Terör devleti İsrail’in, Filistin topraklarını ve peygamberler diyarı Kudüs’ü tamamıyla İsrail yurdu yaparak “Büyük İsrail” devletini hayata geçirme ideası adına, son günlerde amacı sadece kadim mabetlerinde ibadet yapma ve vatanlarında özgürce yaşamak olan Filistinli Müslümanlara karşı sürdürülen vahşeti kalıcı olarak durdurma çabaları çerçevesinde Papa Francis ile yapıcı ilişkileri daha da güçlendirmek büyük önem taşımaktadır. Vizyonerliği dikkati çeken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Papa Francis ile yaptığı son telefon görüşmesi (17 Mayıs) bu açıdan son derece önemlidir.
Tevhit inancının iki önemli merkezinden biri olan Kudüs’ün harem bölgesi (Mescid-i Aksa ve çevresi), son günlerde bu inancın atası Hz. İbrahim’in soyundan geldiğini iddia eden siyonist Yahudilerin Filistinlilere uyguladığı insanlık dışı baskı ve zulümlerle adeta mahşer yeri haline geldi. Burada dikkatleri çekmesi gereken husus şudur: Tarih boyunca kritik zamanlarda Müslümanlar tarafından daima sahiplenilen Yahudiler, İsrail devletinin kuruluşu öncesinde dini inançları ve kimliklerinden dolayı özellikle Hristiyanlar tarafından yüzyıllar boyunca ciddi baskı ve zulüm gördükleri halde, bugün, kendilerine yapılanın çok daha fazlasını Müslüman Filistinliler’e yapmaktadırlar. Manidar olan budur...
Yahudilerin iyi bildikleri şeylerden biri dünün mazlumlarının tekrar mazlum konumunda olabileceğidir. Ancak bugünün zalimi olarak, bu bildiklerinden ders çıkarmamalarının temel nedeni mevcut askeri güçlerinin yanısıra, İsrail’in yaptığı bu zulme aziz milletimiz dışında dünyanın kınama dışında güçlü tepki vermemesidir.
Ramazan ayında ve bayram sırasında sadece Filistinlilerin değil, tüm Müslümanların göz bebeği olan Mescid-i Aksa’da ibadet eden masum Filistinlilere saldırılarla başlayan olayların nedeni iyi anlaşılmalıdır. Bu son olaylar, bir terör devleti olarak kurulduğu defalarca tescillenen siyonist İsrail’in gayesini ortaya koymaktadır. Siyonist İsrail, Davut Peygamber dönemindeki Büyük İsrail Krallığı’nı tesis etme idealini gerçekleştirmenin önündeki en önemli engelin bu kutsal mabet olduğu kanaatindedir. Bu engeli aştıklarında sıranın oradaki Hristiyan mabetlerine geleceği aşikardır.
DÜNYANIN DUYARLILIĞINI TEST EDİYOR
Bir yılı aşkın bir süredir yaşadığımız ve tüm dünyayı saran virüs salgınını fırsata çevirmeye çalışan İsrail, bu son saldırılarla Mescid-i Aksa’da ibadet eden Filistinlilere müdahale ederek onları kutsal mabetten uzak tutmaya çalışmakta ve özelde Müslüman dünyanın genelde ise tüm dünyanın bu konudaki duyarlılığını test etmektedir. Dünya, eğer bu sefer de Siyonist İsrail’in Filistin topraklarını tamamıyla ele geçirmesine göz yumar ve sadece izleyici olmaya devam ederse, artık sıra Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine üçüncü bir mabedin inşasına ve bunun neticesinde de Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılarak Büyük İsrail idealinin gerçekleştirilmesine geleceği ve devamında da Kudüs’ün çok inançlı yapısının ortadan kaldırılacağı aşikardır.
Peki Kudüs’ün özellikle de Mescid-i Aksa’nın mevcut statüsünün korunması için gerekli olan ancak asla yeterli olmayan kınamaların ve telin mitinglerinin ötesinde hem Türkiye Cumhuriyeti hem de diğer Müslüman ülkeler ve toplumlar ne gibi adımlar atabilir? Bu adımlardan biri ve belki de en önemlisi, seleflerine ve özellikle de Müslüman düşmanlığı aşikar olan bir önceki Papa XVI. Benediktus’a oranla Müslüman dünya ile daha sıcak ve yapıcı ilişkiler kurmaya meyilli olan Papa Francis ile ilkeli bir iş birliğinin yollarını aramaktır.
PAPA İLE TELEFON DİPLOMASİSİ
Vizyonerliğiyle dikkati çeken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Papa Francis ile yaptığı son telefon görüşmesi (17 Mayıs) bu açıdan son derece önemlidir. Bilindiği üzere bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Papa ile ilk teması değildir. Aralık 2017’de Trump’ın, Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak ilan ederek ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den buraya taşıma kararı sonrasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan, başlattığı diplomasi atağı ile Kudüs’ün BM kararları ve uluslararası hukuk tarafından belirlenmiş statüsünün korunması amacıyla ilk olarak Papa Francis ile telefon görüşmesi yapmıştır. Sonrasında da (5 Şubat 2018’de) Vatikan’a bir günlük çalışma ziyaretinde bulunmuş ve Papa Francis ile başta Kudüs şehrinin statüsü olmak üzere, özelde Ortadoğu genelde ise dünya barışı konularında yüz yüze bir görüşme gerçekleştirmiştir. Bu iki görüşme neticesinde, Kudüs’ün BM kararları ve uluslararası hukuk tarafından belirlenmiş statüsünün korunması konusunda 1,5 milyarlık Katolik aleminin manevi lideri olan Papa Francis ile mutabık kalınmış ve bunun neticesinde de ABD yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi kararı, BM Güvenlik Konseyi’nde 9 ret ve 35 çekimser oya karşılık 128 gibi bir oyla reddedilmişti.
Kendini dünyanın patronu olarak gören ABD’nin bu kararının, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Hristiyan ülkelerin desteğiyle ezici bir çoğunlukla reddedilmesi, siyasi ve askeri açıdan gücü elinde bulunduranın her zaman haklı olduğu saçmalığının diplomatik sonu anlamına geliyordu. Zulme ve kaosa karşı çıkma adına, son derece önemli olan bu kararın alınmasında aslan payı, elbette önce İslam Konferansı Teşkilatı’nı toplayarak ABD kararına karşı Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak ilan ettiren ve daha sonra da BM Güvenlik Konseyi’ni harekete geçiren Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a aittir. Ancak BM’deki oylamanın neticesini etkileyen önemli isimlerden bir diğeri de Papa Francis’dir. Çünkü Papa Francis, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etme kararına karşı çıkarak, Kudüs’ün mevcut statüsünün korunması gerektiğini belirtmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde de BM Kararları ve uluslararası hukuk tarafından belirlenen statüsünün korunmasından yana olduğunu vurgulu bir şekilde ifade etmiştir. Tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve pek çok dünya lideri gibi, Papa Francis’in Kudüs konusunda ABD kararına karşı çıkması ve BM Güvenlik Konseyi’nde söz konusu kararının reddedilmesine katkı sunması bir gereklilik olmuştur. Başta Kudüs sorunu olmak üzere, Ortadoğu’nun huzur ve istikrarı ile barış içinde yaşanabilir bir dünya düzeninin sağlanması için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Papa Francis’in samimi bir şekilde beraberce gayret sarfetmeleri ve irtibatta olmaları önemlidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs kararından sonra oyun kurucu olarak inisiyatif alıp oyuna Papa Francis’i, dolayısıyla Hristiyanları da dahil etmesi çok önemlidir. Çünkü İsrail devletinin kurulmasından sonra iyice gün yüzüne çıkan İsrail-Filistin sorunu, bir Yahudi-Müslüman sorunu değil, bilakis Yahudi-Yahudi olmayan sorunudur. Çünkü Yahudiler siyonizm ideolojisi doğrultusunda, bu toprakların Tanrı tarafından kendilerine yurt olarak tahsis edildiği iddiasından hareketle, Filistin yurdunda sadece kendilerinin yaşama hakkı bulunduğunu iddia ederek ne Müslümanların ne de Hristiyanların burada yaşama hakkına sahip bulunduğunu kabul etmektedir. Halbuki Kudüs, Müslümanların yanısıra Yahudiler ve Hz. İsa ile olan ilintisi nedeniyle Hristiyanlar tarafından da kutsal kabul edilen bir şehirdir. Günümüzde, İsrail zulmüne maruz kalmış hatırı sayılır sayıda Hristiyanın da bu şehirde yaşadığı bilinmektedir. Dolayısıyla İsrail siyonizmi karşısında Filistin’de yaşayan Müslüman ve Hristiyanlar ortak bir kadere sahiptir. Bu nedenle sadece burada yaşayan Müslüman ve Hristiyanların İsrail siyonizmine ve onun en büyük destekçisi olan ABD politikalarına karşı ortak mücadele etmesi yetmez. Buna ilave olarak Filistin ve Kudüs sorununa duyarlı tüm kesimlerin, özellikle Filistin dışında yaşayan Hristiyan ve Müslümanların da iş birliği yapması bir zarurettir. Ancak ne yazık ki, bu sorun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Papa’yı sürece dahil etmesine kadar bir Yahudi-Müslüman sorunu olarak görülmüştür. Oysa Kudüs’ün hatta Filistin Bölgesi’nin, Hz. İsa ile ilintisi nedeniyle Hristiyanlar için son derece önemli olmasına karşın Hristiyanların desteği gereği mucibince alınamamıştır. 49 yıl sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat Papa Francis ile görüşmesi ve bu görüşmede vurgulu bir şekilde Kudüs’ün sadece Yahudiler için değil, aynı zamanda Hristiyan ve Müslümanlar yönüyle de kutsal olduğunun altının kalın bir şekilde çizilerek Kudüs’ün uluslararası hukuk tarafından belirlenen statüsünün korunması bu yüzden çok önemlidir. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Papa Francis arasında Kudüs’ün statüsü konusunda varılan mutabakat göstermiştir ki, Kudüs belirli bir etnik veya dini topluluğun değil Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların kısacası tüm insanlığın kırmızı çizgisidir. Dahası Kudüs’ün geleceği açısından Papa Francis’in dolayısıyla da Papalığın bu tavrı hem son derece önemli hem de tıpkı Türkiye’nin tavrı gibi belirleyicidir. Çünkü Papalık, Hristiyan aleminde geçmişte olduğu gibi, günümüzde de etkinliğini devam ettirmektedir. Dahası, Papalığın onay vermediği bir şeyin vuku bulması pek mümkün görünmemektedir. Hatırlanacağı üzere, ABD’de yaşanan 11 Eylül olayı sonrası Kazakistan’a bir ziyaret gerçekleştiren Papa II. John Paul, ABD’ye çağrıda bulunarak, Papa’nın ziyareti boyunca Afganistan’a yönelik herhangi bir saldırı yapılmamasını talep etmiş ve bu talep de kabul görmüştü. Yine Papa II. John Paul’ün cenazesine pek çok dünya liderinin hatta ateist olduğunu ifade eden liderlerin dahi katılması ve Papa Francis’in AB’nin temeli olarak kabul edilen Roma Anlaşması’nın 60. yıldönümü törenleri dolayısıyla AB liderleri ile 27 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını Vatikan’da bir masa etrafında toplaması gibi olaylar Papalığın Hristiyan dünyadaki etkinliğinin göstergeleri olarak değerlendirilmelidir.
EVANJELİSTLERE KARŞI İŞBİRLİĞİ
Terör devleti İsrail’in, Filistin topraklarını ve peygamberler diyarı Kudüs’ü tamamıyla İsrail yurdu yaparak “Büyük İsrail” devletini hayata geçirme ideası adına, son günlerde amacı sadece kadim mabetlerinde ibadet yapma ve vatanlarında özgürce yaşamak olan Filistinli Müslümanlara karşı sürdürülen vahşeti kalıcı olarak durdurma çabaları çerçevesinde Papa Francis ile yapıcı ilişkileri daha da güçlendirmek büyük önem taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkin bir Vatikan uzmanı olan Lütfullah Göktaş’ı Vatikan Büyükelçisi olarak atamış olmasını, Türkiye’nin Papalık ile ikili ilişkileri güçlendirme azminin somut göstergesi olduğunu düşünüyoruz. Bu son telefon görüşmesinin ardından önümüzdeki süreçte tıpkı -yukarıda işaret ettiğimiz- 2017’deki gibi iki liderin bir araya gelmesi, Müslüman-Katolik dayanışması, siyonist İsrail’e ve onun en büyük destekçisi, hatta teşvikçisi olan evanjelist ve siyonist Hristiyanların hamleleri karşısında önemli bir set işlevi görebilir. Bu suretle öncelikle İsrail terörü durdurulabilir, sonrasında da Birleşmiş Milletler eliyle ihtiva ettiği eser ve hatıralarla Kudüs’ün Hz. İbrahim’in mirasının ve tevhit inancının tezahürleri olarak görülüp muhafaza edilmesi mümkün olabilir.