Masanın bir yanında Mustafa, öte yanında Hür Adam

00:0022/01/2011, Cumartesi
G: 4/09/2019, Çarşamba
Dücane Cündioğlu

Hür Adam… En çok bir ilkokul müsameresi kıvamında. Can Dündar''ın Mustafa''sı, Zülfü Livaneli''nin Veda''sı kadar…Ortak vasıfları, kötü çekilmiş kötü film olmaları.Tüm sermayeleriyse sözümona ideolojik haklılık.Güçlerini sadece inançlarından alıyorlar çünkü.Peki ya içerik ve biçim''in hakkı?Anlatan''ın veya anlatılan''ın değil, bizatihi anlatımın kendisi?Yüce temalar karşısında bunların hepsi de basit birer teferruatmış gibi görünür.Gaye, bir yüce''yi/yüceliği, bir ulu''yu/ululuğu anlatmak olduğundan,

Hür Adam… En çok bir ilkokul müsameresi kıvamında. Can Dündar''ın Mustafa''sı, Zülfü Livaneli''nin Veda''sı kadar…

Ortak vasıfları, kötü çekilmiş kötü film olmaları.

Tüm sermayeleriyse sözümona ideolojik haklılık.

Güçlerini sadece inançlarından alıyorlar çünkü.

Peki ya içerik ve biçim''in hakkı?

Anlatan''ın veya anlatılan''ın değil, bizatihi anlatımın kendisi?

Yüce temalar karşısında bunların hepsi de basit birer teferruatmış gibi görünür.

Gaye, bir yüce''yi/yüceliği, bir ulu''yu/ululuğu anlatmak olduğundan, anlatımın da bu yücelik ve ululuktan pay alacağı varsayılır.

Amacı sırf ulu bir kişiyi veya konuyu daha da yüceltmek olduğu için, yönetmen/yapımcı, seyirciden de aynı inançla, aynı duyguyla ortaya koyduğu eseri yüceltmesini bekler.

Beklediği gerçekleşmediğinde, eleştirilerin kıymetini takdir etme güçlüğü çeker ve "Daha da yüceltecektim ama imkânlar elvermedi" diye sızlanır. Oysa ne denli kutsal, ne denli mübarek, ne denli haklı olursa olsun, hiçbir amaç, herhangi bir sanat eserine koşulsuz olarak bu niteliklerin yüklenmesini haklı çıkaramaz.

Sanat eseri, kalitesini, niçin''den önce nasıl sorusuna verdiği cevapla göstermek zorundadır.

Hadi özü bir yana, hiç değilse içerik ve biçimiyle…

* * *

Hür Adam''ın içeriği de, biçimi de fevkalâde zayıf ve yetersiz.

Basit müsamere teknikleri…

Politik ajitasyonları bile çocukça.

Rus komutanı esir kampını geziyor, herkes ictimada, sıraya girmiş… Aralarında bir tek koca Osmanlı âlimi yerde oturuyor, üstelik elinde bir çubuk toprağa umarsızca bir şeyler çiziktiriyor; güya amaç böylelikle salâbet-i diniyesine işaret etmek…

Toprağa çiziktirdiği ne ola ki diye düşünüyorsunuz. Meğer Bediuzzaman''ın din bilimleriyle fen bilimlerini birleştiren Ezher''e mümasil şu ünlü üniversite hayâli imiş: Medresetu''z-Zehra.

Esir kampında —hem de Rus komutanın önünde— yere oturmuş bir hâlde elindeki çubukla toprağa hayalindeki üniversitenin binalarını çizen bir Said-i Nursî…

Yönetmenin muhayyilesinin sınırları işte buraya kadar!

Kendi sınırlarından hoşnut bir zekânın itminanı!

Halbuki Said-i Nursî bir mimar, bir mühendis değil, bir âlim.

Bir âlime yakışan ise, kurmayı düşündüğü bir üniversitenin binalarının değil, orada okutulacak derslerin içerik ve niteliğinin tahayyülüyle telezzüz eylemektir.

* * *

Biliyorum, bu tür propaganda ürünlerinde anlatım dili kusurlarını veya teknik hataları sıralamanın esas itibariyle bir mânâsı da olmaz, bir yararı da.

Ancak yine de yüceltilmek istenen değerlere zarar verdiğine inandığım ucuz propaganda hevesinin maliyeti çıkarılmalıdır.

Bu nedenle tartışmalı bir sahneyle ilgili düşüncelerimi açıklamak isterim.

Bediüzzaman''ı Mustafa Kemal Paşa''nın karşısında bacak bacağa atmış bir halde gösteren sahneyle…

Fevkalâde sakil bir anlatım. Düşük ve ucuz bir dil.

Neden?

* * *

Birincisi, sedirde veya yer minderinde, en çok taburede oturma geleneğine sahip bir toplumun üyesi bacak bacağa atmaz, atamaz. Bacak bacağa atmak, iskemle, koltuk kültürünün ürünüdür, üstelik kimin karşısında bulunulduğundan bağımsız olarak, edebe mugayirdir. Bugün bile öyledir. Binaenaleyh bir samuray, bir yeniçeri gibi bir âlim de, bir mücahid de aslâ bacak bacağa atmış bir halde tasvir ve tasavvur edilemez.

Bediüzzaman''ın çağdaşı Ömer Muhtar''ı bacak bacağa atmış bir halde tasavvur edebilir misiniz?

Geleneksel bir âlimin manevî terbiyesi, iç disiplini buna izin vermezdi. İstese bile yapamazdı.

Yanlış anlaşılmasın, ahlâken değil, edeben.

* * *

İkincisi, sıradan bir Osmanlı vatandaşı değil, ulema sınıfından bir zatın o yıllarda bacak bacağa atması kesinlikle bir şecaat gösterisi, bir cesaret numûnesi olarak değil, bilâkis gayet münasebetsizce bir hareket olarak telâkki edilirdi. (Elmalılı Hamdi Yazır''ı veya Babanzâde Ahmed Naim''i değil, Vahdettin''in Şeyhülislâm''ı Mustafa Sabri Efendi''yi bile mücerred "bacak bacağa atmış bir hâlde" tasavvur edecek bir tek iz''an sahibi düşünülebilir mi?)

Yönetmene bu sahne sorulunca şöyle demiş:

— "Bunlar normal. Mustafa Kemal nasıl siyasî bir liderse, Bediüzzaman Said Nursî de dinî bir liderdi. Zaten beraber çalışmak için çağırıyorlar. İki liderin birlikte oturup tartışmasından doğal ne var? Obama''nın karşısına gittiği zaman Tayyip bey bacak bacak üstüne atmıyor mu? Herkes kariyerine göre hareket eder."

Yazık, çok yazık!

Bir Rus Paşası''nın karşısında ayağa kalkmayıp yerde oturan, buna mukabil bir Türk Paşası''nın karşısında bacak bacağa atıp konuşan bir Osmanlı âlimi!

Bir peygamber varisinin, bir âlimin izzet ve şeref telâkkisi bu değildir, olamaz.

* * *

İdeolojik haklılık kuruntusunun bir alâmeti de anakronizmdir.

Bunun anlamı şu: Biz bu kadar mazlumken, biz bu kadar haklıyken işimiz gücümüz yok bir de tarihe hesap mı vereceğiz? Tarihe... yani idrak ve iz''ana... yani ilim ve irfana...

Türkiye Büyükelçisi''ni kasıtlı olarak alçak bir koltuğa oturtarak akılları sıra aşağılamaya kalkışan İsrailli yetkililerin bilinç düzeyinden ne farkı var böylesi istiskal gösterilerinin?

Düşüncenin taşımadığı ve desteklemediği bir duygu düzeyi. Hepsi bu!

* * *

Sanatın özü dolayımdır. Göstermek, teşhir etmek değil, aksine îma ve işaret etmektir. En azından bu nezahet ve nezaketi gözetmektir.

Propaganda ile pornografiyi, bir sanat olmaktan çıkaran tarafları, ideolojik haklılık dürtüsüyle salt gösterileni yüceltip yüksek düşünce ve sanatın gereklerine burun kıvırmalarıdır.

Hür Adam''ın kendi dışında göstermek istediği bir şey yok. Mustafa gibi, Veda gibi, göstermek istediği zaten gösterdiğinden ibaret.

Ne gizlisi var, ne saklısı. Her şeyi ortada.

Oysa yücelik, çıplak parmakla gösterilemeyendir.

Zerafet ister.

Biraz olsun nezahet ve nezaket.

Bağırıp çağırmak değil, hiç değilse, biraz ihtizaz.

Gürültü değil, inilti.