Lloyd George, Türklerden nefret ediyor ve Avrupa'dan sökülüp atılması gereken bir hastalık olduğuna inanıyordu.
Oğuzlar, Anadolu'ya geldikleri günden itibaren bu bölgenin tek hakimiydiler. Bin yıl sonra ilk defa devletsiz kalma ihtimalleri gözükmüş burada da bir Kurtuluş Savaşı başlatmışlardı.
Türklerin İstanbul’u işgalden kurtarması ihtimali George’u endişelendiriyordu ve asker toplanması emrini vermişti.
Bu olay sonunda Kanada ve Avustralya hepten bağımsız hareket etmeye başlarken Liberal Parti, George’un Türk nefretinden dolayı iktidarını kaybediyor, muhafazakarlar ortaklığı bozuyor, İngiltere’de siyasi yapı baştan aşağı değişiyordu. Domino etkisi kendini gösteriyor Birleşik Krallık dağılıyordu.
Başka bir Çanakkale olayı da İngiliz Donanması’nın başındaki Churchill’in kellesine mal olmuştu.
1914 yılında Rusya üzerindeki baskıyı azaltmak için yenilmez armadayı Çanakkale Boğazı’na götürmeyi planlamış bu kadar büyük bir saldırı ile Türklerin elinden İstanbul’u dahi alabileceğini hesap etmişti.
Çok da haksız sayılmazdı zira İngiliz Donanması o dönemki dünyanın en büyük savaş gücüydü.
Churchill, sömürgelerden topladığı yüz binleri Türklerle savaşa gönderdiğinde sonucu büyük bir hüsran ve geri çekilme olmuştu.
O gün Winston Churchill bunu öğreniyordu. Bu bilgi ise çok parlak olması beklenen siyasi kariyerinin noktalanmasıyla sonuçlanıyordu.
Tekrar büyük bir göreve gelmesinin yolu ise başka bir Dünya Savaşı’ndan geçiyordu.
Tarihini bilmelerine rağmen galibiyet hırsıyla yapılan bu hamle kadim bir millet olan Prusya’nın evlatları Almanları kızdırmıştı.
Türkiye’de birçok kişi II. Dünya Savaşı’nı Hitler’e bağlar, oysaki bu hafızası olan bir milletin intikam alma hırsıdır.
Hitler, güçsüz liderleri bir bir mağlup ediyor İngiltere’ye doğru yol alıyordu.
İngilizler son kozunu oynamaya karar vermiş, yaşlı kurt Churchill’i ülkenin başına atamışlardı.
Churchill 1914’te tüm siyasi geleceğine mal olan Çanakkale kararını hatırlıyor, II. Dünya Savaşı’nın kaderi değişiyor, dünya baştan belli güçler arasında dönüşüyordu...
Birleşik Krallık’ta bugün dahi hüküm süren Kraliyet ailesi uzun süre İngilizce konuşamadı çünkü ana dilleri Almancaydı. Almanya’da hüküm süren Windsorlar İngiltere tahtına geçtiğinde bu İngiliz tarihi açısında yabancı bir gücün ülkenin ilk kez başına geçiş örneği değildi.
Yerleşik kültür ile aidiyeti olmayan yöneticiler ülkelerini uçuruma sürükler. Almanlar, I. Dünya Savaşı’nın intikamını almaya karar verdiği gün İngiltere Kralı olan VIII. Edward, Nazileri sempati besliyor Avrupa’yı bir bir kontrol altına aldıkları günlerde bu ülkeyi alkışlıyordu.
Almanlar, I. Dünya Savaşı’ndan çıktığında bütün ekonomik güçleri Fransızlar ve İngilizler arasında savaş tazminatı adı altında peşkeş çekilmişti. Almanlar bu milletlerin kölesi haline dönüşmüş ne kadar çok çalışsalar da hiper enflasyon ile mücadele edemiyorlardı.
Hafızası olan bir toplumun başında Hitler yerine Mevlana da olsaydı dahi Almanların bu şartlar altında hayatını devam ettirmesi mümkün değildi nitekim dünya yeni bir savaşa doğru yol alıyordu.
Aciz Chamberlain hükümeti düşüyor, yaşlı kurt 1915’teki hatasından sonra tekrar sahneye çağrılıyordu: Winston Churchill. 1940 yılında seçildiğinde ise durumun vahametini İngilizlere şu sözlerle duyuruyordu:
"Kan, meşakkat, ter ve göz yaşından başka vaat edecek bir şeyim yok."
Yaşı 18’in altında milyonlarca İranlı çocuk sınır bölgesine gönderiliyor, Saddam’a karşı teknolojik yetersizliği olan İran ordusunun geri çekilişini önlüyordu.
Stratejik açıdan çıkarma harekatına hiç uygun olmayan Normandiya’da gelen zaferin arkasında da benzer bir hikaye vardı. Çıkarma İngiliz güçlerinin 226 bin askerinin ölümüyle sonuçlanmıştı benzer bir hikaye ise Stalingrad önlerinde yaşanıyordu. Savaş süresince 26 milyon Sovyet ölürken Churchill acı, ter ve göz yaşı vaadini tutuyor Alman ilerlemesini durduruyordu.
Dünya tarihinde olduğu gibi çıkan boşluk Atlantik'in karşı kıyısında büyüyen başka bir gücü dünya sahnesinin merkezine oturtuyordu.