Nazım Hikmet’ten Ayasofya şiiri

04:0013/10/2024, Pazar
G: 13/10/2024, Pazar
Dursun Gürlek

İstanbul’da Osmanlı padişahları, valide sultanlar ve diğer devlet adamları tarafından inşa ettirilen tarihi camiler, mabed olmanın dışında harika birer sanat eseri olarak da karşımıza çıkmaktadır. İşte bu özelliklerinden dolayı bilhassa selatin camileri denilen bu ibadethaneler edebiyatın da konusu olmuştur. Başka söze ne hacet, ünlü şairlerimizin kaleme aldığı cami şiirleri cami edebiyatının en canlı malzemelerini teşkil etmektedir. Örnek vermeye Yahya Kemal’den başlayacak olursak, Kânuni devrinin

İstanbul’da Osmanlı padişahları, valide sultanlar ve diğer devlet adamları tarafından inşa ettirilen tarihi camiler, mabed olmanın dışında harika birer sanat eseri olarak da karşımıza çıkmaktadır. İşte bu özelliklerinden dolayı bilhassa selatin camileri denilen bu ibadethaneler edebiyatın da konusu olmuştur. Başka söze ne hacet, ünlü şairlerimizin kaleme aldığı cami şiirleri cami edebiyatının en canlı malzemelerini teşkil etmektedir.

Örnek vermeye Yahya Kemal’den başlayacak olursak, Kânuni devrinin muhteşem eserlerini yansıtma bakımından en büyük pay sahibi olan Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın dehasını bütün ince ve derin çizgileriyle gözler önüne serdiği gibi, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adıyla kaleme aldığı şiir de, bu mabedin ne büyük bir sanat eseri olduğunu en ârızalı kulaklara bile fısıldamış, görme duygusunu hayli yitirmiş gözlere bile göstermiştir. Bir başka ifadeyle, mimarlık sanatıyla edebiyat sanatı bütün güzellikleriyle iç içe girerek bu muhteşem mabedi daha ihtişamlı bir hale getirmişlerdir.

Yahya Kemal’in hemen hemen bütün yazılarını ve şiirlerini toplayarak, tanzim ve tasnif ederek kültür dünyamıza büyük bir hizmette bulunan merhum Nihat Sami Banarlı, 1964’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi’nin II. sayısında “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” başlıklı yazısına şu cümlelerle başlıyor:

“Yirminci asır Türk edebiyatının, engin destan ruhuyla söylenmiş bir manzumesi de ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiiridir. 6 bölüm ve 86 mısra tutarındaki bu dini – milli manzume bilhassa Malazgird’den bu yana Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sinde yerleşen Türkiye Türklüğü’nün şiiridir.

Bu şiirin zevkine varmak için onu okumak veya dinlemek yeter. Ancak şiirin ruh ve mânâ âlemine girmek, onu meydana getiren tefekkür heyecanına varabilmek için duyulması, düşünülmesi, bilinmesi gereken noktalar vardır. Bunların başında Yahya Kemal’in Türk Tarihi’ne özel bakışı gelir. Yahya Kemal Türk tarihini başlıca iki bölüm dahilinde düşünür. Bunlardan biri başlangıçtan Malazgird’e kadar Türk tarihi, ikincisi de Malazgird’den bu yana Türkiye Tarihi’dir. Büyük şaire göre bizim en mühim tarihimiz bu ikincisidir. Çünkü bu tarih, eski Ortaasya topraklarından ayrı ve tamamıyla yeni bir vatanda, yeni bir tarih ve coğrafya kaderi içinde meydana gelmiştir. Yeni tarih, başta Türklük, İslam imanı ve vatan coğrafyası olmak üzere Türkiye Türklüğünü meydana getiren daha nice unsur ve faktörlerin aziz bir sentezidir.”

Okuyucularımızın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adıyla inşâd ve inşa edilen bu edebi âbidenin sırlarına daha fazla vakıf olmaları için girizgâhını naklettiğimiz yazının tamamını dikkatle gözden geçirmeleri gerekiyor.

“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede / Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de” beytiyle başlayan bu muhteşem şiirin tamamını buraya alamayacağımıza göre, biz yine Nihat Sami Banarlı’yı dinlemeye devam edelim. Meşhur edebiyat tarihçimiz 24.7.1973 tarihli Meydan Mecmuası’nda “Büyük Hendese” başlığıyla bir makale yayımlıyor ve manevi dünyamızda ılık rüzgârlar estiren bu konuyu bir kere daha bize şöyle anlatıyor:

“’Milletimize veya insanlığa yapılacak büyük vazifeleriniz varsa, Allah, size bu vazifeleri yapacak zamanı bahşedecektir.’

Vaktiyle, kendisine çok inandığım bir büyük insan, bana böyle söylemiş, beni, yaşamaktan ümit kestiğim bir hastalık ânında bu sözlerle teselli etmek istemişti. Bu sözleri kendim için değil, fakat milletimize ve insanlığa hizmeti olacak bütün değerli insanlar için temenniye ve inanmaya layık bulmuştum. İnsanlık tarihine bu gözlerle baktığım zaman kaderin inanılmaz mucizelerini görmüş, düşünmüştüm.

Hazreti Peygamber'in hayatını bir örümcek nasıl kurtarmıştı. İstiklal Savaşı kahramanının kalbine saplanacak bir kurşunu bir saat, nasıl geri çevirmişti? Ve, buna benzer gaipten emir almış tılsımlı ve mânâlı nice vak’alar hafızamda sıralanmıştı.

Benim, hayatta bizzat tanıdığım ve mesut bir tesadüfle yıllarca yanında bulunup feyiz aldığım, alırken de kendisinin nasıl bir feyiz kaynağı olduğuna defalarca şahit olduğum bir Türk büyüğü Yahya Kemal’dir.

Yahya Kemal’in ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirinin uzun, çok uzun yıllar kaplayan mimarisini tamamlaması yolunca bir hizmetim de olmuştu. Büyük şairin geçirdiği hastalıklar içinde bilhassa bu şiiri bütünlemek için yaşadığımı âdeta hissetmeye başlamıştım. Hadiseler, bu hissimde yanılmadığımı gösterdi. Yine güzel bir talih eseri olarak, onun bir çok şiirlerini bitirmesi ve neşretmesi yolunda âdeta, haddimi aşmak bahasına bir ısrarım olmuştu. ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ yanında, daha 20’ye yakın şiiri, büyük şair bu hızla ve benim ısrarımla tamamlamış ve neşrine izin vermişti.

11 Mart 1956 tarihinden 16 Haziran 1957 tarihine kadar süren zaman içinde her hafta bir şiiri, Hürriyet gazetesinde neşrolunurken bu şiirlerin vatan sathında uyandırdığı geniş alakayı haber aldıkça ‘bitmemiş şiirleri’ üzerinde devamlı bir çalışma şevki duymuştu.

Fakat bu şevke rağmen mutlaka emsalsiz kompozisyon olmasını istediği ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nın o bir türlü gelmek bilmeyen bazı mısraları, yine de sânihasının yollarında gecikiyordu.

Bu büyük şiirin neşri bu yüzden ancak 55. haftada başlayabildi. Bu şiirin söylenişinin ve tamamlanışının hikâyesi uzundu. Fakat şimdi düşünüyorum ki, eğer o ısrarlı çalışma ve o haftaların büyük şevki olmasaydı Türk edebiyatı bugün Hürriyet’te neşrolunan şiirlerin bir çoğundan ve bilhassa ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ gibi şaheser bir şiirin tamamlanmış şeklinden mahrum kalacaktı.

Çünkü bu büyük şiiri bitirip neşrettikten sonra, Yahya Kemal zamanla âdeta uhrevileşmişti. Yavaş yavaş başka bir âleme ait bir insanın ilahi çehresini alıyor ve yüzüne sanki nur iniyordu. Görünmez bir ışık âlemine açılan bir pencerenin ziyası, onu aydınlatmaya başlamıştı. Vahim hastalığının, o acı neticeyi niçin yıllarca ve yıllarca geri bıraktığını bu hadisenin – onun tabiriyle – ledünnî mânâsında kavramıştım.”

Değerli edebiyat tarihçimiz Nihat Sami Banarlı, kıymetli şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın bu müstesna şiirinin hikâyesini işte böyle anlatıyor.

Bu bahsin eksik kalmaması için merhum Ârif Nihat Asya’nın aynı konudaki şu dörtlüğünü de kaydedelim:

Dağ parçası kubbeler ufaktan iriden

Gel haşmeti gör, yandan, ilerden, geriden

Bir mûcize devrinde Sinan Erciyes’i

İstanbul’a dikmiş getirip Kayseri’den

Mehmet Âkif’i unuttuğumu zannetmeyiniz. Evet, İstiklal Marşı şairimizin kaleminden çıkan ve Fatih Camii’ni tasvir eden bir şiiri var ki, tam bir edebiyat şaheseridir. İlave olarak söylemek gerekirse, bu şiirin zevkine tam varmak için Mithat Cemal’in yaptığı uzun ve ilgi çekici açıklamaları da dikkatle okumak gerekiyor. Bu şerhler Sebilürreşad Mecmuasında peyderpey neşredildi.

Cami şiirleri deyince Rıza Tevfik Bey’i de unutmamak gerekir. O da fetret devrinde bir gün Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni ziyarete gidiyor. Bu tarihi mabedi metruk ve perişan bir vaziyette görünce “Harap Mabed” başlığıyla şu şiirini kaleme alıyor:

Vardım eşiğine yüzümü sürdüm

Etrafını bütün dikenler almış

Ulu mihrabında yazılar gördüm

Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış?


Batan güneşlerin ölgün nigâhı

Karartıp bırakmış o kıblegâhı

Mazlum bir ümmetin bahtı siyahı

Viran kubbesine gölgeler salmış


İslam’ın bahtiyar bir zamânında

Âb-ı hayat varmış şadırvânında

Şimdi harap olan sâyebânında

Dem çeken kuşların ömrü azalmış


Âyât-ı hikmet var kitâbesinde

Bir ders-i ibret var hitâbesinde

Bağ-ı cennet olan harâbesinde

Tekbir sadaları artık bunalmış


Hey Rıza secdeye baş koy da inle!

Taşlar dile gelsin senin derdinle!

Efsâne söyleyim; ağla, hem dinle

O şerefli mâzi meğer masalmış!


Rıza Tevfik 1930.


Son olarak ve hiçbir yorum yapmayarak Nazım Hikmet’in “Sekiz Yüz Elli Yedi” başlığıyla ve Vâlâ’ya ithaf etmek suretiyle yayımladığı şiiri de sizlere takdim ediyorum:

İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu

Rum Konstantıniyyesi oldu Türk İstanbul’u!

Cihana karşı koyan bir ordunun sâhibi

Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi

Girdi “Eğrikapı”dan kır atının üstünde;

Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın

“Belde-i Tayyibe”yi fetheden padişahın

Hak yerine getirdi en büyük niyazını

Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını

İşte o günden beri Türk’ün malı İstanbul

Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul

Not: Sekiz yüz elli yedi: Miladi 1453 İstanbul’un fethi

(Nazım Hikmet – İlk Şiirler, Adam Yayınları: 1987)

#nazım hikmet
#ayasofya
#Dursun Gürlek