkezleri bir hastane değil. Hastaneye gittiğinde ekstra bir koronavirüs riski olur. Kızılay kan merkezleri sağlıklı insanların geldiği yerler. Biz 2 saatte bir o ortamı tekrar dezenfekte ediyoruz. İnsanlar güvenli bir şekilde gelebilirler. Nasıl ekmek almak için dışarı çıkmak zorundayız… 15 dakika içinde kan vermek için çıkabiliriz.
Koronavirüs kan yoluyla bulaşmıyor. Bir kişinin kanından bir başkasına koronavirüs geçerse bile bu hastalığı bulaştırmıyor. Koronavirüsün tek bir bulaşma yolu var. Damlacık enfeksiyonu ve solunum yolu. Dolayısıyla kan yoluyla bulaşmıyor bu rahatsızlık.