Aachen Aksa Tufanı İsrail’in bütün dengelerini sarstığı gibi onu koruyan, kollayan, her türlü suçunu aklayan, arkasını kollayan Avrupa’nın sözümona değerlerini ve siyasal düzenini de sarsıyor. Avrupa zaten uzun zamandır aşırı sağın yükselmesine yol açan ekonomik sosyo-politik krizlerle boğuşuyor. Hollanda’da daha yeni aşırı sağcı Wilders’in partisinin seçimlerde ipi göğüslemesi sözkonusu Avrupa değerlerinin kendi içinde de değerinin iyice tükenmeye yüz tuttuğunun basit bir göstergesi sadece. Almanya’da
Aksa Tufanı İsrail’in bütün dengelerini sarstığı gibi onu koruyan, kollayan, her türlü suçunu aklayan, arkasını kollayan Avrupa’nın sözümona değerlerini ve siyasal düzenini de sarsıyor. Avrupa zaten uzun zamandır aşırı sağın yükselmesine yol açan ekonomik sosyo-politik krizlerle boğuşuyor. Hollanda’da daha yeni aşırı sağcı
partisinin seçimlerde ipi göğüslemesi sözkonusu Avrupa değerlerinin kendi içinde de değerinin iyice tükenmeye yüz tuttuğunun basit bir göstergesi sadece.
Almanya’da da aşırı sağcı parti AfD’nin ikinci parti seviyesine kadar yükselişi, epey zamandır yakalanmış olduğu ekonomik kriz bu haliyle devam ettiğinde birinci parti olmasını da giderek yaklaşan bir tehdide dönüştürüyor.
Almanya’nın bu “demokratik” tehdit karşısında uyguladığı tedbirlerin kendi koyduğu ve yeri geldiğinde sürekli Türkiye’ye hatırlattığı kriterlere göre hiç de demokratik olmadığını söylemeye gerek yok.
Faşist, ırkçı, aşırı sağcı da olsa AfD’ye yaptığı muamele kesinlikle Türkiye’de mesela HDP’ye karşı iktidar partisinin ortaya koyduğu tepkilerle karşılaştırılmaz bile. Sözkonusu partinin bir şiddet eylemi veya terör örgütü yok, buna rağmen parlamento içinde maruz bırakıldığı izolasyonla komisyonlarda ve başkan vekillikleri gibi haklarından mahrum bırakılması nihayetinde bir demokrasi tecrübesi içinde sınırların nereye kadar genişletilebildiği veya daraltılabildiğine dair ilginç bir örnek.
Bugün Almanya uzun zamandır yaşamadığı bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bütçe dengeleri tutturulamıyor
. Bir vesileyle bugünlerde yolumuzun düştüğü Almanya’da birçok alanda yaşanan grevlerin günlük hayatın aksamasına yol açtığını hemen görebiliyoruz. Dillere destan sağlık sektöründe görevlilerin öngörülen maaş zammını yeterli görmedikleri için başlattıkları grevler dolayısıyla hastanelerde sağlık hizmetlerinde ciddi aksamalar yaşanıyor.
belki Almanya’nın yıllardır hiç görmediği seviyelere çıkmış olduğu halde orantılı bir maaş artışının yapılmıyor olması, bu konuda ilk defa bir bütçe açığının yaşanması, aynı günlerde Almanya’nın İsrail’e ilan ettiği koşulsuz maddi ve manevi desteğin daha fazla sorgulanmasına da yol açıyor.
Almanya’da devlet aslında İsrail aleyhine olacak her türlü gelişmeye, tavra, kamuoyu gelişimine karşı olabildiğince duyarlı.
Binlerce çocuğun göz göre göre bombalanarak katledildiği
Gazze’ye destek mitingleri İsrail aleyhtarlığı sergileniyor diye türlü bahanelerle engellenmeye çalışılıyor.
Neticede izin verilen gösterilerde bile İsrail’i soykırımcılıkla suçlayan, İsrail’e nefret aşılayan sloganların veya pankartların taşınmamasını şart koşuyor.
Bu konuda sergilenen hassasiyet giderek paranoyakça bir
İsrail’den fazla İsrailciliğe
dönüşmüş durumda. Gerçekten de İsrail’de devleti eleştiren, Netanhayu hükümetini bütün bu süreçten sorumlu tutanlar, gösterilerini ve protestolarını Almanya’daki vatandaşlardan daha rahat yapabiliyorlar.
Protesto ve gösteri özgürlüğünü demokrasinin en doğal eylemleri olarak gören Almanya’da ise
Gazze’ye destek gösterilerinin tamamen yasaklanması
bile gündeme gelebiliyor ve pratikte bu tür eylemlerin engellenmesi rahatlıkla düşünülebiliyor.
Üstelik Gazze’de açık açık tam bir soykırım uygulanırken.
Henüz doğmamış çocuklar, annelerinin karnında veya prematüre doğmuş veya beşiklerindeki çocuklar İsrail bombardımanları altında parçalanarak ölürken. Bu görüntülerin hepsi dünyanın her yanına ulaşıyor ve vicdanları ayaklandırıyor ama Alman hükümet görevlilerine ulaşmıyor.
Almanya’da devlet baştan itibaren kendisine ve vatandaşlarına neyin ulaşıp neyin ulaşmayacağına bir karar vermiş durumda.
Alman devlet televizyonu ARD’nin 11 Ekim’de bütün Alman gazetecilerine olayın başında yolladığı,
haberlerin nasıl ele alınacağına dair ayrıntılı bir “dil düzenlemesi” içeren bir talimat
aslında Almanya’da gazetecilik ve basın özgürlüğünün seviyesi açısından
Böyle bir talimat bir Ortadoğu ülkesinin belki gayet olağan işlerinden görülebilir,
ama gazetecilik, basın, fikir ve ifade özgürlüğünde mangalda kül bırakmayan Almanya için skandalın da ötesinde tam bir rezalet.
Talimatta bütün ayrıntılarıyla Hamas, Gazze, İsrail, savaş, saldırı, sivil, askeri hedefler, terör gibi sözcüklerin nasıl kullanılması gerektiği anlatılıyor. Bu olayın kesinlikle Hamas’ın sivil hedeflere yönelik terör saldırılarıyla başlamış olduğu ve İsrail’in buna karşı “kendini savunma hakkı” çerçevesinde karşı koymak durumunda olduğu anlatısından uzaklaşılmaması gereği hatırlatılıyor.
ARD’nin bu yöndeki “dil düzenlemeleri” İsrail’i tek kurban olarak göstermeyi ve diğer kurbanı, yani Gazze’yi ve oradaki sivil nüfusu başlıklarda gizlemeyi öğretiyor.
Konu ifşa olmuş durumda ve aslında Almanya’nın şu ekonomik krizde, kötü yönetimde, üstelik en çok övünülen demokratik ifade özgürlüğü konusunda İsrail’e verilen bu koşulsuz medya desteğine eşlik eden maddi destek vatandaşı daha önce hiç olmadığı kadar İsrail’e karşı uyarıyor. Belki o yüzden
Almanya’daki Gazze gösterilerinde Müslümanlar kadar Almanlar da yer alıyor.
Bu eylemlere katılan Almanlar İsrail üzerinden kendi yöneticilerini protesto etmiş oluyorlar.
Muhalif söylemler Almanya’da neredeyse artık bir Anayasanın değil, İsrail’in sıkıyönetim hukuku yorumunun geçerli olduğunu iddia ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde
Schleswig-Holstein Eyaleti Uyum Bakanı Marjam Samadzade,
Filistinli sivillerle dayanışmayı ifade eden bir makaleyi beğendiği için istifa etmek zorunda kaldı. Samadzade’nin paylaştığı makalede İsrail’in uluslararası hukuku çiğnediğinden ve İsrail’in soykırımla suçlandığından bahsediliyor. İsrail’in bugün fiilen yaptığının bir soykırım olduğunu görmeyenler körlükle suçlanabilir belki ama sırf bunu gördü diye, hatta görene hak verdi diye bir bakanın istifaya zorlanması
Almanya’nın borçluluğuyla değil olsa olsa rehin alınmışlığıyla izah edilebilir.
Türkiye’de asla gazetecilik faaliyetlerinden dolayı değil terörle bağlantılarından dolayı tutuklanan veya gözaltına alınan örgüt elemanları üzerinden “gazeteci tutuklanıyor” velveleleri yapan Alman siyasetçileri Gazze’de doğrudan görevlerinin başında
İsrail tarafından bir ay içinde bombalanarak katledilen en az 60 gazeteci
için neden suskunlar diye sormanın nasıl bir saflık olduğunu fark etmenin ağırlığı… Veya gezi olayları esnasında veya PKK yanlısı bütün eylemlerde ve olaylarda Türkiye’ye ifade özgürlüğü ve demokratik gösteri-protesto özgürlüğünün sınırlarını öğretmeye işgüzarca koşup gelen
Claudia Roth’lar, Cem Özdemir’le
r ve diğerleri nerede diye sorulmaz mı şimdi?
Alman halkı demokrasiyi yeterince hak etmiyor mu yoksa? Yoksa başkalarına öğrete öğrete tükenen bir şey midir şu Avrupa değerleri?
Aksa Tufanının dalgaları Avrupa’ya daha gerçek bir demokrasiyi getirir mi bilemeyiz ama insanların gözlerini gerçeklere açacağı muhakkak.
#Politika
#Gazze
#Almanya
#Yasin Aktay