Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması bütün dünyanın gözünü "Amerika'nın Savaşı"na çevirdi. Amerika açık seçik vurguluyor: "Ya benim yanımda yer alırsınız ya da karşımdasınız demektir."
Türkiye, kaç gündür "ne yapacağını bilmeyen, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" ikilemi arasında kalan bir ülke. Bir ara "Ecevit'in telefonda açıkça söylemesi mümkün olamayacağı" için, Amerika Başkanı Bush'u "uyaran" bir mektup yazılacağı söylenmişti. Anlaşılan o mektuptan da vazgeçilmiş
Peki biz neredeyiz? İslam ülkelerini bombalamakla tehdit eden Amerika'nın mı yanındayız ya da karşısında mıyız? Bilenimiz yok.
Amerika 10 yıllık bir "savaş maratonunu" göze alıyor. Yakınımızda 10 yıl savaş olması zaten "bitik ekonomimizi" daha da içinden çıkılmaz hale sokar. Bu konuda hükümetin tavrı nasıl? Bir bilen var mı? Bu 10 yıllık savaşın bize etkilerinin ne olacağını, sokaktaki vatandaş hükümetten daha çok düşünüyor. Önlemini ona göre almaya çalışıyor.
Amerika bizi "ciddiye" almıyor bir tarzda görünüyor. Star Gazetesi yazarı Zeynep Gürcanlı'ya göre "Türkiye'ye 2'nci katip muamelesini" uygun görüyor. Amerika Başkanı Bush, İngiltere, Fransa, Almanya liderleriyle görüşüyor ve görüş alışverişinde bulunuyor. Hatta Özbekistan, Tacikistan cumhurbaşkanlarına bizzat telefon ediyor ama Türkiye'nin görüşünü almak için Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği'nin en alt düzeyde personeli olan bir 2'nci katip kanalıyla öğrenmek istiyor.
Neden böyle oluyor? İşte bunun nedenini, Kurtköy esnafı Sadık Akar, "Bir ailenin babası iyi olursa aile iyi olur. Babası işe yaramaz, işten anlamaz, içkici, tüketici olursa aile kötü olur. Biz kötüyüz, çünkü babamız (yani başbakan) kötü. Babamız iş bilmiyor. Babamız yok aslında" diyerek anlatıyor.
Bütün bunları yeniden "hükümeti eleştirmek" için yazmıyorum. Bunlar bir gerçek. Dünya 10 yıllık bir savaşa gidiyor, biz kriz savaşında daha neyi nasıl yapacağımızı bilemiyoruz. Kasım ve Şubat krizleri çıkalı aylar geçti. Allah aşkına, şu "mali kesimin" dışında, "üreten ve gelir getiren" reel sektör için en ufak bir uğraşta bulunuldu mu? Bir takım "sözde açıklamaların" yapılmasıyla bu ülke ekonomisini krizden çıkaramazsınız. Kriz giderek sizi daha da çok boğar.
Nasıl bir aile reisi, kredi kartı borçlarını ödeyebilmek için çalışmak ve borcundan çok daha fazlasını kazanmak zorundaysa, iç borcu, dış borcu neredeyse milli gelirine eşitlenmiş bir ülkenin de "daha çok, daha fazla üretmesi" gerekir.
Dünyanın 6'ncı büyük bankası HSBC, daha önce 1.2 milyar dolar verdiği Demirbank'ı "Derviş politikaları" sonucu 350 milyon dolara kapattı. Garanti Bankası ile İntesa arasındaki görüşmeler "kaplumbağa hızıyla" gidiyor. Neden? Amerika'dan "kurtarıcı" olarak gelen ve Türkiye'yi sadece "mali sistem" olarak gören Kemal Derviş'in ve IMF'nin politikaları sonucu "borsa biraz daha düşsün" ve İntesa, Garanti'ye "çok daha ucuz" sahip olsun. Amaç bu.
Türkiye'nin "pırlanta şirketleri" Sirkeci tezgahlarındaki işporta mallar gibi ucuza satılıyor, bizi yönetenlerin umurunda değil.
Yazıktır beyler! Son krizde işsiz kalanların sayısı 1 milyonu geçti. Bunlara iş sahası açmak, istihdam yaratmak için mutlaka "üretmek" şarttır. Üreteceksiniz, gelir yaratacaksınız, iş sahası açacaksınız. Katma değer yaratacaksınız. Bunları yapmadan ne iç borcu ödeyebilirsiniz ne de dış borcu. Sonra "borç erteletme" lafları gevelemeye başlar, zaten piyasada var olmayan parayı iyice yastık altına kaçırırsınız.