PKK’nın statü talebi kabul edilemez. O halde ne yapmalı?

04:005/11/2024, Salı
G: 5/11/2024, Salı
Mehmet Metiner

PKK’nın statü talebi kabul edilemez. O halde ne yapmalı? Her şeyi açık açık konuşalım. Neyin olup olmayacağını bilelim. PKK dünkü PKK değil. PKK kendi başına karar verecek bir PKK da değil. PKK’ya silah bıraktırmazlar. PKK da karşılığında hiçbir şey almadan silah bırakmaz. İsterse Öcalan çağrıda bulunsun, bu gerçek değişmez. DEM, PKK’yı karşısına alıp yol yürümez. Kandil’e yüzünü çevirip koşulsuz-şartsız silah bırakma çağrısında bulunmaz. Bulunamaz. Çünkü DEM’in Kandil’den bağımsız bir iradesi yok.

PKK’nın statü talebi kabul edilemez.

O halde ne yapmalı?

Her şeyi açık açık konuşalım.

Neyin olup olmayacağını bilelim.

PKK dünkü PKK değil.

PKK kendi başına karar verecek bir PKK da değil.

PKK’ya silah bıraktırmazlar.

PKK da karşılığında hiçbir şey almadan silah bırakmaz.

İsterse Öcalan çağrıda bulunsun, bu gerçek değişmez.

DEM, PKK’yı karşısına alıp yol yürümez.

Kandil’e yüzünü çevirip koşulsuz-şartsız silah bırakma çağrısında bulunmaz.

Bulunamaz.

Çünkü DEM’in Kandil’den bağımsız bir iradesi yok.

PKK-DEM cephesinin istediği statü, toprak ve egemenlik statüsüdür.

İstedikleri toprak Türkiye’nin toprağı değil; Suriye’nin toprağı.

ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurdurtmak istediği PKK devletçiliğine Türkiye’nin rıza göstermesini istiyorlar.

Statüden ve egemenlikten kastettikleri bu.

Türkiye’den bunu elde edemeyeceklerini biliyorlar.

Silah yoluyla bunun mümkün olamayacağının bilincindeler.

Siyaset yoluyla da statü ve egemenlik talebinin gerçekleşmeyeceğinden eminler.

O yüzden silah bırakıp sadece siyaset yapma yolunu tercih etmezler.

Suriye’nin kuzeyindeki devletçiğe Türkiye’nin rıza göstermesi halinde ancak silah bırakmaya yanaşırlar.

Gayrısı mümkün değil.

Ne Öcalan yapacağı çağrıyla ne de DEM kendi başına PKK’ya silah bıraktırabilir.

PKK için siyaset statü ve egemenlik elde edebilmenin bir aracı.

Bunu elde edemeyen bir siyaseti elinin tersiyle iterler.

DEM bunun farkında.

O yüzden kendisine biçtiği rol, bu statünün elde edilmesinde aracılık rolü oynama.

ÖCALAN’IN AÇMAZI

Öcalan herkesten çok bu gerçekliğin farkında.

O yüzden koşulsuz silah bırakma ve örgütünü lağvetme çağrısında bulunsa bile bunun mümkün olamayacağını biliyor.

Suriye’deki oluşum tamamen Öcalan’ın eseri.

Oradaki PKK devletçiliği onun projesi.

Şimdi kalkıp oradakilere ABD-İsrail desteğiyle elde ettikleri devletçiği lağvetme çağrısında bulunursa bunun kendisini düşüreceği pozisyonun farkında.

Örgütü kendisini dinlemediğinde artık devlet nezdinde de tamamen gözden düşeceğinin bilincinde olan Öcalan’dan Sn. Bahçeli’nin öngördüğü bir çağrının gelmesi o yüzden pek mümkün değil.

Öcalan’ın dilemması/açmazı bu: Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyindeki devletçiğe razı edememek. Devletin kendisinden istediği koşulsuz-şartsız silah bırakma çağrısına da örgütünü razı edememek.

PKK’NIN ASIL AMACI, STATÜ SAHİBİ OLMAK

Mesele birilerinin sandığı gibi Kürtlerle ilgili siyasi ve kültürel talepler değil. Türkiye’nin içiyle ilgili talepler de değil. O yüzden gereksiz yere ilk dört madde, resmi dil, eğitim ve vatandaşlık tarifi üzerinden tartışma açanlar havanda hem su dövüyorlar hem de asıl gerçekliğin üstünü bilerek veya bilmeyerek örtüyorlar.

İşin gerçeği şu: Şayet Türkiye’de Kürtçeyi ikinci resmi dil olarak kabul etseniz, ana dilde eğitime geçseniz, vatandaşlık tanımını değiştirseniz bile PKK silah bırakmaz. Çünkü PKK Kürtler için değil, kendisi için bir statü ve egemenlik istiyor. Bunu da Suriye topraklarında istiyor. Bu statü talebini Türkiye kabul ettikten sonra içeride sözü edilen adımların hiçbiri atılmazsa bu durum PKK’nın umurunda bile olmaz.

Daha ilerisini söyleyeyim: Siz PKK’ya bağımsız bir Kürdistan vadetseniz, PKK kendisinin egemen olmayacağı bir Kürdistan’ı kabul etmez. PKK’nın amacı, üzerinde kendisinin ideolojisiyle birlikte iktidar sahibi olabileceği bir toprak parçasına sahip olmak. Hem o toprağın hem de orada yaşayan Kürtlerin egemeni olmak.

Statüden kastettikleri bu.

Kürtler veya Kürtlük için istediklerini söylemeleri tam bir kandırmaca.

Suriye’nin kuzeyinde Barzani yönetiminde bir Kürdistan devleti bile kurulsa bilesiniz ki evvela kendileri buna karşı çıkarlar. Bu Kürt devletine kurşun sıkarlar.

Bunu niçin mi anlatıyorum?

Bu gerçeklik bilinerek konuşulsun diye.

PKK’nın değirmenine su taşıyacak Kürtlerle ilgili talepler üzerinden yanlış ve zararlı tartışmalar yapılmasın diye.

PKK’NIN SİYASİ OYUNUNA GELMEK

Sanki PKK-DEM ana dilde eğitim sorunu çözülürse veya vatandaşlık tarifi değiştirilirse PKK silah bırakır ve DEM de sadece siyaset yolunu tercih edermiş gibi sunuluyor! Yok öyle bir şey!

Politik Türk mahallesindekiler veya Sn. Bahçeli’den bile kendilerini Türkçü-milliyetçi zanneden malum ulusalcı-ırkçı-faşizan güruhun PKK-DEM cephesinin bilerek gündeme taşıyıp kaşıdığı bu konularda nasıl oyuna geldiklerini hatırlatmak için aktarıyorum PKK-DEM’in asıl oyun planını.

PKK-DEM çok iyi biliyor ki bu konuları gündeme taşıdıklarında malum güruh ırkçı-faşizan bir dille “Türklük-Kürtlük” ekseninde düşmanca bir hat çizecekler. PKK-DEM de dönüp Kürtlere “İşte görüyorsunuz Kürtlerin taleplerinin konuşulmasına dahi izin vermiyorlar, konuşanları da bölücü-terörist diye sindiriyorlar” iddialarıyla saflarını sıkılaştırma yoluna gidecekler.

Bu her iki kardeş halkı düşmanlaştırma oyununu bozmak isteyenlerin karşısına iki kesim birden çıkar: Sn. Bahçeli’den daha Türkçü olduğunu söyleyen malum kesim Türk’e ve Türkiye’ye ihanet söylemiyle vaveyla kopartırlar, PKK-DEM cephesi de sanki Kürtlerin temsilcisiymiş gibi Kürt düşmanı suçlamasını boca ederler.

Bu bir tuzak.

Bu oyunu bozan bir akla ihtiyaç var asıl.

Sn. Bahçeli’nin kanımca görüp de bozmaya çalıştığı oyun bu.

Cumhurbaşkanımızın yaptığı konuşmayla bozmaya çalıştığı oyun bu.

Bu oyun planının çok iyi anlatılması lazım.

Her iki kesime de.

Herkese de.

Çünkü PKK’nın sahipleri tehlikeli oynuyorlar.

Türkiye’nin içine oynuyorlar.

PKK’nın sadece ve yalnızca kendisi için statü isteyen ve Kürtlerle ilgili talepleri de kendi siyaseti için mobilizasyon aracı olarak kullandığını görmek ve göstermek lazım.

Bunun sadece Kürtlere değil Türklere de iyi anlatılması lazım.

Kürt ve Kürtlerle ilgili bahis açıldığında veya bir takım talepler konuşulduğunda anında tepki gösterip herkesi “bölücü-Kürtçü” diye susturup baskılamaya çalışan bir zihniyetin PKK’ya ne çok şey kazandırdığını Türklere iyi anlatamazsak, zaten kırılgan ve duygusal bir iklimde yaşayan Kürtler kendilerini dışlanmış hissedip yanlış yönelimlere sapabilirler.

Bizim Türk ve Kürt kardeşlerimizle bir araya gelip kurduğumuz Demokrasi ve Birlik Derneği üzerinden yapmaya çalıştığımız şey işte tam da budur: Her iki kesime bu gerçekleri anlatarak kadim Türk-Kürt kardeşliğini sarsılmaz bir temele oturtmak ve PKK’nın sadece Kürtlere değil Türklere de tuzak kuran bu taşeron zihnini deşifre etmek.

PEKİ NE YAPMALI?

Can alıcı soru şu: PKK statü elde etmeden silah bırakmayacaksa o vakit ne yapmalı?

İşte devlet aklı burada devreye girmeli.

Sadece Öcalan üzerinden PKK’ya yönelik silah bıraktırma çabasına mı odaklanacak yoksa sadece Türkiye Kürtlerini değil bölge Kürtlerini de topyekûn kazanmaya dönük pratiği olan yeni bir siyasal aklı mı esas alacak?

Bence en doğrusu bu aşamada ikincisi.

Bu Öcalan’ı tamamen devre dışı bırakmak gerektiği anlamına gelmiyor elbette.

Hatta Öcalan’la birlikte Edirne’yi de denklemin içine dâhil etmekte yarar var. Kürt mahallesinde kendisiyle konuşulabilir başkaca etkili aktörleri de.

Öcalan bu süreçte örgütünü karşısına alma pahasına bir rol üslenmek isterse şayet, kuşkusuz bu durum, Kürtleri kazanma projesi çerçevesinde anlamlı ve belirleyici bir sonuç doğurur.

Demirtaş vb aktörler Öcalan’ın Türkiyelileşme projesine sadece siyaseti adres göstererek destek sunarlarsa süreç iç cepheyi tahkim açısından bambaşka bir noktaya evrilir.

HANGİ SEÇENEK

Bu bahiste ortaya çıkan denklem şudur: Ya Suriye’nin kuzeyindeki devletçiğe evet diyerek silahları Türkiye için bir tehdit unsuru olmaktan çıkartmak. Ya da “Teröristana izin vermeyiz” deyip evvela Türkiye’nin içini düzenlemeye kalkışmak. Yani Kürtleri kazanmaya dönük siyasal aklı sistematik biçimde pratikleştirmek.

Birinci seçenekte, Öcalan’ın çağrısı anında karşılık bulur. Ama bunun son tahlilde yol açacağı siyasi yıkım büyük olur. Belki bir süre Türkiye terörsüz bir döneme girer ama Suriye’nin kuzeyindeki PKK’nın kazanımı Türkiye Kürtleri için dönüştürücü işlev ve rol model olur.

İkinci seçenekte, Öcalan’ın yapacağı çağrı, sözünü ettiğim kazanımcı siyasaların kalıcılaşmasında ön açıcı olur. Siyaset güç kazanır. Yani sadece ve yalnızca sorunların siyaset yoluyla çözülebileceği, bunun için gerekli olan ikna ve demokratik diyalog kanallarının esas alınması inancı kök salar. Terör ve şiddet yöntemi gözden düşer.

Bunun için iki önemli somut adım inandırıcılık açısından önem arz eder: Birincisi, “umut hakkı” vb seçeneklerin devreye alınması. İkincisi, Kürt vatandaşlarımızın/kardeşlerimizin kendileri için sorun olarak gördükleri hususların çözülebileceğinin gösterilmesi.

Burada itiraz edecek olanlar için hemen belirteyim: Şayet Kürtlerin artık hiçbir sorunlarının olmadığına veya karşılanabilecek hiçbir taleplerinin olmadığına inanılıyorsa o vakit şunu söylemek gerekiyor: Öcalan’ın yapacağı çağrının Kandil’de hiçbir karşılığı olmayacağı gibi içeride de PKK’nın siyaseten konsolide edip harekete geçirebildiği milyonlarca Kürdü siyaseten tehdit unsuru olmaktan çıkartmak da mümkün olmayacaktır. En kötüsü, PKK’nın DEM üzerinden mobilize ettiği kitleler iç cephenin yarılmak istendiği dönemlerde tehdit unsuru olarak kalmaya devam edecektir.

PKK PROPAGANDASINA DİKKAT

PKK’nın propagandası şu: “Türkiye’yi yöneten Cumhur İttifakı gönülden istediği için değil sıkıştığı için mecburiyet tahtında çözüm adı altında Kürtleri kandırmak istiyor. Öcalan’ı kullanarak bizi silahlarımızdan arındırmak istiyor. Bunu sağladıktan sonra hiçbir adım atmayacaktır. Biz silahlarımızı bırakırsak Kürtler artık ne talepleri konusunda ne de siyaseten hiçbir şekilde muhatap alınmazlar. Biz bu oyuna gelmeyiz. Bu oyuna siz de gelmeyiniz.”

Türkiye Kürtlerine yönelik bu propaganda dilinin etkili olmadığını/olmayacağını söyleyenler sadece kendilerini kandırırlar. En fenası çözümsüzlüğü derinleştirirler.

AK PARTI’Yİ KÜRTSÜZLEŞTİRME PROJESİ… OYUN KURUCU AKTÖR OLMAK

Şayet Kürtleri topyekûn kazanmaya dönük adımlar atmaya artık gerek yok, atılması gereken adımlar atıldı, yapılması gereken her şey yapıldı, gayrısı ülkeyi bölünmeye götürür, buna da evet demeyiz noktasında ise devlet-hükümet, o vakit silah bıraktırmayı öngören ve bunun için “İmralı-DEM hattı”nı adres gösteren arayışlara hiç yeltenilmesin. İki nedenle: Birincisi, hiçbir karşılığı olmaz. İkincisi, bunun sonucu siyaseten daha yıkıcı olur. “AK Parti’yi Kürtsüzleştirme” senaryosu gerçekleşir. Kürtlerin siyasal temsili DEM’le beraber CHP’de merkezileşir. CHP’nin DEM’le geliştirdiği ittifakın bir amacı da bunu sağlamaya dönük zaten.

Benim önerim şudur: Topyekûn Kürtleri kazanmaya dönük siyasal bir aklın hem içeride hem de bölgede devreye alınmasıdır. Bunun için atılacak adımları bir bir burada saymamı kimse beklemesin. Bu, siyasal akla da uygun düşmez.

Ya oyuna geleceğiz ya da oyun bozmanın yanı sıra asıl oyun kurucu aktör olacağız.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın: İçeride atılacak hiçbir adım bölünmeye götürmez tam tersine birliği perçinler. Yeter ki içi iyi doldurulsun. İkna ve güven temelli olsun.

Bir olan devletimiz, bir olan vatanımız, bir olan milletimiz, bir olan bayrağımız atılacak kucaklayıcı demokratik, İslâmî ve insanî adımlarla çok daha birlenecek ve köklenecektir.

İki tehlikeli eğilimden kaçınmak lazım. Birisi, “Yeni hiçbir şeye gerek yok. Ya bu haliyle kabul edilir ya da gereğini yaparız” biçimindeki bir dile yaslanan radikal reddiyeci bir eğilimdir. Diğeri de Kürt mahallesinden yükselecek “Ya hep ya hiç!” radikalizmidir. Süreci bu her iki radikalizme de kurban etmemek gerek. Tedricilik esas alınmalıdır. Bir tarafı yapalım derken bir tarafı yıkacak söylem ve siyasalar, arzulanan sonuçları elde etmenin önünde bariyerlere dönüşür. Bunun psikolojisini ve siyasal iklimini oluşturacak dil ve pratik önemli evvela. O yüzden Sayın Bahçeli’nin vurgu yaptığı, terörden arınmış demokratik siyasal iklim hayati öneme sahiptir.

Burada söylediklerim üzerinden maraza çıkartmaya peşinen meraklı olanlar için hemen belirteyim: Resmi dil, vatandaşlık tanımı, ana dilde eğitim vb konularda yapılacak tartışmalardan korkmamak lazım. PKK-DEM bilerek bu konuları tartışmaya açacaktır ki bunu tartışmaya dahi açmanın bölücülük-ihanet olduğunu söyleyen akıl bir de sopa tehdidinde bulunsun ki bu ülkenin Kürtlerini kendi statü arayışında silahların yanına itiversin ve siyaseten de toplumsal alanını genişletsin. Bu tuzağa düşmeden de oyun kurucu aktör olmak mümkün diyorum.

Benim bu bahiste ne düşündüğümü bilen bilir.

DURDUĞUM YER, OYUN KURUCU YER

Pusuda bekleyen o birilerine Demokrasi ve Birlik Derneği’nin Genel Başkanı olarak cevabımdır:

Türkçemizin resmi dil olmasına hiçbir itirazım yok. Türkçenin yanına ikinci bir dile gerek yok. Ama bu diğer ana dillerimizin kamusal alandan sürülmesini gerektiren bir husus değil. Türkçemiz kadar bu ülkedeki tüm dillerimizi aziz bilen ve kendimizden bilen bir anlayışın pratikleştirilmesi pekâlâ mümkün.

Vatandaşlık tanımının değiştirilmesine gerek yok. Buradaki Türk tanımının Sn. Bahçeli’nin tanımladığı çerçevede olmasını vatandaşlık tanımının ötesinde aynı millete mensubiyetimiz açısından da gerekli görürüm. Benim için aslolan zarf değil mazruftur.

Türkçenin eğitim dili olması gerektiğine inananlardanım. Ana dillerde eğitim talebi yerine Türkçenin dışındaki dillerimizin

devletimizin okullarında öğretilmesinden yanayım. Ana dilin öğrenimi ve öğretimi Türkçe eğitime mani değildir. Bölünmeyi değil birleşmeyi sağlar. Devlete aidiyet ve sadakati pekiştirir.

Türkiye içinde etnik temelde otonomi-federasyon gibi önerilere karşıyım. Lakin bunların tartışılmasında hiçbir beis görmem. Suriye halkının kendisi için uygun göreceği otonomi vb idari modellere karşı çıkmayı doğru bulmam. PKK devletçiğine veya teröristana izin vermeyeceğimizi söylememiz, PKK dışındaki Suriye Kürtlerinin tıpkı Irak’takine benzer otonomi-federasyon kazanımlarını kendimiz için bir tehdit olarak gördüğümüz anlayışına yaslanırsa, işte bunun kendi içimizdeki Kürtlerle zihnen ve kalben kopuşumuzu sağlayacak tehlikeli mecralar doğuracağına inanırım.

Bu ülke hepimizin.

Bu Cumhuriyet hepimizin.

Hem hepimizin demek hem gayrı davranmak olmaz.

Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “PKK-DEM değil Kürt kardeşlerimiz bizim muhataplarımız” ise şayet, o vakit Kürt kardeşlerimizin ne istediğine kulak vereceğiz.

“Daha ne istiyorlar?” şeklinde dışlayıcı ve onur kırıcı söylemlerden vaz geçerek işe koyulacağız.

Başarmak bizim elimizde.

PKK başarmamızı istemez elbet.

Sadece PKK mı?

PKK’nın varlığından beslenen bilumum çevreler de.

O yüzden güçlü bir iradeye ve kararlılığa ihtiyaç var.

Bir kez daha hatırlatarak bitireyim:

Sadece güvenlikçi politikalar kaybettirir.

#pkk
#siyaset
#Mehmet Metiner