Her yıl dünyanın farklı yerlerinde hissedebileceğimiz büyüklükte, 50.000’den fazla deprem olur. Bu, 50.000 depremin yaklaşık 100 tanesi de yerleşim merkezlerine yakın alanlarda ve hasar verebilecek şekilde meydana gelir. Ülkemizde son yıllarda neredeyse her sene büyük depremler ve kayıplar yaşanıyor. Peki, deprem nasıl olur?
Deprem kuşağında yer alan Türkiye’de birden fazla aktif fay hattı bulunuyor. Bu nedenle hemen hemen her gün bir başka ilimizde küçük şiddetli de olsa deprem meydana geliyor.
Dünyanın iç yapısı konusunda, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre, yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km.kalınlığında oluşmuş bir taşküre (Litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşkürede yer alır.Litosfer ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2.900 km olan kuşağa Manto adı verilir. Manto'nun altındaki çekirdegin Nikel-Demir karışımından oluştuğu kabul edilmektedir. Yerin, yüzeyden derine gidildikçe ısının arttığı bilinmektedir. Enine deprem dalgalarının yerin çekirdeğinde yayılamadığı olgusundan giderek çekirdeğin sıvı bir ortam olması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Manto genelde katı olmakla beraber yüzeyden derine inildikçe içinde yerel sıvı ortamları bulundurmaktadır.
Taşküre'nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır. Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok "Levha"lara bölünmektedir. Üst Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taş yuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler.
Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında devam edip gitmektedir.
İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır.
Depremlerin en önemli nedeni bu levhaların kırılması veya birbirlerine sürtünmesi sonucu ortaya çıkan enerji boşalımıdır. Dünya üzerindeki en büyük depremler levhaların birbirlerini zorladıkları sınırlarda meydana gelir. Çünkü, birbirlerine karşı hareket eden levhaların arasında, hareketi engellemeye çalışan bir sürtünme kuvveti oluşur. Bu kuvvet ortadan kalktığı anda levhaların hareketi başlar.
Bu hareket, çok ani olarak gerçekleşir ve ortaya çıkan devasa enerji deprem dalgalarının oluşmasına sebebiyet verir. Bu enerji aynı zamanda, yeryüzünde gözle görülemeyen ama kilometrelerce uzanan arazi kırıklarına yani diğer adıyla fay oluşumuna neden olur.
Depremler enerjiyi sismik dalgalar şeklinde yayar. Sismograf birincil deprem ölçüm cihazı olarak, sismik dalgaların neden olduğu yer hareketinin dijital bir grafik kaydını üretir. Bu dijital kayda da sismogram adı verilir.
Dünya çapında çok geniş bir sismograf ağı düzenli olarak depremleri büyüklükleri, enerji salınımları ve yoğunluklarıyla ölçer. 1935’ten 1970’e kadar deprem büyüklük ölçeği, deprem boyutlarını karşılaştırmak için sismolog Charles Richter tarafından icat edilen ve matematiksel bir formüle dayanan “Richter ölçeğiydi”. Günümüzde depremlerin büyüklüğü Moment Magnitude Scale yani Moment Büyüklük Ölçeği ile ölçülür.