Bazı dostları üzme pahasına bunu böylece yazmam gerekiyor. Türkiye, belirli alanlarda sınıfsal ayrımların net şekilde görüldüğü tuhaf bir ülke. İş vatan yahut herhangi bir dava uğruna ölmeye geldiğinde ise bu sınıfsal ayrım çok daha net, çok daha sert şekilde çarpıyor yüzümüze. Anadolu irfanının “zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” dediği.
Önce işin bidayetinden başlayayım. Mesleğim gereği isimlerine “unvan” verilen 3 şehrimizin de kurtuluş hikayelerine vakıf oldum zaman içerisinde. Antep, Urfa ve Maraş’ın kurtuluş hikayelerinin ortaklaşan taraflarını böylece görebildim. Üç nokta her zaman dikkatimi çekti. Birincisi, direniş sürecinde eski askerlerin, medrese-dergah ahalisinin ve fukara halkın inisiyatif alması. İkincisi, kaideyi güçlendirmeye yarayan bazı istisnalar hariç, zengin eşrafın işgalci güçlerle “iyi geçinilmesinden” yana tavır alması. Üçüncüsü ise, kurtuluş sonrası oluşturulan anlatıların hemen hepsinde bu zengin eşrafın şehri kurtarmış pozu vermesi.
Şimdi eski defterleri açıp kimsenin yüzünü kızartmanın alemi yok ama bugün Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te cari “kurtuluş anlatıları”nın büyük oranda “sonradan kurgulanmış anlatılar” olduğunu, hatta şehirlerin hassasiyetlerine göre bu anlatıların zaman içerisinde evrilip devrildiğini de görüyorsunuz. Meraklısı için şahane bir çalışma alanıdır.
Doğrusu bunun nasıl olduğunu, olabildiğini kanlı canlı gördüğümüz bir an da yaşadık hepimiz. Gezi Olaylarında “kurtuluş pozu kesen” ağırlıklı olarak ünlülerdi malum. Eşraf yani. Mis ya da Demir sokakta, Cihangir kafelerinde ya da Marmara Otel’in roofunda lattelerini yudumlayıp biralarını yuvarlayarak güya olayları sevk ve idare ettiler. Bu esnada Gezi’de hayatını kaybedenlerin tamamı fukara ahalinin fukara çocukları oldu. Bu zevat da “ölümsüzdür” tweetleri atıp kendilerine bir mitoloji, bir anlatı kurguladılar.
Yeri gelmişken söylemem icap eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asırlık tarihinde bu anlattığım durumun tek istisnası 15 Temmuz gecesi idi bence. 15 Temmuz şehitlerine baktığımızda toplumun tüm katmanlarından, tüm sınıflarından şehitler olduğunu görüyoruz. Bu da üzerinde durulması gereken bir başka konu bence…
İyi de bütün bunları niçin yazıyorum? O fotoğraf yüzünden aslında. Pençe Kilit Operasyonu’nda pusuya düşüp şehit olan aslanlarımızdan birinin “bayrak asılmış baba evi”nin fotoğrafı yüzünden yani. Dokunulabilir, hissedilebilir bir yoksulluk var o fotoğrafta. İnsanın canını acıtacak kadar yoksulluk.
Bu, burada bir dursun.
“Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” salt Türkiye’ye mahsus bir gerçek değil aslında. Bütün dünya için bu böyle. Hatta Türkiye’de “sınıflar arası geçişkenlik” hala çok zor olmadığı için “sınıf ayrımını” gördüğümüz alanlar nispeten çok fazla da değil. Fakat kapitalizm turbolaştıkça ve insanları eze eze yoluna devam ettikçe bu ayrımı daha çok hissedecek, daha çok farkına varacağız.
Sovyet Rusya’yı yahut Küba’yı falan “sınıfsız toplum” zanneden ahmaklara anlatacak sözüm yok. O yüzden dümdüz söyleyeceğim. İnsanın olduğu yerde sınıf olacak ve dolayısıyla “sınıf ayrımı” da var olmaya devam edecek. Burada yapılabilecek şey “sınıfsız toplum ütopyası” kurgulayıp olmayacak bir şeyin peşinde koşmak değil. Sınıfsal ayrımları en düşük hale getirmeyi bir bakıma “sosyal devlet” olmanın olmazsa olmaz şartı olarak konuşmaya başlamazsak alınacak mesafe yok bana kalırsa.
Bugün Türkiye’de askerlik, eğitim, sağlık ve birkaç benzeri alan büyük oranda sınıfsal meseleler olarak çıkıyor karşımıza. Sosyal devletin vazifesi buradaki ayrımları en aza indirmeye çabalamaktır. Parası olanın dilediği sağlık hizmetini alabileceği gerçeğiyle uğraşmak yerine parası olmayanın “iyi sağlık hizmeti” alması için çalışmak. Mesele aşağı yukarı budur aslında.
Tabii bunun böylece olabilmesi için de devlet denen aygıta baskı kurabilecek sivil toplum yapılarına ihtiyacımız var. Durumun “çaresiz” göründüğü yer de tam burası aslında. Ülkemizde ne dindar-muhafazakar çevrenin ne seküler dünyanın STK’ları bu sert alanlara girip de konforlarını bozmaya yanaşmıyorlar. Ya iktidarın gölgesi ya Brüksel’in parası tatlı geliyor. Ya sadece yardım ve eğitim odaklı ya da sadece kültürel iktidar komiserliği odaklı bu STK kakofonisinde “sivil” olana yer kalmıyor.
Bu derdi tam burasından konuşmaya başlamamız gerekecek. O büyük yüzleşmeyi başartabilirsek Türkiye için hala bir şansın olduğunu düşünüyorum çünkü.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.